30 Aralık 2018 Pazar

OKUMA SANATI




   "Yazarlar kendi okurlarını arar, kendi okurlarını yaratırlar, okurlar da kendi yazarlarını."


EMİN ÖZDEMİR










   Damon Young, kitapları önemseyenlerin geçtiği ya da geçebileceği yollara değinirken okumanın, kişiyi "dünyanın arınmış ve onarılmış görüntüsüyle karşılaştırabileceğini" söylüyor. Okuma, bu noktadan itibaren bir sanata dönüşüyor ve Young'a göre tam anlamıyla bireyselleşiyor. Koleksiyonerler gibi okurlar da deneyimlerini veya onunla eşleştirdiklerini biriktirip bir sanat inşa ettiğinde, kütüphane ve zihin alabildiğine büyüyor. (ALİ BULUNMAZ - Cumhuriyet Gazetesi)


DAMON YOUNG










Yazmadan yaşanabilir ama, okumadan asla. 
Toplumlar yazı olmadan da vardır ama, hiçbir toplum okumadan var olamaz.


ALBERTO MANGUEL
(Okumanın Tarihi)











   Beyim diyor, bizim yolumuz, köprümüz, çeşmemiz yok, kitaplığı ne yapacağız?
   Anlatıyorum ona: Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, çeşmeniz, köprünüz de olur!


FAKİR BAYKURT
(Eşekli Kütüphaneci)












Merhaba!

23 Aralık 2018 Pazar

ŞİİR HAYATIN İÇİNDEN




MÜLTECİ

Denizin üstü gemi
dümeninde dolunay
geminin altı deniz
ambarı dolu mülteci
Ay çalındı geceden
Denizin üstü karanlık
beşi bebek, yetmiş çocuk
karanlığın altı dehliz
arkadaşları bir kara balık
Ay çalındı gemiden
Denizin üstü soğuk
sınırı dikenli tel
denizin altı oyuk
alın yazıları ecel
Ay çalındı denizden




   "Gökyüzünde kayan bir yıldız olsun şiirim... Dere kenarında bir çakıltaşı, dağ yamacında açan gelincik... Filinta delikanlılar yakalarına taksınlar gül niyetine... Genç kızlar mendil kenarına işlesinler... Yapıda çalışan işçilerin alınterinde parlasın... Emekli hademenin elindeki tespihi döndürsün... Kısaca hayatı anlatsın şiirim..."


REFİK DURBAŞ








DOĞADAN İSTEK

Beni geçmişin dehşetiyle besle
beni geleceğin özsuyuyla

Küpeler tak kulaklarıma kirazlardan
mendilimi fesleğenlerle yıka

Bana çılgın bir gürleyiş bellet
yankısıyla kapan üstüme geceleri

Benimle rüzgârları tanıştır
gözlerimi boralara düğümle

Beni kankardeşi bilsin gözyaşların
beni umudunla büyüle

Bana ıssız gecelerden yıldız kaymaları sun
beni ucu kıl birbirine sürtünen çakmak taşlarının

Koynuma başakları yıkayan yağmurunla yağ
kasıklarımı zeytin yapraklarıyla yenile

Ben seni esir alayım şiirlerle
Sen beni kul bil kendine




 "... Hayat sevdası teslimiyet taşımaz. Şiir hayat sevdasıdır. Can bu sevdaya tutunur, bu sevda canın kökleridir, soluğudur. Bitki ya da hayvan, bütün canlılar için böyledir. Tamam, can ölümlüdür, ama hayat ölümsüzdür. Genelde sanat, özelde şiir o ölümsüzlüğün gizinde filizlenir. Teslim alınmazlığı da ondandır..."


NİHAT BEHRAM








TÜRKÜ

Uyandım, dağlarda duman
Ovada sabahın tütsüsü

Deniz ürperiyor uzaktan
Koynunda güneşin gülü

Kanat kanat dağılsam
Unutmam kendi göğümü

Gelirsin bana sulardan
Yüzünde yosunların tülü

Yaşamak, seni seviyorum
Demenin başka türlüsü




"Devrimci şair, hayatın bütün duygu ve düşüncelerine açık olmalıdır;
çünkü onun temsil ettiği düşünce hayata en yakın düşüncedir."


