27 Mayıs 2018 Pazar

MİZAH CİDDİ BİR İŞTİR




   Mizah, biz akıllı insanların büsbütün çıldırmasını engeller. 


AYDIN BOYSAN








   O günlerde, 1930'larda filan, şimdi herkesin bildiği çayın yeni yeni içilmeye başladığı yıllarda yani, köy meydanına açılan kahveden gelen, mis gibi çay kokusuna dayanamayan Fakir Baykurt bir gün; "Çay isterim, ille de çay, kahve çayı" diye tutturmuş. Elif ana oğluna kıyamamış, elinden tutup kahvenin önüne götürmüş. Kahveci Topal Hüseyin'i çağırmış: "Hüseyin bir bardak çay getir!" Çay gelmiş, çayın nasıl içileceğini bilmeyen Fakir Baykurt, sıcak çaydan hızla bir yudum içmiş ama ağzı yanınca bardağı yere atmış. Çay yere dökülmüş ama toprak zemine düşen bardak kırılmamış. "Anam şimdi vuracak. Şurama mı vuracak? Burama mı vuracak? diye korkarken anası kahveciği yeniden çağırmış: "Hüseyin bir çay daha ver oğlana!"
   İkinci çay gelmiş. Çayı üfleye üfleye, korka korka içmiş bizimki. Ama bir gözü de hep anasındaymış. Yıllarca sormuş durmuş: "Anacığım o gün çayı döktüm bir tokat vurmadın; neden vurmadın?"
   Bu sorunun yanıtını anası yıllar sonra oğlunun öğretmenlik yaptığı köy okulunda verir. Oğlunun sınıfını görmek isteyen Elif Baykurt, o gün sınıfa girer, oğlunun ders verişini izler. Beş sınıfı birden okutan Fakir Baykurt anasının ders izlemeye geldiği günü şöyle anlatır anılarında: "Sınıfta estim gürledim!" Ders bitince dışarıya çıkar ana - oğul. Baykurt dayanamaz, biraz da şımartılmak isteğiyle anasına sorar: "Anacığım, beğendin mi öğretmenliğimi?"
   Anası: "Eh, işte fena değil!" der... Fena içerler Fakir Baykurt. "Nasıl fena değil, müfettişler geliyor; iyi veriyor, pekiyi veriyor. Sen de fena değil diyorsun, nasıl olur böyle?"
   Anası sakince konuşur: "Yıllarca sordun, durdun. Şimdi söylüyorum, aç kulağını beni dinle! Ben sana hani o çay döktüğün gün kızsaydım, içindeki aslan küserdi. Dövseydim, o aslan ölürdü! Böyle öğretmen falan olamazdın. İşte, sen de benim yaptığımı yap ve sakin ol. Dayak atıp bu çocukların içlerindeki aslanı sakın öldürme!.." (HAYRETTİN FİLİZ - Ege Telgraf)


FAKİR - ELİF BAYKURT










 ... Sultan Hamit, beni Mithat yukarı çıkardı ve bir gün o indirecek, güçlüdür, diyordu. Sultan Aziz'in ölümü ya da intiharından yıllar geçti ve yıllar sadece korkusunun artmasına sebep oldu ve beş yıldan sonra harekete geçti. Yıldız Sarayı'nda bir çadır mahkemesi kurdurdu. Mahkeme heyetinin arkasında, Adliye Nazırı Cevdet Paşa, tarihçi Cevdet vardı ve o idare ediyordu. Aslında idare edilecek bir iş yoktu, sonuç belliydi.
    Mithat çok şakacıydı ve sonucu belli mahkeme bunu etkilemedi. Mahkeme Başkanı ilk önce İddianame'yi okudu ve sonra Mithat Paşa'ya nasıl bulduklarını sordu. Cevabı şudur: "İki mahallini doğru ve sahih buldum. Onun da birisi başındaki besmelesi ve diğeri nihayetindeki tarihidir, kusur yerleri yalan ve yanlış ve kaideyi menazırdan hariç sözlerden ibarettir..." (YALÇIN KÜÇÜK - soL Haber)


MİTHAT PAŞA









"Bir toplum mizah duygusunu kaybetmişse, aslında ciddiyetini kaybetmiştir."

