27 Mart 2015 Cuma

HAYDİ TİYATROYA




ADİLE NAŞİT
(d.17 Haziran 1930 İstanbul-ö.11 Aralık 1987 İstanbul)


   Kahkahaları bugün bile kulaklarımızı dolduran Adile Naşit'in oğlu Ahmet'in kalbi doğuştan delikti. İyileşmesi için A.B.D.'de ameliyat olması gerekiyordu. Ameliyat masrafları ise tiyatrocu anne babanın karşılayabileceği bir miktar değildi. 1966'nın parası ile tam yüz bin lira gerekiyordu. Sanatçı arkadaşları yetişti imdatlarına. İstanbul tiyatroları bir gecelik gelirlerini, yani yirmi bin lira verdi aileye. Bir de " gece yarısı tiyatrosu" yapıldı, o paralar ve dönemin gazetelerinin başlattığı kampanyalarla denkleştirildi küçük delikanlının ameliyat parası. Ahmet A.B.D.'ye gitti, başarılı da geçmişti ameliyatı. Ama bir gün komaya girdi ve bir daha uyanamadı. Tarih 16 Haziran 1966'yı gösteriyordu, tam da annesinin doğum gününden bir gün öncesini.
   Oğlunun ölüm haberini İzmir'deki bir oyun öncesi alan Adile Naşit, bu habere rağmen sahneye çıktı ve bütün salonu güldürdü. İzmir'den İstanbul'a geldiği uçaktan perişan bir halde inen Adile Naşit, bu tarihten sonra bir daha uçağa binmedi ve doğum gününü kutlamadı.   




(Adile Naşit, canlandırdığı anne karakterleri nedeniyle 1985'te yılın annesi seçilmiştir)



   "Tiyatro aşka benzer. İnsanı hazin hazin ağlatır. Ama verdiği acının gücünde bir başka tat bulunur. Tiyatro evrene benzer. İnsanı doya doya güldürür. Ama yansıttığı tuhaflıklar, gülerken ağlamak için istekler doğurur."



NAMIK KEMAL
(d.21 Aralık 1840 Tekirdağ-ö.2 Aralık 1888 Sakız Adası)




Ünlü tiyatro oyuncusu Toto Karaca'nın anılarından:


   Muhlis Sabahattin'le turnedeydik. Heyetin adı "Muhlis Sabahattin ve Çocukları"ydı. Gittiğimiz yerin emniyet müdürlüğüne uğrayıp kaydımızı yaptırmak zorundaydık. Bir şehirde emniyet müdürü hepimize uzun uzun baktıktan sonra Muhlis Sabahattin'e sordu: 
   "Bunların hepsi aynı anadan mı?"
   



TOTO KARACA 
(d.18 Mart 1912 İstanbul-ö.22 Temmuz 1992 İstanbul)

(Asıl adı İrma Felegyan olan Toto Karaca, aktör Mehmet Karaca'nın eşi, sanatçı Cem Karaca'nın annesidir.)





Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır.






Merhaba!


20 Mart 2015 Cuma

AKDENİZ



   Zülfü Livaneli anlatıyor:

    Paris 1984
   Elysee Sarayı'nın görkemli bir salonunda Cumhurbaşkanı Mitterrand dört kişiye Legion D'Honneur madalyası veriyor. O dört kişi yan yana dizilmiş. Joris Ivens, Elie Viesel, Federico Fellini ve Yaşar Kemal. Salonda ağır bir teşrifat havası var. Konuşmalar yapılıyor, Mitterrand madalyaları takıyor. En son Yaşar Kemal'e geliyor sıra. Yine o soğuk tören konuşmaları yapılıyor; Mitterrand Yaşar Kemal'e ödülünü takmak için yaklaşıyor ama o da ne? Koca Yaşar Kemal sarılıyor adama; o da Yaşaaaar deyip sarılmaz mı? O şatafat, o resmiyet birden insan sıcaklığına dönüşüveriyor; herkes onun sihirli dostluğuyla rahatlıyor.
   Törenden sonra yan yana duran Federico Fellini'yle, Yaşar Kemal'in benzerliği dikkatimi çekiyor. Nedense daha önce hiç fark etmemişim; boy pos, yüz, gözlük neredeyse aynı. Bu benzerliği dile getiriyorum; Fellini diyor ki " Tabii ikimizinde anası Akdeniz."


FEDERİCO FELLİNİ
(d.20 Ocak 1920 Rimini-ö.31 Ekim 1993 Roma)






İLHAN KOMAN
(d.1921 Edirne-ö.30 Aralık 1986 Stockholm)
Eserlerinde bilim ve sanatı bir araya getirdiği için Türk Da Vinci'si olarak anıldı.