AHMET ERHAN








KİRAZ BAHÇESİ

C.'ye dair...

kiraz bahçelerinden geliyordum
yakamda hınzır çocukların gülümsemeleri
seni sevmekten geliyordum
bir çeşit yalansızından sevda cümleleri
tren yolculuklarında
kiraz bahçelerinin resmi geçitleri

o hınzır çocuklar yok şimdi
seni o denli sevmek yok
tren yolculukları yok

sek sek oynuyorum sanmıştım
önümde çizdiğin kareleri atlarken
geri döndüğümde
tüm eski yollarımı silmiştin

büyümek
kiraz bahçelerinden kaçmakmış
ya ben ne anlamıştım




"Şiir edebiyatın can yeleğidir."



BETÜL DÜNDER













Merhaba!

16 Aralık 2018 Pazar

BÜYÜK İNSANLIK





ELİNDEKİ KÜREĞİ BOYUNDAN BÜYÜK

2 milyon çocuk, tarlada, sokakta, fabrikada ev bütçesine katkı sunmak için iş hayatında.
Çocuk işçilerin yüzde 80'i güvencesiz.
2017'de 60 çocuk çalışırken hayatını kaybetti.
(Cumhuriyet Gazetesi)






   Her yıl mart ile kasım aralığında 15 metrekare çadırlarda yaşayan, servis kazaları sonucu yiten hayatları haber sitelerinden eksik olmayan tarım işçilerinin, yine işçi olan çocuklarından söz edeceğiz bu yazıda, ellerine oyuncak yerine çapa; kalem-defter yerine tırpan alan çocuklar, okul servisi yerine iş servisine binen çocuklar... Onlar için dünya dört mevsim değil iki mevsimdir, bir mevsim işçi, bir mevsim çocuk olurlar... (AHMET DİNÇEL - soL Haber)





Oyunu sever bütün çocuklar
birdirbir, uzun eşek, körebe
bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez
oyun sözcüğünün halkların dilinde

(Oyun koyun çocukların adını)

Barışı sever bütün çocuklar
beştaş, saklambaç, elim sende
bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez
barış sözcüğünün halkların diline

(Barış koyun çocukların adını)


REFİK DURBAŞ








 ... Kasım Mustafa (16) isimli çocuk da, Suriye'deki savaştan kaçtıklarını ve Türkiye'ye yerleştiklerini söyledi. Suriye'de yaşarken okula gittiğini, ancak Türkiye'ye geldikten sonra eğitim göremediğini belirten Kasım, "Savaştan kaçıp geldik. Sabah kalkıyoruz, arabalarımızı alıyoruz, kağıt topluyoruz ve satıyoruz. 5 yıldır Türkiye'deyim ve geldiğimden beri çalışıyorum" diye konuştu. Yaşıtları gibi tatil yapamadığını, normal bir hayat yaşayamadığını belirten Kasım Mustafa, "Bayramdan bayrama tatile gidiyoruz. Benim yaşıtlarım evlerini geçindirmek zorunda değiller. Biz evimizi geçindirmek zorundayız, elektrik, su faturalarını ödemek zorundayız. Suriye'de değiliz, evimiz yok. Biz de bu hayatı yaşamak zorundayız. Yapabileceğimiz bir şey yok, yaşamak zorundayız" dedi. (Aydınlık Gazetesi)








Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.

Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.

Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.

Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.


NÂZIM HİKMET









   Merhaba! 
                                               

9 Aralık 2018 Pazar

SANAT NEDEN GEREKLİDİR ?