OKTAY YILDIRIM - TUNCAY BATIBEKİ
(Satır Artığı)













Merhaba!
   

20 Mayıs 2018 Pazar

AŞK VE DOSTLUĞUN EN YÜCE HÂLİ




   

MERAL - YAMAN OKAY



   Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; 'Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!' diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu.



ERKAN YÜCEL ve YAMAN OKAY
(Bereketli Topraklar Üzerinde filminden bir sahne)


   Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı.
    Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim'in ilk uzun metraj filmidir "İz" filmi ve Yaman'a adadılar.
   Yaman'ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Bende harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak'ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim.
   Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın.
 Yaman'la her günümüz Sevgililer Günü'ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz'ı turlardık.



SEZEN AKSU


   Sezen'i anmamak olmaz: Sezen, Yaman'ın çok yakın arkadaşıydı. Ben, Yaman'dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız.
   O benim kardeşim, arkadaşım, her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Neredeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı.
   Birlikte yazdığımız ilk şarkı; 'Masum Değiliz'. 'Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece, Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna! diye...


Kan ter içinde uykularında uyanıyorsan eğer
Her gece
Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa
Koynuna
Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık
Herşeye

Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan
Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış
Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan

İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır
Eller günahkâr
Diller günahkâr
Bir çağ yangını bu bütün
Dünya günahkâr
Masum değiliz hiç birimiz


   Yaman'dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen'in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır.
   Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yakın bir kültüre aitiz biz. (Cumhuriyet Gazetesi)


Bölünür sancıyla uykular
Sığınak değil en kuytular
Gökte ay ondört ben dolunay
Son hatıramı sinene sar
Bu kadarına razıyım yâr

Uzak diyarlarda evli barklı
mutluluk en çok onun hakkı
Bu yorgun kırık dökük hikayenin de
Adı bende saklı

Dalda muhabbette kumrular
Bana ayrılığı sordular
Dedim afet, yangın, dedim kar
Dedim adet aşkı vururlar
Dedim adet aşkı vururlar



SEZEN AKSU - MERAL OKAY


Gitti ömrümün geri kalanı, yetemedim.


SEZEN AKSU


Sen kalbimin zarif efendisi
Hayatımın kıymetlisi
Hey uzun yol arkadaşım
Şimâl yıldızım ner'desin?



CEZMİ BASKIN - MERAL OKAY
(Beynelmilel filminden bir sahne)


   Meral Okay ki. Sağlam kadındı, çelik yürekliydi. Pırıl pırıl bir zekâsı vardı. Muhteşem Yüzyıl'la tanındı ama aslında, sanata katkısı, şarkı sözlerine, dizilere dair yaratıcılığı dillere destandı, muhteşemdi. Vefatının hemen ardından başta Sezen Aksu'muz ve bütün arkadaşlar, arkadaşları omuz omuza vermiş, bir saygı gecesi yapmıştık. Geliri Şirince'deki Matematik Köyü'ne kalan 'Meral Okay'ı anma gecesi... Tekrar söylemek isterim ki Meral'imizin anısına, Yaman'ımızın da bıraktığı büyük oyunculuğa sevgiyle... (NEBİL ÖZGENTÜRK)











Merhaba!



14 Mayıs 2018 Pazartesi

ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİ DOĞADA




"İnsanın anayurdu çocukluğudur."


JORGE AMADO








"Bana hiçbir zaman çocukmuşum gibi köyde kimse davranmadı. Başka çocuklara da... 
Ben köyden ayrılıp şehre düşünce çocukların çocuk olduğunu anladım."


YAŞAR KEMAL









KADIRALAK YAYLASI





Yavrum, 
Sen bir dağsın,
Tarihin coğrafyaya en soylu 
armağanısın
(...)
Evet, yavrum sen bir dağsın, 
Sabırla mağaralar açtın gövdende,
yiğitleri barındırdın.
Yanında Andlar:
silahsever köylülerin yalçın anası.
Yanında Pireneler:
Batı Avrupa'nın onuru.
Yanında Kilimanjaro:
dev bir yazarın taşıdığı dev acı.
Yanında Bolu dağları:
mertlik mi, kılıç mı, şiir mi?
Yanında Toroslar:
ırgatlara umut veren sığınak.
Yanında Palandöken:
baharın gelişini gazetelerden değil,
seher yıldızından öğrenenlerin dağı.
Doruğunda bir kartal yuvası.



