30 Haziran 2019 Pazar

BİR AĞAÇ GİBİ





Fotoğraf: ALİ İHSAN ÖZTÜRK








bedenimle, köklere yakınım
en uzun dallara dokunurum düşüncelerimle,
güneşe yükselirim
yeşil gökkubbeyi kucaklarım

halkalarında yılları kaydeder ağaçlar
ılık-soğuk, kuru-ıslak
ve ben duyguları bir kâğıda kaydederim
keder-sevinç, aşk-yalnızlık

birbirimizi seviyoruz
sık sık kucaklarım gövdesini
belki dokunuşumu hatırlayacak
hatıralarla hışırdayacak.


ALICJA MARIA KUBERSKA
(Çeviren: YELİZ ALTUNEL)







 ... Çok değil parçalanmış atomun en küçük parçası kadar kendilerine güvensinler, küçüktür ama her "şey"dir; salisen, boş durmasınlar, roman, hikâye, ille de şiir okusunlar; saniyen, her dize bir hayattır, hayat ise zamanın bir evresinde mavi siyah bir karanlığa yani hiçliğe atlayana kadar korunması gereken değerimizdir. Yıldızların arasında bir yıldız olana kadar o hayatı iyi yaşamak gerekir. İyi yaşamın ölçüsü herkese göre değişebilir, ama ortak ölçütler de var; boyun eğmemek mesela. Bu da ancak Melih Cevdet'in "Rahatı Kaçan Ağaç"ı gibi aşkı öğrenmekle mümkün olur. (GÜRAY ÖZ - BirGün Gazetesi)






Tanıdığım bir ağaç var
Etlik Bağları'na yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın

Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı

Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.


MELİH CEVDET ANDAY









Merhaba!

23 Haziran 2019 Pazar

ŞİİR DENİZDİR!




Şiir yazmak kutsal bir şeydir.
Diğer taraftan da sokak işidir, serseriliktir.
Yüce ve serseri.
Şiir hatırladıklarımızdır.


HAYDAR ERGÜLEN




***




ağzının kenarında biraz Samatya kalmış
deyip siliyor annem camları
sırtlarken çınlıyor kulaklarım sur
çizip boyarken ahşap
evlerde uyku yarım perdeler tastamam
kaplıyor hayatı kapıdan geçen eskici
iki büyük leğen eder
deyip değiştiriyor annem geceyi.


MAHİR KARAYAZI




***




   Zaman gece yarısını çoktan geçmiş, tepemizdeki topalak ay, karşı kıyıdaki Rumelihisarı'nın üzerine yaklaşmaya başlamıştı. 

(Güz başlar, dolunayın mehtabı da Delisu'nun üzerini bir cibinlik gibi örtmeye başlar.)

   "Bu gece şairliğim tuttu reisim."
   Reis yüzüme boş gözlerle baktı. "Sırası mı, nereden çıktı şimdi bu?" der gibiydi bu bakış.
   "Öylesine konuşuyorum işte!" diyerek boynumu büktüm.
   Reis üzüldüğümü sandı.
   "Sen şiir yazıyor musun?"
   "Eh işte, arada sırada karalıyorum."
   "Anladığımdan değil de... Ezberinde varsa okur musun?"
   Söylediği bu son kelimelerdeki ses tonu, gönlümü almanın bahanesiydi.
   "Peki!" dedim, "geçen gün yazdığım ezberimde..."
   "Tamam, oku işte ve daha fazla kafa ütüleme!" Bu kez sesi sertti.
   "Tamam, okuyorum:

Sarhoşum Hisar biliyor musun?
Kafamın içi bihisar olmuş,
Ben belki de şairim.

Bir gülümserim, dağılır bulutlar,
Deniz değişir.

Karadeniz, Marmara,
Ege, Akdeniz,
Hepsi birbirine karışır."

   Reis yüzüme aval şaşkın bakıyordu. Bir şey anlamadığı aşikârdı.

(Söylenildiği zaman, anlaşılamayan sözlere şiir deniliyor Reisim.)

