27 Mart 2016 Pazar

SEVDAYA DAİR




  Fuzuli'ye sormuşlar, en güzel şey nedir diye. Sevmek demiş.
Ya sonra demişler; sevilmek demiş.
Neden önce sevmek demişler.
Fuzuli demiş ki;
İnsan sevdiğinden emindir ama sevildiğinden hiç bir zaman emin değildir...






   Anadolu'nun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya, hava kararmaya başlar. Karanlık iyice çöker köyün üzerine. Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır.Erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır. Adam üzerini değiştirir, yatağa yönelir. Evin penceresinden; karanlık bahçeye vuran ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir... Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir.
   Kadın kocasının uyumasından emin olunca, sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer ve pencereden aşağıya atlar. Başka bir adam için, kadın kocasını terk eder. Koşarlar iki sevgili... Kaçıyorlar. Tarlaları, ovaları aşarlar... Anadolu'da bir köy nasıl koşmasınlar ki. Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır. Namus belası, töre cinayetleri, yoksulluk, cefa, korku. Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler. Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar. Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki:
   'Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor.'
   Çıkarıp bakar ki...ayakkabısının içinde bir tomar para!!! Kocası her şeyin farkında. Biliyor ki gidecek.
   'Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti.'
   Yaban elde muhtaç olmasın diye!!! O yoksul köylü; bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu. O güzel insanı, o onurlu davranışı sergileyen, o terk edilen adamı hepiniz tanıyorsunuz... Çünkü O; bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece...
  Evet o kişi Aşık Veysel'di...


SUNAY AKIN
(Bir Çift Ayakkabı)




Güzelliğin on para etmez,
Bu bendeki aşk olmasa.

AŞIK VEYSEL










Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zeka ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.

ÖZDEMİR ASAF










Merhaba!

20 Mart 2016 Pazar

ŞAİR NEZAKETİ


 


   "O şairden başka hiçbir şeye benzetilemezdi. Gençliğinden beri bakışından, yürüyüşünden ve özellikle düşünüşünden bohem, özgür, şair kişiliği kolaylıkla okunurdu. Onun kadar nezaketini ve akıl ölçüsünü bir an bile yitirmeyen başka insan tanımadım. Nezaket, Özdemir'in takısı değil özüydü..." (HALDUN TANER)

   


Sana bu güzellikler bizden kalsın,
Bugünlerden bir şeyler bizden kalsın..
Senden almak isterler, bizi söyle;
Geleni bize gönder, bizden alsın.

ÖZDEMİR ASAF









   1950'li yılların sonu. "Yaprak" dergisinin çıkmaya başladığı günler. Ankara'da "Yeni Hayat Lokantası", müdavimlerinin deyişi ile "Kürdün Meyhanesi" nde Fahir Aksoy ve Orhan Veli demlenmektedirler. Masada leblebi, bayırturpu ve sirkeye kesmiş şaraptan başka bir şey yoktur. Tabii hesabı ödeyecek para da...
   Bir ara masaya tanımadıkları biri yanaşır. Önce polis olduğunu sanırlar. Adam kendisini tanıtır: "Ben doğulu bir şairim. Sizi şiirlerinizden tanırım. Demin oturduğum masada adınız geçti. İzninizle birkaç dakika konuşabilir miyiz?"
   Orhan Veli'den "olur"u alan doğulu şair, hemen masayı arnavutciğeri, şiş kebabı, piyaz, koç yumurtasıyla donatır.
   Şarap kadehleri ardı ardına yuvarlanır.
   Şairin çenesinin ayarı kaçmıştır:
   "Orhan Bey, kusuruma bakmayın, sen ve arkadaşların o güzelim Türk şiirini mahvettiniz. Bu kof ününüz fazla sürmeyecektir. Ben ölçülü, aruzlu şiiri çok iyi bilirim. Siz ise bilmediğiniz için böyle tuhaflıklar yapmaktasınız."
   Fahir Aksoy, şairi tutup meyhaneden atmak için sabırsızlanmaktadır.
   Orhan Veli oldukça sakindir.
   Şair sürdürür.
   "Şimdi aruzla yazdığım bir şiirimi okusam ölçüsünü bulamazsınız. Okuyorum, bulun bakalım, hodri meydan!"
   Şair, şiirini okur. Çevre masalar da kulak kesilmiştir.
   Orhan Veli, istifini bozmadan "Şiirinizin 4, 9, 17, 23 ve 30'uncu dizelerinde ölçü kusuru var beyefendi" deyiverir.
   Şair çılgına dönmüştür:
   "Orhan Bey, sen daha şiirin ölçüsünü söylemedin. Söyle bakalım ölçüsünü?"
   Orhan Veli, "Biliyorum beyefendi" diyecek olur.
   Şair ısrar etmektedir.
   Orhan Veli açıklar:
   "Peki efendim, söyleyeyim. Kullandığınız ölçü 'failatün/failatün/failün'dür. Yalnız dediğim gibi şiirinizde beş kusur var."
   Sonrasında doğulu şair, "Ben bir şey bilmiyormuşum" deyip duracak ve masanın bütün hesabını ödeyecektir. (REFİK DURBAŞ- BirGün Gazetesi)




Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.

ORHAN VELİ











Merhaba!

13 Mart 2016 Pazar

İNSANA YAKIŞAN





Söyle bakalım, kimin eliyle
Bu topraklar ilkbaharda giyinip kuşanır,
Güzün kimin eliyle soyulur.

Acımayı bilen, acısın,
Ama köylüyü
Ağa ölçüsüyle ölçme!
İşten kaçan çıtkırımlar değiliz,
Büyük insanlarız bizler
Çalışmada da, avarelikte de!...