ÜLKÜ TAMER








   Geleceğe dair hayal kurarken çocuklardan ve çocukluktan bahsetmiyorsak, o gelecekten umut bekleyemeyiz. İçinde çocuğun ve çocukluğun olmadığı bir gelecek hayali, umutsuz ve ruhsuz bir geleceği işaret eder. Çocuklarımızı böyle bir geleceğe teslim edemeyiz. (YAĞIZ GÖNÜLER - Unuttun Ama Çocuktun)







Evleri yüksek kurdular,
Cama, betona boğdular.
Usumuzdaydı unuttuk;
Topraktan uzakta kaldı,
Toprağa bağlı olanlar.


GÜLTEN AKIN







"Doğada nesli tükenen ağaçlar, otlar ya da hayvanlar değil; nesli tükenen varlık insanın ta kendisi."

ÖMER ÜNAL
(Aydınlık Kitap)











"Doğayla savaş halindeyiz ve eğer kazanırsak kaybedeceğiz."


HUBERT REEVES







Tabağına biraz güneş al, domateslerin yanına
birazdan yağmur da damlar sofraya, ohhh
resim tamam, bak tazecik bulutlar da geldi


HAYDAR ERGÜLEN ve KIZI NAR









ve hepsinden önemlisi,
çocukların ama bütün çocukların,
kırmızı elmalar gibi gülüşü...


NÂZIM HİKMET









Merhaba!








6 Mayıs 2018 Pazar

SERÇELEME





NELSON MANDELA






Uçmak için kuş olmak gerekmiyor,
Küçük sevinçler olsun yeter.



CEMAL SÜREYA










   "Bir gün köydeki bahçemde toprağı çapalarken omzuma bir serçe kondu. Omzuma takılacak hiçbir apoletin beni o andaki kadar seçkin kılamayacağını hissettim." (HENRY DAVID THOREAU)

   20 Mart "Dünya Serçe Günü" nedeniyle Doğa Derneği tarafından hazırlanan bildiriye "Serçesiz olmaz" başlığı atılmış. Bildiriyi okurken aklıma Silivri cezaevinin serçeleri geldi. Düşünün ki Silivri'de demir parmaklıklar arkasındasınız. Doğal olarak keyfiniz kaçık. Sonra bir sabah pencerenize bir serçe gelir, camı tıklatır gagasıyla. Öyle heyecanlanırsınız ki... Bütün koğuş heyecanlanır. O kasvetli karanlık o küçücük misafirle birden aydınlanır... Hemen ekmek kırıntıları serpiştirilir camın kenarına. Plastik çay tabağına su konur. Kantinden kuş yemi siparişi verilir... Kantinde pek çok şey yoktur ama kuş yemi vardır. İyi ki de vardır. O ilk serçe baharın habercisi. Sonra diğerleri gelir. Sabahları kuş sesiyle uyanmaya başlar Silivri cezaevi. Tam da Şükrü Erbaş'ın dizesinde anlattığı gibi:

Güneş değil, inandım
Serçeler başlatıyor sabahı.



ŞÜKRÜ ERBAŞ



   Silivri'de artık serçeler başlatır sabahı. O müziksiz soğuk duvarların arkasında volta atarken, kendinizi ıslıkla "La Vie en rose" çalarken yakalarsınız birden. Sahi, Edith Piaf'a "kaldırım serçesi" adını takarken ne düşünüyordu Louis Leplee? (HAKAN KARA - Cumhuriyet Gazetesi)










Çok oldunuz be serçeler
Kapatırım şimdi kapıyı
Dedim 
Dinlemediler beni
Ben de kapatmadım kapıyı
Varsın dinlemesinler


CAN YÜCEL











Merhaba!