27 Mayıs 2023 Cumartesi

SANAT VE SANATÇI ÖLÜMSÜZDÜR

 



VATAN HAİNİ

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmaksa kokmuş karanlığımızdan, 
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
                 
                                                                                                   28.7.1962


   Ne mutlu bize ki Nâzım Hikmetimiz var:

  "Ben kendimin, her namuslu insan gibi yurtsever ve halkını sever olduğunu bildikten, bu hususta vicdanım rahatken, birkaç münferit yalan kusmuşlar umurumda değil. 20 sene sonra, 50 sene sonra birçoğunun adını bile unutacak Türk milleti... Halbuki bu millet var oldukça, yeryüzünde Türkçe'm konuşuldukça, ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşayacağım. Sen üzülme." 

   (Karısı Piraye'ye yazdığı mektuptan)


***


   [Yıl] 1968'dir. Dost dergisi yönetmeni Salim Şengil ve eşi Nezihe Meriç, Nâzım'ın "Bütün Şiirleri I"i yayımlar. İşte o an kıyamet kopar. Kitap toplatılır, Nezihe Meriç tutuklanır. İlhan Selçuk konuyu "Pencere"sine taşır. Meriç kısa zamanda salıverilir ancak söz konusu yapıtın ikinci cildi bir daha yayımlanamaz. 

   Beşikdüzü'nde genç bir öğretmendim. Hafta sonu tam da gün kararırken Trabzon'a vardım, Karaali kardeşlerin yönettiği 24 Şubat Kitabevi'ne uğrayıp kitabı sordum. Kitapçı Turhan Karaali camdan dışarısını kollama gereksinimini duydu, ben de biraz geri çekilerek sokağın sağını solunu gözetledim. Kısa bir süre sonra kitabı edinip gömleğimin düğmelerini açıp bağrıma yerleştirerek eve yöneldim. Gece boyu yasak kitabın sayfalarında uzun yolculuğa çıktım.

   Nâzım'ın yayımlanan şiirlerinin çoğu zaman içinde dava konusu olması, bu şiirlerin yayımcısını zor durumda bırakıyor, o nedenle kimi şiirlerde değişiklik yapılıyor, kimi zamanda sözcükler yerini birkaç noktaya bırakıyordu. 

    Metin Celâl bir yazısında Nâzım'ın şiirlerini yayımlamaktan dolayı yargılanan Mehmet Fuat'tan söz eder. Mehmet Fuat, bir yayıncı olarak yayımladığı şiirler nedeniyle mahkemede sanık sandalyesindedir. Duruşma sırasında, kürsüden sanığa doğru parmak sallayan yargıç: "Seni mahvedeceğim!" diye bir cümle kurar. Böyle bir yerde ve zamanda, böyle bir konu nedeniyle hangi sanık ürpermez! Mehmet Fuat da aynı duygu ve düşünceler içinde mahkeme yargıcına bakarken onun dudaklarına yayılan gülümsemeye takılır. Besbelli bu sözün ardından bir başka yorum gelecektir. Nitekim uzun sürmez. Yargıç sanığa: "Bana bak ben Nâzım'ın pek çok şiirini ezbere bilirim. Yayımlayacaksan doğru dürüst yayımla. Neden onları öyle anlamsız bir biçimde okura sunuyorsun?"

   Bunca engelleri aşıp heykelleri dikilen Nâzım'ın o yasaklı yıllarda yayıncısına bu şekilde seslenen yargıçlar da vardı. Nereden nereye... Sanatın önüne engel dikenler unutulur. Sanat ve sanatçı ölümsüzdür. 

    (AHMET ÖZER - Cumhuriyet Kitap)




Merhaba!

18 Mayıs 2023 Perşembe

İMKÂNSIZI BAŞARANLAR

 


  "Vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz kardeşim! Bak Mustafa Kemal Paşa'ya, bir avuç subay, üç beş tane serdengeçtiyle birlikte canını ortaya koydu. Memleketi karış karış gezip kongreler düzenliyorlar. Millete başımıza gelenleri ve daha da gelecekleri anlatıp onları harekete geçirmeye çalışıyorlar. Bu halkın artık silaha sarılması şart!"

