28 Ağustos 2016 Pazar

MAZLUMLAR DÜNYASI EMPERYALİZME KARŞI




"Dünyanın bütün ülkeleri, kimi satıcı, kimi alıcı. Fakat alıcı kölelik adayıdır."



DOĞAN KUBAN





"Bulutların yağmuru içinde taşıdığı gibi, kapitalizm de savaşı içinde taşımaktadır."



JEAN  JAURES







   O zamanlar Cağaloğlu'nda binlerce, yüzbinlerce kurşun harfler vardı. Gazeteler, dergiler, kitaplar kurşun harflerle dizilir, forma forma bağlanır, baskıya verilirdi. Şefik Abi yere düşen kurşun harfleri ekmek kırıntısı gibi öper başına koyardı. "Can almış, binlerce kana girmiş harflerdir bunlar" derdi. Nedenini sorduğumda  Cağaloğlu'ndaki ve Ankara, İzmir, Adana gibi büyük kentlerdeki kurşun harflerin vaktiyle Çanakkale Savaşı'nda sıkılan kurşunlardan yapıldığını, Çanakkale'de metre kareye 8-10 bin kurşun sıkıldığını söylemişti. 


OSMAN ŞAHİN






Mustafa Kemal Paşa, İstiklâl Savaşımız sırasında Türkiye'nin bütün Mazlumlar Dünyası için savaştığını saptamıştı:

  "Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün mahv ve nabut (yok) edeceklerdir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir heyet-i içtimaiyeye mazhar olacaktır.
  Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı hakim olacaktır."



MUSTAFA KEMAL ATATÜRK







   1922'de, Yunan ordusu İzmir'de denize döküldüğü gün, Nehru ve arkadaşları Lucknow Bölge Cezaevi'ndedirler. Bu durum, onları da kendileri zafer kazanmış gibi sevindirir:

  "Türklerin zaferini kutlamak için hapishane barakamızı sağdan soldan bulabildiğimiz şeylerle süslemiş, dahası o akşamı, cılız bir biçimde bile olsa, ışıklandırmaya çalışmıştık."


CEVAHİRLAL NEHRU









Merhaba!

21 Ağustos 2016 Pazar

SANATÇIYA DAİR-3






MUSTAFA ZENGİN
"Taş Köprü"
(16. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali, Altın Safran Fotoğraf Yarışması 1. si)






"Resim çek, sergi aç, aferin falan...
Yok öyle şey, yararlı olacaksın, yüreğini verdiğin insanların sanatçısı olabilirsen 
öte dünyaya giderken arkadan gelen çok olur,
bu sevgidir."


FİKRET OTYAM






   Sadece resim değil, sanat ve edebiyatla her kim uğraşıyorsa, felsefeyle de uğraşıyor demektir. Dolayısıyla felsefeci olmasanız bile "ne oluyor, hayat nereye gidiyor" diye uğraşmazsanız hayattan uzaklaşırsınız. Hayatın her alanına, yoksulluğa da, zulme de, güzelliğe de, hoşluğa da, estetik olana da, çirkinliğe de bakmayı bilmezseniz, istemezseniz sizin sanatınız da kaybetmeye başlar...(EKREM KAHRAMAN-Aydınlık Gazetesi)


   



   Şimdi şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz; "Kemalist devrimlere rağmen, acaba biz Cumhuriyet sonrasında gerçekten evrensel insanlar olabildik mi?" diye. Bana göre Cumhuriyet aydınlarının büyük yanılgısı; aslında olmayan bir şeyin, devrimlerle kısa sürede gerçekleşeceğine inanmış olmalarıdır. Oysa çağdaşlığa ve uygarlığa ulaşmak, öyle kolay bir süreç değildir, çok zor ve sancılıdır. Bir toplum bilimsel düşünmeyi ve yargılamayı; sanatta yaratıcılığı, demokrasiyi, evrensel değerleri, insan haklarını ve toplumsal uzlaşı kültürünü kazanmayı kolay öğrenemez, bu yüzyıllar alır. Toplumu ne kadar eğitirseniz eğitin, geçmişin aile ve toplumsal değer yargıları istenen sonuca ulaşmanızı geciktirir. Kaldı ki yurdumuzda olduğu gibi zaman zaman çağdaşlaşma süreci kesintiye uğradığında, sil baştan her şeye yeniden başlamak zorunda kalırsınız...(ETHEM GÖNENÇ- Aydınlık Gazetesi)






