27 Şubat 2025 Perşembe

"YAPAY" ZEKÂ


 İşgalci Trump'ın akıl almaz 'Yeni Gazze' videosu: Altın heykeller, para yağmuru altında dans


ABD Başkanı Trump, İsrail'in katliamları ve yıkımlarıyla harabeye dönmüş Gazze'ye dair "vizyonunu" içeren bir yapay zekâ videosu hazırladı. Videoda, Trump'ın bölgedeki altın heykelleri, Musk'ın Gazze'de para yağmuru altında dans etmesi var:

Gökdelenlerle göz kamaştıran şehirlerin ortasında Donald Trump'ın devasa altın heykelleri, girişimci arkadaşı Elon Musk'ın para yağmurları arasında yürüyüşü, Trump'ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile güneşlenirken içkisinin tadını çıkarması ve pazarlarda yığılmış altın heykellerinin minyatür versiyonları...
Bunlar, şu anda harabe halinde olan ve henüz tam olarak bitmemiş savaşın artçı şoklarından sarsılan bir bölge olan Gazze için işgalci ve yayılmacı yeni Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın vizyonu. 
Trump, kendi sosyal medya platformu Truth Social aracılığıyla, yapay zekâ tarafından oluşturulan ve savaş sonrası Gazze vizyonunu gösteren bir video paylaştı. Videonun başlığı şöyle: "Trump'ın Gazze'si".
Videoda, sadece gösterişli arabalar ve binalar değil, Trump'ın kendi övgüsünü içeren yapay zekâ tarafından oluşturulmuş bir şarkı da yer alıyor:
"Donald sizi özgürleştirmeye geliyor, ışığı herkesin görmesi için getiriyor. Tünel yok, korku yok, Trump'ın Gazze'si sonunda burada."
Video, "Gazze 2025, sırada ne var?" başlıklı bir flaşla, İsrail ile savaştan sonra harabeye dönen şehirle başlıyor. Ardından videoda, çocukların Dubai'nin gökdelenlerinden ilham almış gibi görünen "fütüristik" bir versiyonuna doğru ilerledikleri görülüyor.


Elon Musk, 33 saniyelik videoda birkaç kez görünüyor. Milyarder, önce bir yemeğin tadını çıkarıyor, sonra bir para yağmuru altında dans ediyor ve yürüyor. 
Donald Trump'ın yüzünün altın bir balonunu taşıyan bir çocuk görülüyor, ardından başkanın yapay zekâ versiyonu bir kadınla dans ediyor. Binalara da adı kazınmış ve "Trump'ın Gazze'si" yazıyor.
Video, İsrail ile Gazze arasında devam eden üç aşamalı ateşkes anlaşmasının ortasında geldi. Taraflar arasında tutuklu ve rehine değişimi devam ediyor. İsrail'in 15 ay sürdürdüğü katliam, bölgede binlerce cana mal oldu.
Gazze'nin sağlık bakanlığına göre, savaş boyunca bölgede 48 binden fazla kişi öldü. Bunların çoğu kadın ve çocuk.

(soL Haber - Dış haberler)









Merhaba!

23 Şubat 2025 Pazar

ZULMÜN ÖNÜNDE DİMDİK TUT ONURUNU

 