    Ali Ratip'in heyecanı, inancı ve kararlılığı tamdı. Halkı Erciyes'e benzetti:

   "Halk dediğin şu Erciyes gibidir kardeşim, kolay kolay gürlemez ama gürledi mi de kavurur kül eder. Ne sultanlar, ne krallar, ne imparatorlar ateşinde eriyip giderler."

  "Ben de onu diyorum ya Ali Ratip, bakma sen Erciyes'in başına toplanmış sise, buluta, onun içi fokur fokur kaynamakta. Zamanı geldiğinde önünde kimse duramaz."

   "Nasıl bir zamandır ki bu bir türlü gelmez... Bu en belalı zamanlarda bile Erciyes gümbür gümbür gümbürdemez..."

   (MEHMET ULUĞTÜRKAN / Kayıp Sancak - İnkılâp Kitabevi)


***


   Mustafa Kemal Paşa başından beri düzenli orduya geçilmesinden yanaydı. Ancak herkesin aynı fikre ulaşması zaman aldı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmış olması artık egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunun ilanıydı. Aslında Kuvayı Milliye ruhunun en önemli yansıması Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Çünkü Büyük Meclis yurtsever insanlardan kuruluydu. Milletvekilliğinin üst düzey maaş, kıyak emeklilik, 32 dişi de implant yaptırabilmek gibi olanakları yoktu. O dönemin vekilleri, seçilirken harcadıkları parayı ihalelerden alacakları avantalarla çıkarmak amacıyla meclise gelmemişlerdi. Tek bir amaçları vardı; o da vatanı kurtarmak ve tam bağımsız Türk devleti kurmaktı. Bu amaç uğruna mum ışığında sabahlara kadar kılı kırk yararak vatanın ve milletin hayrına olacak en doğru kararları almaya çabalıyorlardı. Okul sıralarına sıkışıp oturuyorlar ama hiç durmadan çalışıyorlardı. Meclis tutanaklarının üzerine yazılacağı kâğıt bile yoktu. Tutanaklar meclise gönderilen dilekçe ve mektupların arkalarına ve kese kâğıtlarına yazılıyor, yokluk içinde bile olunsa yine de devlet olma ciddiyetinden ödün verilmeyip, söylenen tüm sözlerin kayıt altına alınması sağlanıyordu. Vekiller kazanlarda pişen kuru fasulye ve pilava talim ediyor, koğuşlarda yer yataklarında yatıyor ama "ya istiklal, ya ölüm" demekten vazgeçmiyorlardı. 

   (SERRA MENEKAY / Kıvılcımdan Aleve - Ege'deki Kuvayı Milliye, Galeati Yayıncılık)


***


"Yarın harap bir memleketi imar etmek için önümüzde diz çökeceksiniz. 

Bizden yardım istediğiniz zaman, bugün reddettiklerinizi birer birer çıkarıp önünüze koyacağım."

(LORD CURZON)


   Bakanlar Kurulu sabaha kadar çalıştı. Gazi'nin verdiği raporlardan yararlanarak çözülmesi gerekli sorunların yalnız başlıklarını listelediler. Liste sayfalar tuttu.

   "Ooof!" 

   Listede yer alan sorunları önemine göre sıralamakta zorluk çektiler. Hepsi önemli ve ivediydi. 

   İsmet Paşa, Lord Curzon'un ünlü tehdidini özetledikten sonra "Beyler.." dedi, "..bu sözü, bu sözü söylediği sıradaki yüzünü, tavrını her hatırladığımda kalbime ağrı giriyor. Kredi, destek, yardım istersek, bizden yine ayrıcalık, öncelik, hak isteyecekler, bize yine küçümseyerek bakacak, onurumuzu kıracaklar. Bunun ne demek olduğunu bilen insanlarız. Yine sağmal ineğe döner, milletimizin hakkını yabancılara yedirmiş oluruz. Öyleyse dışardan yardım beklemeyeceğiz, tek kuruş istemeyeceğiz. Kendi bir kaşık yağımızla kavrulacağız. Hiçbir alanda israfa, gösterişe, lükse kaçmayacağız, hesapsızlık yapmayacağız. Tek kuruşunu bile düşünerek harcayacağız. İşimiz imkânsızı başarmak. Hem de hızla."

   (TURGUT ÖZAKMAN / Cumhuriyet - Türk Mucizesi, Bilgi Yayınevi)




Merhaba! 