  ...Zaman zaman aynı dili konuştuğumuz insanlarla ne denli ayrı yerlerde olduğumuzu düşünürüm.
   Kibirden değildir bu. Bizi ayrı düşürenin ne olduğunu bilmek acı da verir üstelik. 
   Son Doğu yolculuğumdaki (birkaç hafta önce Van'a gitmiştim) gözlemlerim bunu daha iyi anlatıyordu bana.
   İnsanları eğitimden mahrum bırakmak nelere yol açıyor...İşsizlik, mesleksizlik, daha birçok şeyden yoksunlukları onları çaresiz kıldığı gibi, hiçbir şeysizleştiriyor. 
   Ne din, ne yamalanan etnik kimlik kurtarıcı değil onlar için; iş/aş/ekmek ve insanca yaşam istiyorlar. Ama korku dağları sarmış oralarda.
   Yaşar Kemal'i anlatmam, onun ailesinin de Esrük Dağı'nın eteğindeki Ernis Köyü'nden olduğunu söylemem, Van'ı yazılarında ve romanlarında en güzel onun anlattığından bahsetmem çok da umurlarında değildi onların.
   Edebiyatı hayatın içine, yanına taşıyabilmek için daha önce yapılması gerekenler vardı.
   Sözüm toplumu sıradanlaştırmak çabasını güden siyasi aktörlere değil...
   Elbette insanseverlik, yurtseverlik duygusunu taşıyanlara.
   Gidin.
   Ülkenin en ücra köşesine gidin...
   Görün, tanıklık edin...Osmanlı aydını gibi bakmayın Anadolu'ya. Gidin ve yakından görün...Ve öyle yazın; edebiyatınızı yaşamın içinden süzüp alacaklarınızla kurun.
   Bakın o bilinç aşısı nasıl tutup boy verecektir. 


FERİDUN ANDAÇ





Bir çift Van sesi
Van'ın doğurgan sesi
Bin çift nar düşürülmüş gibi dalından
Bu onun sesi
Sessizce yağan karda nar sesi.


EDİP CANSEVER







Merhaba!

14 Ağustos 2016 Pazar

MOR CEPKENLİ KADINLAR




   "Özgürlüğün en büyük düşmanı halinden memnun kölelerdir."

AZİZ NESİN







Fotoğraf: FİKRET OTYAM




   Çin'de 20. yüzyılın başlarından devrimin gerçekleştirildiği 1949'a kadar yaşanan serüveni, iç savaşı, Japon işgali dönemini ve sonrasını yakından izleyen İsveçli gazeteci Jan Myrdal, dilimize "Çin Raporu" adıyla çevrilen "Report from a Chinise Village" (1963) adlı kitabında çok ilginç bir olaydan söz eder.
   Myrdal, 1937 yılında kızıl kuvvetlerin egemenliğindeki bir bölgede çift süren köylü kadınlara rastlar. Çevrede öküz ya da benzeri hayvan olmadığı için bu görevi kadınlar üstlenmiştir. Kadınlar tarlada adeta "hayvanlar gibi" çalışmaktadırlar. Ancak Myrdal bu manzaradan, okuru ilk anda şaşırtacak çarpıcı bir sonuç çıkarır: Çinli kadınlar özgürleşmektedir!
   Feodal gelenekler gereği, evlendikten sonra bir yıl odasından, üç yıl evinden dışarı çıkmaması gereken, ayakları azap verici şekilde bağlanıp sakatlanan, köle muamelesi görüp neredeyse alacağı nefes bile katı kurallara bağlı olan Çin köylüsü kadınların tarlaya çıkıp yaşama karışması, üretime katılması, büyük bir özgürleşme adımıdır. Kadınlar göğün yarısını omuzlamaya başlamışlardır...(TUNCA ARSLAN- Aydınlık Gazetesi) 





Resim: FİKRET OTYAM




...Erkekler ayağını yere basmak ister, kadınlarsa başı göğe ersin ister. 
Kadınlar kuş kavmindendir, gökyüzü halkından, mavi kabilesinden...

HAYDAR ERGÜLEN






   

   Evli yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da kocası tarafından aşağılanıp dövülünce, bir şekilde Mor Cepken'i giyip herkesin görebileceği bir yere oturdu mu, bu "ben bu herifi boşadım" demektir. O zaman akan sular durur, herkes işini gücünü bırakır. Masal anaları ile doğum ebeleri Mor Cepken giyen kadının çevresini alırlar. Boşadığı kocası ise evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez, kimse yüzüne bakmaz. Büyük ödün verip de karısına Mor Cepken'i çıkartamazsa ömür ömüre dul kalacaktır. Kimse ona dul-şaşı kızını bile vermez. Körocak olarak kalır.
   

OSMAN ŞAHİN







Özlenirsin, alabildiğine varsın da
Daha da var oluyorsun gün günden
Olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla
Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin
Bir kuş olsa mavilik derdi buna


EDİP CANSEVER









Merhaba!