Resim: ELİF NACİ



   D Grubunun kurucularından... Yarım yüzyıllık bir ressam, bir sanat adamı. Elif Naci'yi zamanın hiç etkilemediğini sanır insan. Daha doğrusu Elif Naci'ye baktıkça zaman diye bir şeyin olmadığını... Zaman saçları aklaştırır, bir kaç çizgi ekler yüze, başka ne yapar? İçimizdeki insana, o yaşlanmayan çocuğa elini sürebilir mi? Elif Naci gibi kendini yaşamla sanatın, dostlukla sevginin, her şeyin üstünde insan olmanın, insan kalmanın coşkusuna verebilmişse... Zaman kurşun rengi bir toz yağdırır üstümüze, elimizle silkeleriz, kurtarırız kendimizi zamanın, yaşın ağırlığından, bulanıklığından, karamsar etkisinden... Bir gülüştür, bir nüktedir, bir sevgili bakıştır, bir dostça sesleniştir, bir sanat tartışmasıdır kurtarıcımız... (OKTAY AKBAL - Yaşasın Edebiyat)


ELİF NACİ








 ... İstanbul'un, Roma'nın, Berlin'in sokaklarında göçmen bebekler kâğıt mendil satıyor. İklimler kalmadı, artık fırtına ve tufanları yönetmeye çalışıyoruz. Aşk, cep telefonuna gelen kuru bir mesajdan öte gidemiyor. Romantizm çoktan öldü ve idealizm artık enayilik. Küresel anlamda bir kimlik bunalımı yaşıyoruz. Tarihe bakın, dünyanın en çalkantılı dönemlerinin ardından müthiş sanat eserleri ortaya çıkmıştır. İnsanın kötülükten kaçması, nefes alması için gereklidir sanat. Resim, müzik, dans, heykel, tiyatro, film, edebiyat kurtaracak bizi. Bir kişi de okusa, izlese ümit var demektir. Yazmak son silahım değil, yaşamak için tek silahım.


ELÇİN POYRAZLAR
(Söyleşi: ERAY AK - Cumhuriyet Kitap)








   Oyuncu, yönetmen Yücel Erten, tiyatro tarihine geçen ustalara takdim edilen "Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü'ne değer görüldü. Erten, ödül konuşmasında şunları söyledi:
  "Ortak mücadeleye katkım olduysa ne mutlu bana. Biliyorum son dönemde mücadelede yaralımız çok oldu. Bir söz vardır, seni öldürmeyen şey güçlendirir diye. Lütfen ölmeyelim. Ölmemek için el ele kol kola, omuz omuza yüreklerimizi bir tutalım. Adalet için, eşitlik için, laiklik için, özgürlük için, Cumhuriyet için, demokrasi için, barış için, bir enerji kalkanı oluşturalım. Şiddetle ihtiyaç duyduğumuz ne çok şey var, saymakla bitmiyor. Konuşmamı Muhsin Ertuğrul'un bir sözü ile bitirmek istiyorum, kulaklarımızda çınlasın istiyorum. Şöyle demişti: Eğer tiyatroyu Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar götüremezsek, sahte dindarlığa, yalana ve riyaya karşı mücadelemizde silah olarak ne kullanacağız!" ( BİRGün Gazetesi)


MUHSİN ERTUĞRUL












Merhaba!


  

2 Aralık 2018 Pazar

BİR GÜN MUTLAKA








   Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Çocuklar ve Silahlı Çatışmalar Özel Temsilcisi Virginia Gamba Suriye'deki savaşın çocuklar açısından sonuçlarını ele alan yeni bir rapor açıkladı. New York'ta yaptığı açıklamada, Suriye'deki savaşta kurban sayısının giderek arttığını, çocukların da bu şiddetten nasibini aldığını söyleyen Gamba, çocuklara yönelik 12 bin 500 ağır ihlalin kayıtlara geçirildiğini belirtti. BM yetkilisi, Suriye'de son beş yılda 7500 çocuğun öldüğünü ya da sakat kaldığını ifade etti. (Cumhuriyet Gazetesi)








   Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) uluslararası silah ticareti raporuna göre en çok silah satışı yapan ülkelerin payı:
   1. ABD: % 33
   2. Rusya: % 25
   3. Çin: % 5.9
   4. Fransa: % 5.6
   5. Almanya: % 4.7
   6. İngiltere: % 4.5






   