13 Mayıs 2023 Cumartesi

MÜCADELE

 

   Haksızlığa direnmek; haksızlığı yapanlarla gücü elinde tutanlar aynı olunca zor tabii, herkesin harcı değil. Hem akıl, fikir hem de yürek ister. Hepsinin aynı bünyede bulunması nadir bir durum. Yine de insan bulunsun istiyor, bulunuyordur sanıyor, bulunduğuna inanıyor. 

   (SERRA MENEKAY / Şefika-İsmail Gaspıralı'nın Kızı - Galeati Yayıncılık)


***



KEMAL ATEŞ & MAHMUT MAKAL


"Uzun söyleşiler, birlikte yolculuklar yaptık Mahmut Makal'la.
Deli dolu yaşadı, eyvallahı yoktu kimseye, susmadı, susturulamadı.
Mahpus damlarını ona da gösterdiler."

(KEMAL ATEŞ - Aydınlık Gazetesi / Eylül 2018)



  Bizlerin çabası, ülkeyi "mülk" olmaktan kurtarma, herkese payına düşen sorumluluğu kavratma, kişinin kişiye "kul"luğuna son verip imeceli ve de esenlikli bir cumhuriyeti uygulanır duruma getirebilme çabasıdır. Başımız da bunun için kırılmak istenmektedir ya!

    (MAHMUT MAKAL / Bozkırdaki Kıvılcım Enstitülüler - Literatür Yayıncılık)


***


   Brecht'in bir şiiri var. "Okuyan Bir İşçi Soruyor". Emeğiyle yaşayan insanoğlu okursa, bir aydınlığa çıkarsa başlar düşünmeye, sorular sormaya, bunlara karşılık aramaya, verilemezse kendiliğinden bulmaya... Bakın ne diyor Brecht:

Yedi kapılı Teb'i kim yaptı Mısır'da
Kitaplarda yalnız kralların adı var
Krallar mı sürükleyip getirdi kayaları?
Birçok kez yakılıp yıkılan Babil'i
Kim yaptı o duvarları?
(...)
Genç İskender fethetti Hindistan'ı
Tek başına mı?
Sezar yendi Gallileri
Yanında bir aşçı olsun yok muydu?

   Verin bakalım bu soruların karşılığını.
  Brecht'in "okumuş" emekçisi soruyor bütün bunları. Bir açıklama bekliyor. Kim ödedi o masrafları? O duvarcılar nereye gitti? Kayaları kim sürükleyerek getirdi? diyor. Bir gün gelecek tarihlerde yalnızca "büyük" kişilerin öyküsü yer almayacak. Yığınları ezerek, inleterek "kahraman" geçinenler ortadan kalkacak. Ne zaman mı? Brecht'in bilinçli emekçileri yeryüzünü doldurup taşırınca...
   O kör bağnazlık, o korkutucu karanlık, o aldatıcı kurnazlık ancak bir süre, belirli bir süre çıkmazlara sokar yığınları. Bilinç, kitaplardan, okullardan, aydın kafalardan, ışıl ışıl yüreklerden er-geç doğar. Yenilmez gücüyle dikilir karşımıza. Bir gün gelir, o soruları soranlar kendileri yanıtlarlar, açıklarlar o soruları...


  OKTAY AKBAL
(Yazmak Yaşamak)


***


Unutmayalım ki adaletsizlikler karşısında demokrasi adına girişilen mücadele, insanlık tarihinin ta kendisidir.

(EREN AYSAN - Cumhuriyet Gazetesi)






Merhaba!

5 Mayıs 2023 Cuma

DENİZLER - 2

 

 Yaşandığı dönemde Türkiye'yi sarsan 68 Kuşağı hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı. O dönemin ansiklopedilere, kitaplara geçmiş kahramanları bugün 70'li yaşlarını sürüyorlar... Gencecik yaşlarında tarih oldular. Bir bölümü idam edildi, silahlı çatışmalarda öldürüldü, sağ kalanlarıysa uzun yıllar hapislerde yattı... 

   Göze aldıkları az şey değildi, devrim yapmak için yola çıkmışlardı. Arkalarında onurlu bir tarih bıraktılar. Giriştikleri hareketin faturasını çok ağır ödediler.