   Şiir okunmuştu ya, suskunluk oldu!
   Coşmuştum bir yol ve iri laflar etmiştim, şiirle karışık, denize dair. Reis manidar baktı bana.
  "Burası ırmak kardeşim! Boğaziçi ırmağı... Burada deli deli akar su. Delisu'dur Boğaz. Bunu böyle bil ve böyle davran ona."
   "İyi de ne yapayım?"
   "Ne mi yapacaksın? Bunu da bana mı soruyorsun?"
   "Evet!"
   "Peki söyleyeyim sana. Kulağını aç da dinle. İyi belle dediklerimi.
   Avcunun içini bilmesen de olur ama Boğaz'ın huyunu, suyunu ve balıklarını çok iyi bileceksin. Balıklar denizlerin ahalileridir. İçini, dışını, dibini karış karış, yosun yosun, midye midye bileceksin...
   Rüzgârını da bileceksin. Çıkmışsa hangisidir, çıkmamışsa hangisi çıkacaktır ki ketenpereye gelmeyesin sularda!
  Akıntının artmışını, artacağını, anafora yakalanmamayı, oltacıların, ağcıların hangi balıkları av verdiğini pek iyi bildiği gibi sen de gelincik sepetleri nereye fundalanır, onu pek iyi bileceksin...
  En çok kürek çekmeyi seveceksin. Iskarmoz meşini yağlanmamış kürekten nefret edeceksin. Küfredeceksin karadaki sandalın altındaki feleklere. Ve omurlarının altından suların eksik olmaması için dua edeceksin sandalına.
   Küreğe geçtin mi tasalarını unutmalısın, kendini bularak neşeni yerine getirip ritmini bulmalısın. Küreklerin batıp çıkacağı ânı bil ve kayığın burnunu pürüzsüz bir çizgi yap ki Boğaz'ı bir tüccar makasının ipek atlası yardığı gibi yar, geç git...
   Velhasılıkelam, sandalınla giderken onun üzerinde, dünyayı yanından geçir...
   Ver bana şimdi sevdalı bir çift kürek, gör bak nasıl gidiyorum onun suyunda...
   Anladın mı şimdi ne yapacağını, andavallı!"
   İşte! Gerçek şiir Reis'in söyledikleri olmalıydı.

(Reis şairmiş de haberim yokmuş!)

   Gözlerine baktım. Deniz gibiydi. 


VECDİ ÇIRACIOĞLU
(Son Voli)




***




denizi düşünürdüm zerdali ağacının altında,
dergilerde resmini gördüğüm denizi.

ikindi nasıl sarmalardı o büyük suyu?
ya okyanusu?

sökün ederdi sorular
okuduğum sözcüklerden süzülerek:

denizin tuzu nereden gelir,
gözyaşlarından mı denizkızlarının?

yakamoz
anıları mıdır balıkların?

ÜLKÜ TAMER



"Şiir her sabah kalkar, kelimelerini tarar, yola çıkar, işe gider.
Yokluğu bir şeyi değiştirmese de ondan kalan boşluğu hüzün doldurur."






***




   "Bir şiirin içinden bakmak dünyaya" neyi değiştirir?