Anıtkabir'deki Sakarya Meydan Savaşı kabartması
(İLHAN KOMAN)


bir evliya
ilhan koman ki tıraşsız heykeltıraş
uçmağa doğru sakallı
elinde bombalarla bebekler
heykel gibi olmayan heykeller
taşınırdı garip maacir
güneyinden kuzeyine kutupların
battı batacak teknesiyle
varmak için edirne'ye
selimiye'ye

(CAN YÜCEL)




   İlhan Koman, 1905  yapımı Hulda'yı 1965 yılında satın alarak hem atölyeye hem de yaşayabileceği bir eve dönüştürmüştü. Koman, Hulda'yla bir Akdeniz yolculuğu düşlemesine rağmen sağlığında bu düşünü gerçekleştiremedi. Ölümünden yıllar sonra, içinde Koman'ın yapıtlarını taşıyan, sergiye dönüştürülmüş tekne, Mart 2009'da Stockholm'den yola çıkıp, 20 ay süren yolculuğu boyunca; Amsterdam, Anvers, Bordeaux, Lizbon, Barselona, Napoli, Malta ve Selanik'te gerçekleştirilen etkinliklerin ardından İstanbul'a ulaştı.


koman stockholm'de 
bir teknede yaşıyordu

çelebi bir korsandı o

fora ediyor bütün yelkenlerini
demir alıp engine süzülüyordu
evcil kadırgasıyla her akşam

bir gül yağmuruna tutuyordu
tunç toplarıyla isveç kıyılarını

yürekli bir kaptandı o
sevdiği uğruna ölse ne gam
ama rüzgarlı heykelleriyle
ölümün toprağına çıktığında
çamura ve mermere doymamıştı daha
evcil kadırgasından bir akşam

üstünde düşleri çığlık çığlığa

(OKTAY RİFAT)



AKDENİZ
(İLHAN KOMAN)

(Küçük boyutta, altın renkli bir örneği, Afife JaleTiyatro Ödülleri'ni kazananlara verilmektedir.)





Merhaba!

12 Mart 2015 Perşembe

ADAM GİBİ ADAMLAR-BEHİÇ ERKİN



   Mustafa Kemal'in "Ben cephelerde ne yapılacağını biliyorum ama ordumuzun cephelere süratle nasıl sevk edileceğini bilmiyorum, bu şimendiferlerin işin ehli biri tarafından idare edilmesi ile mümkün olabilir, buna ancak siz muvaffak olabilirsiniz, siz şimendiferlerle cephelere askerleri sevk edin ki ben de cephelerde muvaffak olabileyim" diyen sözleri üzerine görevi üstlenen Behiç Bey, demiryollarının kesiştiği yer olan Eskişehir'de bir üs kurdu ve Kurtuluş Savaşı boyunca derme çatma trenlerle cepheye asker, cephane, malzeme nakletti; ray döşetti; gerektiğinde ray ve vagonlardan çelik söktürüp kılıç yaptırdı.
   Behiç Bey, Mustafa Kemal Atatürk'ün en yakın ve en eski (1907'den itibaren) mesai arkadaşlarındandır ve özel mektuplarla düşüncelerini en açık surette paylaştığı, ülke ve dünya meseleleri üzerine fikir alışverişinde bulunduğu sayılı kişilerden biridir.
   1926-1928 yıllarında Bayındırlık Bakanı olduğu dönemde, demiryollarının millileştirilmesi, ilk kamu müzesinin (Demiryolları Müzesi) kurulması, özerklik kavramını Türkiye Cumhuriyeti'nde uygulayan ilk kişi sıfatıyla, daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi adını alacak Mühendis Mektebi'ne özerklik verilmesi, üniversite derslerini Türkçeleştirilmesi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın fikir babalığını yaparak resmiyet kazandırıp kurulmasının sağlanması, emekli sandığının kurulması gibi bir çok önemli ilkin altına imzasını atmıştır.
   Behiç Bey'in ülkenin demiryolları için yaptığı çalışmalar, 1933 yılında eski arkadaşı ve devrin cumhurbaşkanı Atatürk'ün bir jestiyle ödüllendirilmiştir. Cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları için "Onuncu Yıl Marşı" yazılırken, Atatürk, tek bir dizeye müdahele ederek "yurdun her bir tepesinde dumanlar tütüyor" dizesi yerine "demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan" dizesini yazdırmış ve Behiç Bey'e hitaben "sizin emeğiniz bu mısra ile daha iyi dile getiriliyor" demiştir.
   Soyadı Kanunu çıktığında Erkin soyadı Behiç Bey'e Atatürk tarafından bizzat ve yazılı olarak verildi. Atatürk'ün yakın arkadaşına uygun gördüğü Erkin kelimesinin anlamı şudur: "Her şart altında kendi doğru kararını verebilen, müstakil fikirli."