  68 Kuşağı'nın "genç yüzü" vardı. Yaşları 18 ile 25 arasında değişen öğrenci önderleri yürekli oldukları kadar çalışkan, neşeli, esprili, şakacı gençlerdi. Hayattan tat almasını biliyorlardı.



  Mesela, İstanbul Üniversitesi öğrencileri derslerden ve eylemlerden arta kalan zamanlarda Beyazıt'taki Çınaraltı çay bahçesinde oturup sohbet ederlerdi. Eğer gündemde protesto gösterisi, işgal, boykot gibi bir "hareket" yoksa konuşmalar, "Türkiye'yi kurtarma" ekseninden uzaklaşıp yaşlarının gereği olan aşk kulvarına girerdi. 

  Yine böylesi bir ortamda İktisat'tan Mehdi Beşpınar ve Hukuk'tan Deniz Gezmiş birkaç arkadaşıyla çay içiyorlar. Üniversitenin en güzel kızlarından "Tıbbiyeli Modesty" de iki masa ileride oturuyor. 

  Modesty, o yıllarda Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan bir çizgi romanın siyahlar içindeki esas kızı... Bu Tıbbiyeli kız da, siyah deri pantolon siyah deri ceket giyiyor. Siyah saçları ve kömür karası gözleriyle çizgi romandan çıkıp üniversiteye düşmüş gibi duruyor. Bu benzerlik yüzünden kıza Modesty adı takılıyor.

  Bizimkilerin masada Modesty'nin ulaşılmazlığı üzerine derin tahliller yapılırken Deniz, zor işlerin adamı olarak ortaya atılıyor:

  "Ben şimdi gider bu kıza bir ilan-ı aşk ederim, yarım saat içinde götürür Beyazıt Kulesi'nde onu öperim!"

  Arkadaşları da onu yüreklendiriyor:

  "Oğlum hayal görme, sen kime ilan-ı aşk ettin ki?"

  Deniz cümlenin sonunu beklemeden kalkıp Modesty'nin masasına gidiyor. Kendisini ajitatif bir girizgâhla tanıtıyor:

  "Ben, Amerikan emperyalizmine, Sovyet revizyonizmine, Romen dejenerasyonuna ve Yugoslav soytarılığına karşı mücadele eden Türk devrimci Deniz Gezmiş!"

  Kız şaşırıyor ama Deniz'i tanıdığını da zarif bir biçimde belli ediyor:

  "Aaaa biliyorum, deli misin nesin?"

  Deniz, ilan-ı aşk gerekçesini de ideolojik bir temele dayandırıyor:

  "Biz devrimciler her şeyin en iyisini, en güzelini isteriz. Burada en güzel sensin! Seninle arkadaş olmak istiyorum."

  "Çekil git başımdan!"

  "Hayır oturacağım."  

  Deniz, Modesty'nin masasına oturuyor. Olayın "tarihi tanığı" Mehdi Beşpınar bundan sonrasını şöyle anlatıyor:

  "Yarım saat dolmadan masadan birlikte kalktılar. Biz de elli adım arkalarında yürüyerek takipteyiz. Beyazıt Kulesi'ne girip yukarı çıktılar. Yukarıda ne olduğunu bilmiyorum. Çünkü biz aşağıda kaldık."

  Deniz'le Modesty'nin arkadaşlığı 29 Ekim 1968'de başlayan Samsun-Ankara arasındaki Mustafa Kemal Yürüyüşü yüzünden sona eriyor. Kız "yürüyüşe ben de katılacağım" diyor. Deniz "olmaz" diye diretiyor. Kız da inatçı... Son sözü Deniz söylüyor:

  "Şu andan itibaren seninle aramızdaki her şey bitmiştir!"

  (...)

  Hepsi çok gençtiler. Göze aldıkları şey az buz değildi. Türkiye'de devrim yapacaklardı! Ödeyecekleri bedeli de biliyorlardı. Ölümle dans ediyorlardı. O kadar ki, ölüme giderken bile "şaka" yapmaktan geri durmuyorlardı. 6 Mayıs 1972 sabahı Deniz Gezmiş idama götürülürken, kendilerinden sonra dördüncü sırada bulunan idam mahkûmu olan Mete Ertekin'e şöyle seslenebiliyordu:

  "Meteee korkma sen gelene kadar orayı da örgütleyeceğim, merak etme!"

  (NAZIM ALPMAN - BirGün Gazetesi)    










Merhaba!