   Yıl 1927:
   İsviçre'nin Cenevre kentinde Silahsızlanma Konferansı'nın Hazırlık Komisyonu toplanıyor. O ana kadarki benzer toplantılarda havanda su dövülmüş, Birinci Dünya Savaşı'ndaki yıkıma karşın, İngiltere, Fransa, Almanya gibi güçler adeta silahlanmanın ve savaşın kaçınılmazlığını kanıtlayarak kapatmıştı görüşmeleri.
  Bu kez toplantıya Sovyetler Birliği heyeti de çağrılmıştı. Dışişleri Komiseri (bakanı) Yardımcısı olarak Maksim Litvinov'un başkanlığındaki Sovyet delegasyonunun nasıl bir tutum takınacağı merakla bekleniyordu. 
   Merak kısa sürede şaşkınlık ve ardından paniğe dönüşecekti. Çünkü Sovyetler Birliği, konferansa katılan ülkelere "bütün orduların dağıtılmasını" öneriyordu. Yanlış okumadınız, Sovyet yönetimi, Kızıl Ordu dahil olmak üzere, dünyadaki bütün silahlı güçleri bir yılda ortadan kaldırma çağrısında bulunuyordu. Dahası, ordu ya da milis formunda bütün askeri eğitimler yasaklanacak, tüm silahlar yok edilecekti. Ve Sovyet diplomatı Litvinov "tüm askeri uçak ve gemileri parçalayalım" diyordu. 
   Batılı ülke temsilcileri yaşadıkları şoktan çıktıktan sonra öneriyi reddedip Konferans gündemine alınmayacağını söylediler elbette. Silahsızlanma iyiydi ama, ancak, fakat, lakin, kem küm... 
... Ancakların, lakinlerin, amaların, fakatların, kem kümlerin içini doldurmak İngilizlere düşmüştü. Avrupa'nın ve birçok açıdan dönemin en güçlü emperyalist ülkesi, Sovyetler Birliği'nin başka ülkelerin içişlerine karıştığını, Komünist Enternasyonal aracılığıyla yıkıcı faaliyetlerde bulunduğunu iddia ediyordu. Bu nedenle silahsızlanma önerisi kabul edilemezdi.
    İçişlerine karışmak! Şaka gibi...
... 1927'de ordular tasfiye, silahlar imha edilmedi, askeri gemi ve uçaklar parçalanmadı, deli gibi silahlanmaya devam etti emperyalizm ve özellikle 1933'te Almanya'da Hitler'in iktidara gelmesi ile birlikte Sovyetler de bu yarışa dahil oldu. 1939'da emperyalizmin ama, ancak, fakat, lakin, kem küm derken neyi kastettiği anlaşıldı. İkinci Dünya Savaşı benzersiz bir yıkım yaşattı insanlığa ve o insanlığı Hitler faşizminden kurtaran "başka ülkelerin içişlerine karışmakla" itham edilen Sovyetler oldu.
   Bundan 101 yıl önce Rusya'da işçiler iktidarı aldı, sosyalizmi kurmak için kolları sıvadı. Ekim Devrimi yeni bir çağ başlatırken, "barış" onu yaratan emekçi halkın en büyük özlemiydi. Şimdi "silahları parçalayalım" diyen tek bir ülke yok dünyada, olamazda... Sadece silahlara güzelleme var, onlardan para kazanıyor, başka paralar kazanmak için onları yoksulların eline verip dünyayı paylaşmak için ha babam savaş çıkarıyorlar.
   İnsanlık bunu hak etmiyor.
   İşte bu nedenle yeni Ekimler olacak, mutlaka olacak... (KEMAL OKUYAN - soL Haber)






BİR GÜN MUTLAKA

Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl
bitebilir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar
Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü, temiz bir gömlek giyiyorum
Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu han-ı yağma
Ama yorgunum şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardesü
Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları
Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda


ATAOL BEHRAMOĞLU












Merhaba!