   Bakış açımızı değiştirdiğimizde dünyayı yorumlama ve anlama biçimimiz de değişir. Şiir yaşantısı bir insanın dünyasını zenginleştiren ve güzelleştiren bir yapıya sahiptir. Bugün insanlığın karşılaştığı birçok sorun dünyanın ve hayatın yanlış yorumlanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hayatında en az bir şiiri gerçekten okumuş ve hissetmiş bir kişinin başka bir insana veya başka bir canlıya zarar vermeyi aklının ucundan bile geçiremeyeceğini düşünüyorum. Bu da çok şeyi değiştirir. Şiirin estetik boyutu, kelimelerle yarattığı sihirli atmosfer, Herbert Marcuse'ün "Tek Boyutlu İnsan" kitabında eleştirdiği modern bireyin içinde bulunduğu anlam kaybını ortadan kolaylıkla kaldırabilir. Geçenlerde vapurda yanıma bir anne ile küçük çocuğu oturdu. Çocuk çok geçmeden cebinden son model büyük ekranlı bir cep telefonu çıkardı ve küçük parmaklarından beklenmeyen bir maharetle dokunmatik ekranı bazen dikey bazen yatay tutarak kullanmaya başladı. Derken ekranda ağır makineli bir tüfek belirdi. Çocuk bu sanal silahla sanal insanları vurmaya başladı. Annesi hiç oralı değildi. "Kötü bir oyun oynuyorsun," dedim. Çocuk başını ekrandan kaldırmadan "Görev gereği," dedi iki kere, "Görev gereği! Belli ki yaptığı işe şartlanmıştı. Annesi hiç ilgilenmiyordu. Canım sıkıldı. Vapurun camından dışarı baktım. Manzara insana huzur veriyordu. Güneş batmak üzereydi. Martılar o solgun kızıllıkta uzak bir gezegenden gelen uzay kuşları gibi süzülüyorlardı. Denizin mavisi göğün laciverdiyle takım elbise olmuştu sanki. Uzaklarda adaları aradı gözlerim. "Adalar!" dedim birdenbire çocuğa dönerek yüksek sesle: "Bak birazdan adalar görünecek!" Bunun üzerine başını ekrandan ilk kez kaldıran çocuk yüzüme dik dik baktı. Sonra sanal silahıyla sanal insanları öldürmeye devam etti... O çocuk şiir okuyor olsaydı ne demek istediğimi anlardı. Şiirin toplumsal işlevi işte tam da burada başlıyor. Her şey aslında yanı başımızda olup bitiyor. Ve müdahale etmek için hiçbir zaman geç değil. Toplumsal şiddeti kaynağında kurutmak bir demet şiirle mümkün... 

           
VOLKAN HACIOĞLU
(Söyleşi ve fotoğraf: KADİR İNCESU - BİRGün Gazetesi) 




***




İnsanı kinden, nefretten, hırstan, öç alma duygularından kurtaracak,
edebiyattan ve genel olarak sanattan başka nasıl bir sihirli güç olabilir ki?"


FEYZA HEPÇİLİNGİRLER




***





İllüstrasyon: ALIREZA DARVISH









Merhaba!

16 Haziran 2019 Pazar

YEMEN SOYKIRIMI







   Yemen! Kanayan yara...
   
   Bir deri bir kemik kalmış ceylan gözlü masum yavruların açlıktan ölüme terk edilişteki son bakışları...

   Parçalanmış küçücük bedenlerin fotoğrafları...

  Batı basınının genellikle hiç yokmuş gibi davrandığı, çoğu kez sadece sosyal medyada yer alan, her seferinde hafızaya ok gibi saplanan emperyalist vahşetin kareleri.

   Yaşatılan acılara yüreğin yetmediği, bir halkın çığlığının susturulduğu yer,

   Yemen...

   Coğrafyayı kasıp kavuran, kana bulayan emperyalist zulmün ateşi, Yemen'de de düştü içimize.

   YEMEN HALKI YOK EDİLİYOR

  ABD, Mısır, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Fas, Sudan ve Senegal koalisyonu Mart 2015'ten bu yana Yemen'e karşı savaş yürütüyor. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre Yemen'de savaşın başlatılmasından itibaren en az 7 bin 300 çocuk katledilmiş. Resmi olmayan rakamlara göre on binlerce kurban söz konusu. 85 bin çocuğun açlık nedeniyle ölüm tehdidi ile karşı karşıya kaldığı, halkın yüzde 80'inin insani yardıma muhtaç olduğu bildiriliyor. Bombalı saldırılar sonunda ülkenin altyapısının neredeyse tamamının zarar gördüğü rapor ediliyor. Yetmezmiş gibi, özellikle Mısır ve diğer saldırı ortağı ülkelerden organ mafyalarının Yemen'e musallat olup, kaçak organ ticareti yaptığı söyleniyor. 

   Yemen halkına benzersiz büyük vahşet yaşatılıyor.