   1939'da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Avrupa'daki karışıklığı göz önüne alarak kendisine Almanya ya da Fransa'ya büyükelçilik teklifi sundu. Fransa'yı tercih eden Erkin'in, göreve başlamasından bir kaç ay sonra Fransa Nazi işgaline uğradı.Yahudiler'in işlerinden çıkarıldıkları, paralarına el konulduğu ve toplama kamplarına sevk edildiği günlerde Behiç Bey, Almanların  bir yabancıya çok ender verdikleri (Çanakkale Savaşları sürecinde cepheye asker ve mühimmat sevkiyatını düzenli bir şekilde yapmayı başarmış olan komutan olduğu için Alman İmparatoru tarafından verildi) 1. dereceden Demir Haç Madalyası'nın gücünü kullanarak pek çok hayat kurtarmayı başardı.
  "Bu kanunları Türk Yahudileri'ne tatbik edemezsiniz. Çünkü benim ülkemde din, dil ayrımı yoktur" diyerek Naziler'e direnen Behiç Erkin, mesai arkadaşlarıyla birlikte kendi hayatlarını tehlikeye atarak 20.000'e yakın Türk ve Türk olmayan Yahudi'ye Türk pasaportu vermiş ve hayatlarını kurtarmıştır. Yahudi asıllı Fransa eski Başbakanı Leon Blum bile Naziler tarafından toplama kampına atılan oğlu için Behiç Bey'e başvuracak ve Behiç Bey Leon Blum'un oğlunun arkadaşları ile birlikte kurtarılmasını sağlayacaktır. Fransa eski Başbakanı Leom Blum'un Behiç Bey'e teşekkür mektubunun orijinali, İnkılap Tarihi Müzesi'nde saklanmaktadır.
   Ocak 1943'te, Marsilya'da bir grup Yahudi toplama kampına gönderilmek üzere trene bindirilir. İçlerinde çok sayıda Türk vatandaşı da vardır. İki hayvan vagonuna doldurulmuşlardır. Haberi alan Konsolos Yardımcısı Necdet Kent istasyona gider. Nazi subayından Türk vatandaşlarının indirilmesini ister. Subay kabul etmez. Kent trene atlar. Nazi subayı onun üstüne kapıyı kapatır ve trene yol verir. Olayı öğrenen Büyükelçi Behiç Erkin Nazi Karargahı'na gider. Amiri çağırtır. Diplomatının ve vatandaşlarının derhal indirilmesini, aksi takdirde Türk-Alman ilişkilerinin bozulacağını söyler. Naziler talebi yerine getirir. Tren yolda durdurulur. Kimlikleri bile kontrol edilmeden iki vagon insan trenden indirilir.
   6.000.000 Yahudi soykırıma uğramak üzere bilmedikleri bir istikamette raylar üzerinde trenlerle Auschwitz'e doğru yol alırken, Behiç Erkin,  üzerlerine ay-yıldız astırttığı,"Büyükelçi'nin vagonları" diye anılan trenlere bindirdiği 20.000'e yakın Yahudi'yi aynı rayların ters istikametinde, hem de Almanya toprakları üzerinden yaşama, yani Türkiye'ye göndermeyi başarmıştı. 




BEHİÇ ERKİN
(d.1876 İstanbul-ö.11 Kasım 1961 İstanbul)





İzmir-İstanbul-Ankara hatlarının birleştiği Eskişehir İstasyonu'ndaki üçgende defnedilmesini vasiyet etmiştir. Ölümünden bir süre sonra TCDD Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılan anıt mezara nakledilerek vasiyeti yerine getirilmiştir.
Ankara yakınlarındaki tren istasyonuna da (Behiç Bey İstasyonu) onun adı verilmiştir.



Merhaba!

8 Mart 2015 Pazar

BİZİM KADINLARIMIZ



   Metin Demirtaş anlatıyor.

  "Benim annem hayvanları severdi. Ağzı var, dili yok, acısını ve açlığını dillendiremezler der, merhamet gösterirdi.
   Bir yaz günü kovası olmayan bir kuyunun başında susuzluktan kıvranan bir köpeğin susuzluğunu kuyuya sarkıttığı baş örtüsünden sızan sularla gidermişti. Bunu gören bir adamın, 'Saçın göründü kadın! Günaha girdin!' deyince ağzının payını vermişti."







Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız;
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda 
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar, 
bizim kadınlarımız.

NAZIM HİKMET







ETEM ORUÇ


   Etem Oruç'un "Gizemli Kadın Efe"adlı kitabındaki, kocası Çanakkale'de şehit olan ve Yunanlılar Aydın'ı işgal edince boynundaki altınları satarak silah alıp dağa çıkan  Ayşe Efe'nin şu sözleri unutulmaz:

   "Güzel Aydın'ı Yunanlılar işgal etmiş" diyorlardı. Bir hançer saplandı yüreğime. Ölüm her yerde var. Kadın güçsüz olsa da ana güçlüdür. Beşik sallayan eller bir araya gelirse dünyayı sallar.









Merhaba!