"Kırkıncı yaşımı doldurduğum gün yazıyorum bu şiiri /Gün ışığından özgürlükten uzak" diye başlamış seslenişlerine.. "Kederli yağmur, usulca düşen akşama / Çığlık. Bir çocuk yüzü. Dayalı cama.." Bir hayaldir, babayı bekleyen küçük bir çocuk. Her akşam yüzü cama dayalı sokağın köşesini gözler. Geldi gelecek döndü dönecek!..
(...)
İki buçuk yaşındaki bir kız gelir babasını görmeye. Baba bir süredir uzaklardadır. Yakın bir uzaklıkta, ama elle dokunulmaz bir yerde... "Ulaşmak istedi bana çocuğum /Kafese çarpan bir kuş duygusuyla!.." "Saklanma baba dedi çocuğum / Sitemle çırpınan bir bakışla / Çocuğumla bir uçurum konuldu aramıza / Sevinci nefretten kesin çizgilerle ayıran bir uçurum.." Ataol'un baba yüreği nasıl da çarpıyor, nasıl da iki buçuk yaşındaki bir varlıkla kendisini bütünleştirmiş, küçük kızının yaşamasında bulmuş gerçek yaşamasını...
Bir Struga öğle sonrasını anımsıyorum. 1979 Ağustosunda yağmurlu bir gün. Pazarları çarşıları dolaşmışız, halkla konuşmuşuz, çevreyi tanımışız. Derken bir sağanak... Kendimizi bir yapının saçakları altına atmışız. Yazlık giysilerimizi korumak gerek, çünkü akşama köprü başında tören var, Ataol kürsüye çıkıp şiir okuyacak. Yağmur dinmiyor. Birden sarışın bir genç kadınla küçük çocuğu da gelip sığınıyorlar aynı çatının altına. Bir dostluk başlıyor aramızda, ben çocuğu seviyorum, Ataol sarışın kadınla Rusça konuşuyor. Moskova'dan gelmiş, kocası Sırpmış, Üsküp'te yaşıyorlarmış.. Birkaç dakikada bir yaşam öyküsü. Çocuk ıslanmasın diye aramıza alıyoruz, üç yaşındaki kızı yağmurdan, rüzgârdan koruyoruz. Sonra gece, törende Ataol bembeyaz giysiler içinde Türk şiirinin sesini gücünü duyuruyor dünyanın dört bir yanından gelmiş şairlere, toplanan kalabalığa. Ben halkın içine karışmışım, Türk, Makedon, Arnavut kökenli Strugalıların arasındayım, sıradan bir yurttaş gibi dolaşıyorum. Uzaktan seyrediyorum dostumu, halk üzerindeki etkisini; beğeniyorlar, işte Türk şairi diyorlar, dizeleri anlıyorlar, ben de sevinç duyuyorum.
Kapatmalı anıların penceresini. Geçmiş günlere fazla dalmak tehlikelidir. Ele geçmez anların güzelliği, gelecekteki güzel yaşamaların kurulmasını önlememeli! Her zaman insanoğlu daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu kurar, yaratır. Umutsuzluk ise yıkar bitirir kişiyi, tabii toplumları da... Mademki Ataol en güzel dizeler kurabilmekte, yaratabilmekte, bugün de yarın da yaşayacak demektir. Hele yalnızca sevgiyi, dostluğu, insanca duyguları yazmışsa...

(OKTAY AKBAL - Yaşayıp Görmek)



"Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım."


ATAOL BEHRAMOĞLU








Merhaba!
     

16 Şubat 2025 Pazar

EDEBİYAT DİRENİŞTİR

 


ÖNER YAĞCI


İnsanlık, kavgalarla, savaşlarla, kaygılarla dolu çağlar yaşıyor.
Büyük toplumsal değişimleri, dönüşümleri, devrimleri, karşıdevrimleri, kaba ve ince sömürüleri, bağnazlıkları, birleşmeleri, ayrılmaları yaşıyor insanlık.
Bilimsel ve teknolojik olanakların verdiği güçle doğayı tüketmeyi, tüketirken yoksulluğu çoğaltmayı, insanları yerlerinden yurtlarından eden iç ve dış göçleri, açlığı, katliamları, dünden gelen ve yeni keşfedilen özgürlüklerin yok edilmesini yaşıyor.
Bunlar yaşanırken kimi insanlar, "dayanışma" sözcüğü yerine sömürmeyi, egemen olmayı, ezmeyi yeğliyor; sömüren, egemen olan, ezen olabilmek için sömürene, egemen olana, ezene hizmet etme yarışına giriyor.
İnsanın kendi yaşamını, kendi dünyasını, kendi geleceğini kirleten bir yarış bu. 
Bu yarışta her şey gibi edebiyat da yerini alıyor.
Çağların karanlıklarını aydınlıklara çevirmeye çalışan insanın, bu kavgasındaki en önemli silahlarından, araçlarından biri olan edebiyat da kendini kirletiyor bu yarışta.
Çağın sözcüsü, vicdanı, yargıcı, avukatı, sanığı, tanığı, adaleti olabilmeyi başardığı ölçüde güçlü olan edebiyat, bu sorumluluğunu, bu işlevini, kendi değerlerini yitirerek giriyor yarışa.
Oysa edebiyatın dünü, destanlardan, üretim şekillerinden gelen, gücünü yaşamdan, insandan alan görkemli zenginliklerle, güzelliklerle doludur ve sömürenin, egemen olanın, ezenin korktuğu bir barikattır.

(ÖNER YAĞCI - Cumhuriyet Gazetesi)


Oktay Akbal'ın öyküleriyle 1960'ların sonunda öğretmen okulu öğrencisiyken tanıştım. Önce Ekmekler Bozuldu adlı öykü kitabında yazdıklarıyla kuşatmıştı genç dünyamı:

"Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey... Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı. Savaş kelimesi dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. Radyolarda marşlar, nutuklar şaşkın insan sürülerinin üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu..."