NİKOLAY ALEKSEYEVİÇ NEKRASOV







   "İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. 
Daha büyük ve daha insanca bir sebep lazımdı."


SABAHATTİN ALİ
(İçimizdeki Şeytan)









  "Yaşamımız örseleniyor. 
İnsana yakışır bir dönemin başlaması için bütünsel insana varmamız gerekir. 
Bunu da ancak sosyalizm vaat ediyor insanlığa..."


   (Enver Paşa'nın torunu olan Metin İlkin, varlıklı bir ailenin üyesi olmasına karşın Türkiye'de sosyalizmin gelişmesi uğruna servetini harcamaktan çekinmedi.)







Komünist Manifesto şu sözlerle biter:

"Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur.
Kazanacakları bir dünya vardır.
Tüm ülkelerin proleterleri, birleşin!"








"Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız."

(AFRİKA ATASÖZÜ)








Merhaba!

8 Mart 2016 Salı

ANADOLU ANALARI




   Avustralya gazetesi olan The Age'in 1915 senesinin Eylül ayındaki bir sayısında şu şekilde bir yazı yer almaktadır:

   "Erkek kılığındaki Türk kadınları cephede çatışmalara katıldı. Cephede olduğu kadar cephe gerisinde de askerlere mermi ve erzak taşıyarak zafere katkıda bulundular. Anafartalar 56. fırkada silahlı mücadeleye katılmış kadınlardan biri Mücahide Hatice Hanım'dır. Ahmet diye çağrılıyordu ve gerek şarapnelle gerekse kurşunla dokuz  farklı yerinden yara almıştı."
   Kadınlar bu dönemde cephede savaştığı gibi cephe gerisinde de çok önemli işler gördüler. Bir kısmı cephane imalathanelerinde çalıştı bir kısmı bu cephaneleri siperlere taşıdı.
   Mustafa Kemal o dönem Anadolu kadınlarının bu çalışkanlığını şöyle tanımlıyor:
   "Dünyada hiçbir milletin kadını 'Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluş ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim' diyemez."








KARA FATMA

   ...İnönü Savaşı, Sakarya Savaşı ve Büyük Taarruz'da bulundu. Birliğinde 700 erkek, 43 kadın vardı. 28 kadın arkadaşını da şehit verdi. Kendisi de birçok kez yaralandı. Çavuşlukla başladı, milis üsteğmenlik rütbesiyle silah bıraktı... 
   ...Büyük Taarruz sırasında Yunanlara esir düştü. Kara Fatma'nın yakalandığını söylediklerinde Trikopis memnun bir edayla, "Demek Türk Jandark'ı yakalandı ha!" dedi. Trikopis ekledi: "Bekliyordum bu Türk savaşçısını!" O ise kendinden emin ve başı dik bir şekilde Trikopis'e çıkarıldı. Kara Fatma, asker üniforması ve başında yazmasıyla Trikopis'in karşısındaydı. Belindeki tabanca ise alınmıştı. Elleri de bağlıydı. Yunan Başkomutanı Trikopis kendini beğenmiş bir edayla Kara Fatma'ya baktı, şaşkınlığını gizleyemedi. Çünkü o iri yarı bir savaşçı beklemekteydi. Küçük boylu, kara yağız, orta yaşlarda bir kadını görünce hayretten, ağzı bir karış açık kaldı:
  "Sen misin Kara Fatma dedikleri" diye sordu.
  "Anadolu'daki Kara Fatmaların en kuvvetlisi benim" diye cevapladı Kara Fatma.
   Üç kez ismini tekrarladıktan sonra,
  -Ee çekirge bir sıçrar iki sıçrar, sonra böyle elimize geçer!
  -Daha savaş bitmedi Komutan! Bakın top sesleri geliyor.
  -Evet geliyor. Ancak o toplar bizim!
 -Ben buraya cepheden geldim Komutan! Askerleriniz önümden kaçıyordu. Hepsi çil yavrusu gibi dağılmıştı. Siz cephede değildiniz galiba?
  -Ne diyor bu kadın? Görüşmemiz bitmiştir. Gidebilirsiniz!

ERCAN DOLAPÇI
(Milli Mücadele'de Kadın Kahramanlar)



   Onun esareti kısa sürdü. Bir yolunu bulup kaçtı ve Büyük Zafer'in coşkusunu yaşadı...
   İstiklâl Madalyası'nı göğsüne gururla taktı. Bağlanan emekli maaşını ise, "Vatanımın büyük kurtarıcısı Ebedî Şef'in, layık olmadığım büyük iltifâtı beni son derece sevindirmiştir. Esasen bütün emel ve arzum, yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklemiyorum. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay'a terk etmekle son vazifemi yaptım" diyerek bağışladı.









   Olgun yaşta eski erat...Galiçya, Çanakkale, Kanal, Basra Çölleri, Şark ve daha nice cephelerde çarpışıp o cehennemlerden sağ çıkmışlardı. Savaşı dantel gibi işleyen savaş tanrılarıydı onlar.
   Yeni gelenler genç de olsalar silaha ve savaşa yabancı değillerdi. Çatışmanın içinde doğmuşlardı zaten; elinde silah, sırtında cephane sandığı olan anadan süt emmişlerdi. Ağabeylerinin, babalarının yüzlerini kara çıkartmayacak kadar becerikli ve cesurdular.

NALAN TUNTAŞ
(Zor Yıllar)





Ülkem misin oğlum musun seçemiyorum
Sevdanın özü birdir

GÜLTEN AKIN









Merhaba!