   



25 Kasım 2018 Pazar

BİR YALNIZ ADAM: SAİT FAİK





   Pusulamdı ilk gençliğimde Sartre'ın "Aydınlar Üzerine" kitabı. Yirminci yüzyıl başı, dünyanın en çalkantılı dönemi, büyük olaylar ardı ardına etkiliyor herkesi. Kendi sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor Sartre. Öyle değil midir zaten, bir başkası size ödev, sorumluluk yüklemez, eğer dünya ile dertlenir, bunu temel meseleniz sayarsanız ancak "aydın" olursunuz! Peki, kimdir bu aydın?
   "Hiç kimse tarafından görevlendirilmemesinin ve statüsünü hiçbir otoriteye borçlu olmamasının onun özelliği olduğunu söyleyebiliriz" diyor Sartre. Bir kere kimseden emir almayacaksın, hiçbir makama bağlı olmadan, başına buyruk olacaksın, sözüne sahip çıkacaksın! Üstelik başın beladan kurtulmayacak! Sartre'ı özetlersek; İçinden çıktığın burjuvaziyle kavgaya girişeceksin. Bu elbet kaçınılmaz olacak. İşçi sınıfının yanında duracaksın inatla. Üstelik ne içinden çıktığın burjuvalar senden haz edecek ne de uğruna kavgaya giriştiğin işçi sınıfı seni sevecek! Halkın bilgisini görgüsünü yüceltmek için mücadele vereceksin. Egemen sınıfa kafa tutacaksın, elinde bulundurduğu bilgiyi ondan alacak, Halka yayacaksın! "Ama bu özellikleriyle bile, aydın hiç kimse tarafından görevlendirilmemiştir. Emekçi sınıfın gözünde bir şüpheli, egemen sınıfların gözünde bir hain" olarak algılanacaktır. Tuhaf bir mahluk! İnsan niye böyle biri olmak ister? (ENVER AYSEVER - Cumhuriyet Gazetesi)




SAİT FAİK ABASIYANIK - LEYLA ERBİL 



   Kırklı yılların sonlarında olmalıydı. Beyoğlu'nda, Cağaloğlu yokuşunda önemsiz bakışlı, yakaları her zaman kalkık açık bej pardösülü, uzun boylu, sakin görünüşlü bir adam dolaşırdı. Gündüzleri Cağaloğlu'nda, akşamları da Beyoğlu'nda onu sık sık görür, "İşte bu da buradaki aşina yüzlerden," diye düşünürdüm. Pek bilmezdim önceleri kimin kim olduğunu, hem neden bilmeliydim ki?..
   Sait Faik'i bilirdim, okumuştum, okuyordum ama, ben kitaplardaki Sait'i biliyordum; beyaz kâğıdın üzerinde kara satırlardaki Sait'i. Hiç kuşku yok, bu da en önemli Sait'ti.
   Sanırım, Sait'in kendisini ilk kez Agop Arad'ın yazıhanesinde tanıdım. Sait Faik Abasıyanık. Koskocaman bir ad. Sait işte oydu: Akşamları Beyoğlu'nda, gündüzleri Cağaloğlu'nun ara sokaklarında hep karşıma çıkan o önemsiz bakışlı, yakaları kalkık, açık bej pardösülü adam. (ARA GÜLER)




Fotoğraf : ARA GÜLER



   Sait Faik sevdiği insanı fakir fukara arasından, kara ahşap evlerde oturan, geçinebilmek için evlerinin iki odasını kiraya veren, bir saatlik vapur yolculuğunu ikinci mevkiin tahtaları üzerinde geçiren kimseler arasından seçiyor. Bence o, kırkını aşmış bir mahalle çocuğudur. (ORHAN VELİ)




ORHAN VELİ - SAİT FAİK



  Bazı adam vardır, insan yüzünde sırf hınç, kin okur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık... Bu adamın üstünden başından da yalnızlık akar. Bir de bu adama Kadıköy iskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybeli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri seyrederken rastlarsınız. (YAŞAR KEMAL) 




SAİT FAİK - YAŞAR KEMAL



"Orman, deniz, çiçek, yemiş, böcek, kuş, güzel insan olur da şiir olmaz olur mu?"


SAİT FAİK - ARAP



İki damla yuvarlandı ozanın yanağına
Sağ yanağına - sol yanağına
Sevinç damlası - üzünç damlası
Sevgi gözyaşı - öfke gözyaşı.