 Yemen'e karşı ABD ve AB ile ortaklarının Suudi Arabistan önderliğinde yürüttüğü savaşın adı 'soykırım'dır! (GÖNÜL KENTER - Aydınlık Gazetesi)




***






   İngiltere merkezli Çocukları Kurtarın Vakfı'nın bu yıl yayımladığı 'Çocuklar Üzerindeki Savaşı Durdur' raporunda, dünyada çocukların yaklaşık beşte birine karşılık gelen 420 milyon çocuğun çatışma bölgelerinde yaşadığı belirtildi.
  Bu sayının 2016'dan itibaren 30 bin arttığına işaret edilen raporda, çatışma bölgelerindeki çocuk sayısının Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana iki katına çıktığı vurgulandı.
  Raporda, 142 milyon çocuğun şiddetli çatışma bölgelerinde bulunduğuna, bu bölgelerde her yıl binlercesinin savaşa bağlı nedenlerle hayatını kaybettiğine işaret edildi.
  Raporda, Afganistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Irak, Mali, Nijerya, Somali, Güney Sudan, Suriye ve Yemen'in çocukların çatışmadan en fazla etkilendiği ülkeler olarak öne çıktığı bildirildi. 
 Yemen halen devam eden çatışmalardan dolayı en fazla çocuğun yaşamını yitirdiği ülkelerden biri. Birleşmiş Milletler'e göre ülkede geçen yıl bin 427 çocuk öldürüldü veya saldırılarda sakat kaldı. 
 Ülkede okullar ve hastaneler sık sık saldırıya uğruyor ya da çocukların eğitim ve sağlık haklarına erişimleri engellenerek bu yerler askeri amaçlar için kullanılıyor.
 Her 10 dakikada bir çocuğun öldüğü Yemen'de 400 bin çocuk yetersiz beslenmeden dolayı hayatını kaybetme riskiyle karşı karşıya. (Aydınlık Gazetesi)




***




'Savaşı bitirin' derken silah satan ülke: Fransa

   Fransa, Yemen'deki çatışmaların sonlanması için çağrılarda bulunmaya devam ederken, 2018 yılında Suudi Arabistan'a yaptığı silah satışı yüzde 50 arttı. amerikanın sesi.com' un haberine göre, Fransa'nın 2018 yılında silah satışları 9 milyar 100 milyon Euro'ya ulaştı. Bu satışın 1 milyar Euro'luk kısmıysa Suudi Arabistan'a yapıldı. Satışın büyük kısmının deniz devriye tekneleri olduğu belirtilirken,  teknelerin Yemen'deki çatışmalarda denizden uygulanan blokaj ve operasyonlarda kullanıldığı bildiriliyor.




***













Merhaba!
     


      

   

   

   

9 Haziran 2019 Pazar

İNSANDAN UMUT KESİLMEZ!




"En kusursuz cinayet yaşama sevincini öldürmektir."


PAULO COELHO




***




İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. 
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. 
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.


WILLIAM SHAKESPEARE




***




   


   Erich Fromm, İnsan Olmak Üzerine adlı kitabında modern sanayinin gelişmesi sonucu maddi refahın artmasıyla üretim ve mal edinimleriyle insanın sürekli tüketen haline getirildiğini, bu durumun insanın benliğini gittikçe zayıflattığını işaret ediyor. Rekabetin, üretimin ve tüketimin arasında tükenen bireyin alışkanlıklarını inceleyen Fromm, modern insanın tüketim toplumunun içinde yapayalnız ve kaygılı olduğunu, bir süre sonra kendi özgürlüğünden dahi korkar hale geldiğini belirtiyor:
   Modern insanın kendi elleriyle yaptığı şeylerin denetimi altına girdiğini ve yabancılaşma hastalığına tutulduğunu belirten Fromm, kişinin sahip olma ediminin artmasıyla kendisinin azaldığını vurguluyor. Ona göre, kişi ne kadar çok şeye sahip olursa yabancılaşması o denli büyür, kendisi azalır ve yaşamını da ifade edemez. Dolayısıyla kişi kendisinin yaratmış olduğu şeylerin ve koşulların egemenliği altına girmiştir. Artık bir hiçtir...
   Bu sıkışmış toplumsal mekanizmaya ve tüketen insanın bencilliğine işaret etse de, Fromm'un bir aydın olarak insandan ümidi kesmediğini görüyoruz. Erich Fromm, insanlığın önünde iki nihai yol olduğunu hatırlatır: Barbarlık ya da yeni insanın doğuşu... (GÜRER MUT - Cumhuriyet Kitap)




***




"İnsanlar bugünle başa çıkamadıkları zaman, iki şeyden birini yaparlar...
Ya geçmişi düşünüp dururlar, ya da geleceği değiştirmeye karar verirler."