7 Ağustos 2016 Pazar

İLHAMİ BEKİR'İN ŞİİRLERİ




Kara bir dam altı,
çok şey istemiyorum,
ta kenar mahallelerde
kara bir dam altı...
Görmesin zararı yok
göğü caddeyi denizleri.
Bir ev ki her karışında parmak izleri,
bir ev ki
kapısı kalın tokmakla çalınır.
masamda isli bir lamba yansın,
masamda, açık kapalı kitaplarım tozlansın.
 siz bana odaların birinde
eski bir şilte serin
buna baş konur diye
patiska kılıflı bir yastık verin.
Hele sonra,
hele sonra,
benimki şöyle uzansın yanımda.
Ben onun nefeslerini duyayım canımda.
24 saat, 360 gün, 50 sene.
Ama benimki olsun o
benimki olsun o
benimki.
Başka  şey istemem...

İLHAMİ BEKİR TEZ 







   Mutsuz çocukluk döneminden, kendi deyimiyle Öksüzler Yurdu, daha sonraları otel odalarında çile çekerek yaşamını sürdüren İlhami Bekir için "Ev" sözcüğü ne kadar kutsaldı ve özlem duyduğu bir sözcüktü bilmiyorum.
   Haftanın belirli günlerinde babam (Behzat Ay), İlhami Bekir'i otel odasından alıp, evimize getirirdi. Akşam yemeğimizi Cemal Süreya'nın "Afrika Aslanı" olarak nitelediği İlhami Bekir'le birlikte yerdik.
   Hep hüzünlü bakışları, çekingen bir yapısı vardı. Sanırım iki kızı vardı. Ve onlarla küs bir hayat sürdürmüştü. Bu nedenle kız çocuklarına hep özlem duymuştu. O yıllar ilkokula giden bir kız çocuğuydum. İlhami Bekir, bize her gelişinde benimle sohbet eder, hüzünlü gözleriyle bana bakarak, "Benim kızlar ne yapıyor acaba, iyiler mi, hastalar mı?" derdi.
   Gözlerinden gözyaşları yerine, hüzün akan şair-yazardı o! (AYDAN AY-Gerçek Edebiyat)





   TUNCA ARSLAN(Aydınlık Gazetesi):

   Ali Özgentürk'ün "At" (1981) filmini seyretmiş olanlardan anımsayanlar vardır mutlaka... Oğlu Ferhat'la birlikte köyünden kalkıp İstanbul'a gelen; daha iyi bir yaşamın, oğlu için bir okulun peşindeki gariban Hüseyin'in trajik öyküsü anlatılır filmde. Baba-oğul, Haydarpaşa'da trenden inip kendilerine yardımcı olacak köylülerini bulmak için vapurla karşıya geçmektedirler. Denize, İstanbul'a bakarlar uzun uzun. O sırada yorgun görünümlü, üzerinde eski bir ceket ve elinde bazı kitaplar bulunan, yaşlı bir adam şiir okumaya başlar yolculara hitaben.
   Şiir bitince, "İlhami Bekir'in şiirleri...Hediyesi çok ucuz. Ucuz..."der yorgun bir sesle.
   Türk şiirinin önemli adlarından, çileli bir yaşam sürmüş olan İlhami Bekir Tez'dir görüntüdeki adam. Gerçekten de o yıllarda vapurlarda şiir kitaplarını satmaya çalışarak ayakta durmaya çalışmaktadır. Satacak başka şeyi yoktur çünkü. Okuduğu, "Unuttum" şiirinden bir bölümdür:


İstemem toprağa gömüldüğümü,
Yakın beni ve savurun külümü,
Baharda badem ağaçlarının üstüne,
Ben yine döneceğim yeryüzüne!


   "Ölüm düşüncesi bana acı vermiyor. Hakaretten korkarım ben. Bütün isteğim öldükten sonra aleyhime bir şey söylemesinler. Ne söyleyeceklerse şimdi yaşarken söylesinler ki ben cevabını verebileyim."

 

İLHAMİ BEKİR TEZ


   Tunca Arslan'nın deyişiyle "Ardından aleyhinde tek bir söz bile edilmemiş olan sosyalist şair", "Unuttum" şiirinin son dörtlüğündeki gibi bir mart sonu, bademler çiçeğe dururken hayata elveda dedi. 
   Zincirlikuyu'da bedeni toprağa kavuşurken şair Hüseyin Haydar, bir demet badem çiçeğini yüreğinin üzerine bırakırken okumuştu son dörtlüğü.

   Tarih 29 Mart 1984 idi...O günden beri bir badem ağacı çiçeklerini sermekte mezarı üzerine...(REFİK DURBAŞ-BirGün Gazetesi)




Merhaba!