İki tertemiz küçücük damla
Birbirinden ayrı, sessiz, küçücük
Ama birleşmeye görsünler, şiir olurlar
Şimşek gibi çakar, sel gibi boşanırlar. 

RESUL HAMZATOV 
(Çeviri: MAZLUM BEYHAN)







(2018 Siena Uluslararası Fotoğraf Yarışması - Yılın Fotoğrafı)










Merhaba!








   


  

18 Kasım 2018 Pazar

İNSAN İNSAN




  ... Arabalar geçeceği sırada kafile subayı, İranlı bir saray şairini götürdüğünü söyledi ve isteğim üzerine beni Fazıl Han'la tanıştırdı. Çevirmen yardımıyla, tumturaklı bir doğulu tavrıyla söze başlamıştım ki; Fazıl Han benim saçma sapan sözlerime akıllı uslu karşılıklar verince ne kadar utandım! Beni Petersburg'da yeniden göreceğini umuyor, görüşmemizin kısalığından hayıflanıyordu, vs. Kızarıp bozardım. Şakacı-tumturaklı konuşma tarzını bırakarak normal bir batılı gibi konuşmak zorunda kaldım. Böylece de, biz Ruslara özgü alaycılığın cezasını çekmiş oldum. Bundan böyle insanları, kafalarındaki papağa, ya da tırnaklarındaki kınaya bakarak yargılamayacağım... (Erzurum Yolculuğu)


ALEKSANDR S. PUŞKİN 
(Resim: IVAN K. AIVAZOVSKY & ILYA E. REPIN)











... Filozof Zeki Arsuzi Antakya'ya döner ve şehrin en popüler Fransız lisesinde çalışır. O tarihte Osmanlı idaresi çökmüş başta İskenderun Sancağı (Hatay) olmak üzere tüm bölge Fransız işgaline girmiştir.
   Fransız askeri sultası tarafından Arsuz Nahiyesi Müdürü ardından Antakya Maarif (Eğitim) Müdürlüğü Sekretaryası görevine getirilir. 1927'de Paris Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne burslu öğrenci olarak kabul edilir. 1930'da felsefe ve tarih öğretmeni olarak Antakya Lisesi'ne tayin edilir. 
   Zeki Arsuzi bir gün görev yaptığı çok etnikli, çok dinli ve çok mezhepli okulda sınıfa girer. Gördüğü manzara onu kahreder. Sınıfın öğrencileri okulun Fransız müdürü tarafından din ve mezhep farkına uygun olarak ayrı sıralarda oturtulmuşlardı. Müslümanlar, Mesihiler, Museviler, Sünniler, Aleviler artık karışık oturamazlardı. Bunu kimin yaptığını öğrencilerinden öğrenir. Sınıfı eski haline sokar...
... "Allah'ın birliği misali kemikle et gibi birlikte olun. Kimsenin sizi etnik ve mezhepsel temelde bölmesine izin vermeyin. Bu çalışmalara asla alet olmayın ve prim vermeyin. İnsan merkezli yaşayın. Bir milleti millet yapan farklı parçaların birlikteliğini koruyun" tembihinde bulunur. Ardından müdürün odasına girer. Odada bulunan Fransız idari ve askeri yetkililere aldırmadan okul müdürü Fransız'ın yüzüne haykırır:
  "Laik ve Cumhuriyet devrimleri ile öne çıkan, eşitlik ve yurttaşlık esasına dayalı siyasi sistemi inşa eden, 'mazlum milletleri köhnemiş Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmaya' geldiğini iddia eden, demokrasi ve özgürlük abidesi Fransa'nın müdürünün öğrencilerimi din ve mezheplerine göre bölmesini yadırgadım. Bu tabloyu görmüş olmamdan dolayı büyük bir üzüntü ve mahcubiyet duydum. Fransa'da okurken bize laiklik, eşitlik, hürriyet nizamı ve önemi öğretildi" der. Müdür hışımla ayağa kalkar ve "Mösyö Arsuzi, size ve tüm İskenderun Sancağı ahalisine hatırlatmak isterim ki laiklik ve demokrasi Fransa'da başka kolonilerde (sömürgelerde) başkadır. Henüz kendi kendini idare edemeyenlere, biz büyük Fransız milleti ve demokrasisi önce medeniyeti sonra demokrasiyi öğreteceğiz" der. Müdürün yanındaki diğer Fransızlar bu ifadeye kafalarını sallayarak destek verir.
   Zeki Arsuzi duyduğu ve gördükleri karşısında büyük bir şaşkınlık içindedir. "Laiklik ve demokrasi Fransa'da başka sömürgelerde başka öyle mi? Demek ki sömürgeyiz öyle mi? Bize önce medeniyeti sonra demokrasiyi öğreteceksiniz öyle mi? Size medeniyeti öğretmiş bir milletin evlatları olarak laik yaşamayı da, demokrasi terbiyesini de bizler size öğreteceğiz" der ve okuldan ayrılır... (MEHMET YUVA - Aydınlık Gazetesi)