Önce Ekmekler Bozuldu için yazdığı yazıda, "Oktay Akbal'ın güvenilecek, bundan sonra yazacakları umutla beklenecek bir yazar" olduğunu söyleyen Nurullah Ataç yanılmamıştı:

Oktay Akbal, "Tek bir hikâyem yoktur ki konusu ve insanları uydurma olsun. Hepsi de aramızda yaşamış ve yaşamakta olan, bizim gibi insanlardır... Önemli olan yaşadığımız bu memleketin, içinde bulunduğumuz bu buhranlı devrin, günden güne bu sarsıntılı dünya üstünde ne yapacağını şaşıran insanların hikâyesini, romanını, şiirini yazmak, gelecek nesillere bırakmaktır."
"Tanık olmak yetmez. Seyirci kaldım demekle bir olur bu. Bir kötülüğü, bir yanlışlığı, bir adaletsizliği, bir çirkinliği ses çıkarmadan, iyi-kötü bir şey demeden seyretmekle eş olur bir yerde bu tanıklık..." diyordu.

(ÖNER YAĞCI - Cumhuriyet Kitap)






Merhaba!   

9 Şubat 2025 Pazar

DURUM

 


"İtalya'da tarlakuşlarını hiç durmamacasına öttürmek için, ateşle kıpkızıl kızartılmış topluiğne uçlarıyla cızz diye bir gözünü, cızz diye öteki gözünü yakarlar. İki gözü kör olan tarlakuşunu bir kafese koyarlar. Mavi, açık, duru göklerde özgür uçmaya alışkın kuş, ilk önce, gözlerini örttüğünü sandığı kapkara paçavrayı tırnaklarıyla parçalamaya çabalar ve zavallı, kendini bir kat daha yaralar. Karanlığın gözüne yapışan bir paçavra, bir is ya da kurum değil, bir zindan, gece olduğunu anlayınca, kanat hızıyla geceyi aşmaya, güne güneşe ulaşmaya çabalar, acır acır. Kara gece, aşılmaz bir duvardır. Uçucu kanatlardan kat kat güçlü, iç hızıyla ötmeye koyulur, öter öter."

"Mavi Sürgün"ünde böyle diyor Cevat Şakir. Hiçbir horoz, gözünün üstünde kaşın, başının üstünde ibiğin var, diye horozlanmaz başka horoza. Hiçbir koç, boynuzunu sınamak için başka bir koçu boynuzlamaz. Hiçbir eşek, pes perdeden anırdı diye soydaşını tepmez. 
Zevk için öldürüp de hayvanları tepsiye, siniye dizmek, dizip de orasına burasına güller karanfiller sokmak, baharatlarla donatmak yalnızca insanın işidir. En kanlı kılıçların kabzaları sedefle, zümrütle döşenmiştir.
Kralların, sultanların tahtları, taçları yakutla elmasla değil, kanla bezenir. Bunun için, "Ovada her kızıl lalenin teni / Bir padişahın kanıyla beslenir" demiyor muydu Hayyam? Rubaileri hem şaha sultana hem çarkı devranadır. Bilir ki saltanata boğulmuş ülkelerin karanlığını hiçbir vicdan aklayamaz.
Kendi zevkinin otağında tarlakuşlarını şakıtmak için onları karanlığa tutsak eden insanın soysuzluğu yeni değildir.
(...)
Tarlakuşlarına mil çeken Avrupalı barbarla, Köroğlu'nun babası Yusuf Bey'in gözlerini ateşle görmez eden Bolu Beyi aynı soydan değil mi?
Tarlakuşları için kırlar, bayırlar, ovalar, tarlalar sokaklardan daha güvenli. Sokaklar, tekin değil. Bolu beyleri cirit atıyor her yerde. Tarlakuşlarını kör etmek için. Kör edilen tarlakuşları mı? Onlar gözlerini örten kapkara paçavrayı, zindan geceyi yırtmak ve aşılmaz duvarın ardındaki güne geceye, mavi, açık, duru göğe erişmek için iç hızlarıyla şakıyıp duruyorlar. Sizin ve bizim özgürlüğümüz için. Ömürlerince sözcükleriyle şakıyıp duran şairler gibi.  
Kargalar mı? Kırk kuşağından gökkuşağına taşınan, toplumcu şiirin yalın, lirik sesi Arif Damar anlatıyor onları da:

Aptalın teki bu karga
Bağırır bağırmaz
Art arda üç kez
Sessizlik tuz buz oldu
Erkenden
Kara
Bir de kara ki
Uçuyor denize doğru
Martıların peşinden
Bak şimdi
Aptal bu
Aptalın teki.

Şairler mi? Kargaların değil tarlakuşlarının kimileyin acı, kimileyin sevinçli çığlıklarıyla yazarlar onlar.

(MUSTAFA KÖZ - Çıngıraklı Sokak Şiir Gazetesi, Sayı:3)


***


İnsanlığın gidişatına gelince... İtalyanların bir halk deyişi vardır:
"chi fa non sa, chi sa non fa / cosi il mondo mal va."
Yani "kimse yaptığını bilmiyor, kimse bildiğini yapmıyor / böylece dünya kötüye gidiyor."
Durum bu.