Filozof ZEKİ el-ARSUZİ  












   11 Kasım 2018

   Batılılar, milli birliğin ve şuurun ancak kuvvetli bir manevi sermaye ile yaşayabildiğini bilirler. Bunun için sembollere hak ettiği önemi verir, her durumda yerli yerine koyarlar. 
    Mütareke Günü anmasında Dünya liderleri Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron'un peşi sıra yürürken, tıpkı mütarekenin imzalandığı 11 Kasım 1918 gününde olduğu gibi tüm Paris'te kilise çanları çalıyordu. Barış Forumu öncesinde yapılan anma her ne kadar barış mesajları ile süslense de bu küçük detaylar bizi Batı dünyasının samimiyetini sorgulamaya itiyor.
   1. Dünya Savaşı, Batılı emperyalist ülkeler tarafından çıkarılmıştı. Onun bitişini sağlayan mütareke ise aslında sadece ondan daha büyük bir savaşın yollarını döşemeye yaradı. Almanya'nın onursuz bir teslimiyete mahkum edildiği ve açıkça hakarete uğradığı, dolayısı ile barışın değil daha beter bir savaşın mimarı olan bu anlaşmanın bire bir o günkü sembolizmle anılıyor olması hayli düşündürücü. Üstelik, laik medeniyeti ile övünen Fransa, Müslüman liderlerin de yer aldığı bir törende "insanlığın ortak ruhunu" çanlar çalarak kutlamayı uygun görüyor. Bırakın insanlığın ortak sembollerini, Fas, Senegal, Cezayir, Tunus ve Madagaskar gibi sömürgelerden zorla getirilip savaşa sürülen ve Fransız bayrağı altında yaşamını yitiren 72 bin Müslüman askerin hatırası bile pek iltifat görmüyor...

    

    
 ... Compiégne Anlaşması'ndan çıkarmamız gereken belki de en önemli sonuç, adalet duygusunun zedelendiği her yerde çatışmanın kaçınılmaz olduğudur. Törenlerin başında, Bay Macron ile Bayan Merkel'in 2419D numaralı vagonda (1. Dünya Savaşı sonrasında, 11 Kasım 1918'de, İtilaf Devletleri ile Almanya arasında Compiégne Ateşkes Anlaşması'nın yapıldığı vagon. Aynı zamanda 2. Dünya Savaşı sırasında, 22 Haziran 1940'ta, Hitler'in emriyle aynı koşullar altında, Fransa'nın teslim anlaşması olarak, 2. Compigne Ateşkes Anlaşması'nın da imzalandığı vagon. p.n.) yan yana verdikleri poza bakılırsa Batılılar kendi aralarındaki ilişkiler için bu dersi çıkarmışlar. Ancak aynı şeyi onların Doğu'ya karşı tutumları için söylemek pek mümkün görünmüyor. Afganistan, Libya, Irak, Suriye ve Yemen'de korkunç derecede adaletsiz bir yıkımın yolunu açanlar bunun kendilerine terör ve göçmen sorunu olarak döneceğini hesap edemiyorlar mı acaba?
   İşte bu noktada Paris'in çanları daha acı bir simgeye dönüşüyor. Kim bilir, belki de barışın adaletle mümkün olduğunu gayet iyi hesap eden Batılılar, bu kavramları hâlâ kendilerine özgü ayrıcalıklar olarak görüyor, Doğu'nun henüz adalet ve barışı hak etmediğini düşünüyorlar. Adalet olmadan barış olmuyor. (GAFFAR YAKINCA - Aydınlık Gazetesi)













Çiçekler ne denli çeşitliyse, bu çiçeklerden yapılan demet de o denli güzel olmaz mı?



RESUL HAMZATOV











Merhaba!

11 Kasım 2018 Pazar

İYİ ŞİİR NEDİR?




   İyi şiir şöyle bir şey. Picasso Paris'in Monmartre'ında oturuyor. Çocukları da çok seviyor. Komşu atölyelerden 8 yaşındaki bir kızcağız ona âşık olmuş. Ama Pablo Picasso demezmiş, Tablo Picasso dermiş. Gördüğüm en güzel şiir budur. Tablo Picasso her dilde söylenebilen, değerini yitirmeyen bir dizedir.


CAN YÜCEL










YALNIZ ŞİİR YETMEZ

Efendiler, izin vermeyin hiç kimsenin, 
hiçbir şeyin sizi aldatmasına:
biz bugün iflas etmedik,
çoktan iflas etmiştik biz.
Bugün kolay
insanın suyun üzerinde yürümesi:
boş şişeler de birdenbire su yüzüne çıkıyorlar
içlerinde mektup yok.
Deniz kızları ne şarkı söylüyorlar, ne susuyorlar,
öyle kımıldamadan duruyorlar yalnız
dalgaların özelleştirilmesinden dilleri tutulmuş.
Hayır, şiir yetmez, deniz çöplerle,
kullanılmış kaputlarla doldurulduğuna göre.
Varsın şu Lorentzos Mavilis istediği kadar
Faliro'ya soneler yazsın.


STAMATIS POLENAKIS
(Çeviren: CEVAT ÇAPAN)









ESKİ YAPI

Derin vuruyoruz kazmayı
Kof sesler geliyor dipten
Çürümüş yıllardır
Değiştireceğiz bu yapıyı kökten
Yıkacağız başka çare yok
Yıkıp yeniden yapacağız
Temelden çatıya uygarca
Girip içine adam gibi yaşayacağız.


TALİP APAYDIN







GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!

Akın var 
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


NÂZIM HİKMET
(Bursa Cezaevi - 1943)









   O zamanlar, Nâzım Hikmet elden ele dolaşır! Düşünün, bir Nazi sempatizanına kadar! Bambaşka bir ses, bambaşka bir insan! Görünmez bir şeytan tüyü kasketinin kenarına sokulu adetâ, çağrılar yollar âleme!.. Meydan yerine top gibi ilk fırlayışında, susa durdurur herkesi, sağcısından solcusuna, kalemefendisinden kalemşorüne dek... Öyle bir hayranlık ki, o şeytan tüyü almış, kızılmış, aldırmaz kimse. Şiiri bir yana, şairi de insan canlısı yakışıklı bir delikanlıdır. Delidolu, çocuksu, güleç... Güneşi İçenlerin Türküsü'nü döktürmeye başladı mıydı, içi ısınıverir dinleyenlerin. Çağdaş şairlerden tek Lorca için anlatılır böyle şeyler, başka yoktur. (Can Baba - SIDDIK AKBAYIR & CEZMİ ERSÖZ)



   "Vakta ki, düzenin uygunerleri aydı, bu osuruğu cinlinin kendisiyle, şiiriyle birlikte davasını da ortalığa sevdirdiğini fark ettiler, o zaman işte hava döndü, Babıâli karıştı. Keskin avcılar, kalemleri yağlayıp sürek avına çıktılar... Edebiyatta üstün başarı kazananlara her zaman lejyondonör vermezler, Nâzım gibilerine de yirmi beş sene verirler...


CAN YÜCEL









Maksat muhabbet değil de "iyi şiir"se ödül teferruattır.


AHMET ERTAN MISIRLI















Merhaba!