ERDAL ALOVA
(Çıngıraklı Sokak Şiir Gazetesi)




Merhaba!


4 Şubat 2025 Salı

KARDA MI YOKSA KARANLIKTA MI, BİR KÖY VAR UZAKTA

 


Karikatür: TAN ORAL



Aşağıya baktım, sonsuz beyazlık. Dağlar, tepeler, düzlükler kar altında. Derin vadilerin diplerinde bir kadının örgülü saçları gibi kıvrım kıvrım akıp giden küçük dereler. Aşağıda, çok aşağılarda büyük nehirlerle buluşmaya gidiyorlar ve sonra baraj göllerine. Bu uçsuz bucaksız beyazlıkta yön kavramı kayboluyor, hangi yöne gidiyoruz, şaşırıyor insan. Güneş bir sağımızda bir solumuzda. Helikopter bazen vadileri takip ediyor bazen aşıyor yüksek dağları, alçalıp yükseliyor. Ama ilerliyor durmadan.
(...)
İşte geldik. Köy, daha doğrusu mezra aşağıda. Karda mı yoksa karanlıkta mı kaybolduğunu bilmediğim köy, köyün mezrası, mahallesi. İnsanlar karınca gibi sağa sola koşuşturuyorlar, bize el salladıklarını görebiliyoruz. Bazı evlerin çatıları, bu sonsuz beyazlığın içinde kare kare, kara. Toprak damlar loğla iyice sıkıştırılmış olmalı. İlçedeki evlerin de çoğu böyle, toprak damlı. İlk günlerde epey yadırgamıştım sesleri duyduğumda. Sabah gördüm; insanlar, evlerinin damındaki karları kürüyor ve sonra demirin taşa ya da taşın demire sürtünme sesi, kağnı tekerleri gibi gıcırdaya gıcırdaya ağlıyor. Ağlayan hangisi, demir mi taş mı? Ne o, ne o, insan. Silindir, damdaki toprağın suyunu çıkarıyor. Toprağın gözyaşı. Hayır, evin, evde yaşayanların gözyaşı olmalı... 
(...) 
Muhtar, çığ altında ceset kalmadığını ve vefat edenlerin hepsinin gömüldüğünü söyledi.
(...)
Çaresizlik, insanın gözünü açıyor. Evet, bu insanlar ne yapabilirlerdi? Gelip gelmeyeceği, hatta olayı zamanında duyup duymayacağı bile meçhul bir savcıyı ve doktoru sonsuza kadar bekleyemezdi ölüler. Mezarlık, az yukarıda, evlerin bir kilometre kadar yakınındaymış. "Uzağında" denilmemesi dikkatimi çekti. Ölüm ne kadar yakınmış diye düşündüm. Uzak olmalıydı ölüm, insana uzak olmalıydı.

(İSA KÜÇÜK / Geçmemiş Zaman - Cumhuriyet Kitapları)






Merhaba!


2 Şubat 2025 Pazar

TAM ORTASINDA HALK

 


Denizdeki son yunus da ölüyor. Çalılıkta bir iki serçe
öksürerek ötüyor. Tüccar, işçilere bir günü kırdırıyor
kovalıyor beni yaşadıklarım, o bahar yorgunluğu
bulduğum anlamsızlık, arkadaşlarımın keskin yanılgıları.

Yanlışımız aşk, tam ortasından bir halk geçiyor.

VEYSEL ÇOLAK


***


Şair yazdıklarında yaşadığı yeri, tarihi ve insanı temsil ettiği düşüncesini asla inkâr etmemeli ve şiirini yaşadığı çevreden soyutlamamalı. "İnsan yaşadığı yere benzer, şair de öyle" diyen Edip Cansever tam da bu dizelerle somutlaştırıyor şairin sorumluluğunu. Faşizmin yükselişi karşısında sessiz kalan Alman sanatçıları "sizler şu an batmakta olan geminin duvarlarına çiçekler yapıyorsunuz ve bunun adına da sanat diyorsunuz" sözleriyle suçlayan Bertolt Brecht de sanatın beraberinde getirdiği sorumlulukları vurguluyor. 

(NEHİR ÖZKIZAN - www.ankaradegillefkosa.org)


***


Tamam doğru, biz yontuyoruz bazı şeyleri, ama aslında bizi yontan sokaktan geçen adamdır. 
O hesabını sorar adamdan. Bu açık, bunu o kadar uzun yıllardır, en azından bir 27 yıldır yaşadım.

Ben bilmiyorum, ben mi heykel yonttum, beni mi halk yonttu? Bunu bilemem.



KUZGUN ACAR






Merhaba!