EDWARD ALBEE
(Kim Korkar Virginia Woolf'tan?) 




***





   "Evet, bir yeni pencere önündeyiz. Pencere önü, Arşimet'in, dünyayı yerinden oynatabileceği dayanak noktasıdır. Biz orada ne kadar kavi duruş sergileyebilirsek hıza, yaşamsal hortuma karşı da yerimizi, duruşumuzu o kadar berkitiriz. Bu apaçık bir yaşam libidosu. Bu aşamada bizim yangından ilk kurtarılacak değerimiz işte bu zaten: Yaşam libidosu." 



M. SADIK ASLANKARA
(Söyleşi: MELİHA AKAY - Cumhuriyet Kitap)







İllüstrasyon: ALIREZA DARVISH






    pencerede hareketsiz dururum;
çerçeve, gökyüzü boşluğunu sınırlar.
beyaz bir bulutun portresini yapar zaman.
buna "umut" denir.


ALICJA MARIA KUBERSKA










Merhaba!

2 Haziran 2019 Pazar

"YAZAR" OLMAK




REŞAT NURİ GÜNTEKİN


  Sabahattin Ali'nin sağlığında bugün de çok satan romanları arasında yer alan Kuyucaklı Yusuf'la ilgili bir suç duyurusunda bulunulur. Denir ki; bu roman, rejimi aşağılıyor, aile kurumunu kötülüyor, halkı askerlikten soğutuyor.
   Mahkeme bilirkişiden rapor ister. Üç kişilik bilirkişi heyetinde Reşat Nuri Güntekin de vardır. Güntekin bugünkülere de ders olacak güzellikte bir metin sunar. Özetle şöyle der: 
 "Yazar çok büyük bir eser ortaya çıkarmıştır. Sözü edilen suçlamalar yersizdir. Yazar kimi sorunları abartarak anlatmış olabilir. Abartma, sanatçının ruhunda vardır. Bu bir anlatma, halka gerçekleri gösterme yöntemidir. Sanatçı gerçekleri anlatmak için yerine göre dürbün kullanır, büyüteç kullanır... Yazarı cezalandırmak, zaten cılız olan romancılığımıza büyük zarar verir..."
   Sabahattin Ali bu davadan beraat eder...
   Sanatçının oksijeni özgürlüktür...
  Özgürlüğü kısıtlayıp iyi sanatçı yetiştirmeye girişmek, insanın ağzını burnunu kapatıp, "istediğin kadar koş" demektir. (MUSTAFA BALBAY - Cumhuriyet Gazetesi)








   "Yazar, başta kendi olmak üzere okurlarını, kendilerini ve koşullarını değiştirmeye özendirmelidir yapıtlarıyla. Kötülüklerden sorumluyuz. Kötü bir şeyi değiştirmek zorundayız. Yazar değiştiremez, ama insanlara değiştirme isteği ve özlemi verir. Ve yazarın sorumluluğu bu."



AZİZ NESİN









"Yazar, 
çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, 
çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydındır."


JEAN PAUL SARTRE









   Sartre, bütün kitaplarını Gallimard yayınevinde yayımladı. Hiçbir zaman yayınevi sorunu olmadı. Gallimard batmadı, yayınevi yönetimiyle dalaşmak zorunda kalmadı. Gallimard, Sartre'a "Bu siyasal ortamda sizin yeni kitabınızı yayımlayamam" demedi. 50 yıllık yazarlık hayatında, yazarken "Cumhurbaşkanına hakaret suçu kaygısı" taşımadı. Cezayir Savaşı sırasında Fransa karşıtı "121'ler Bildirisi" imzalayıp önderlik ettiği için kimse yakasına yapışmadı. De Gaulle tarafından hain ilan edilmedi. 68 ayaklanmasında öğrencilerin arasında ve önündeydi; onlarla birlikte devrimci gazete ve dergi sattı. Bu nedenle mahkemelere çıkmadı. Dinbaz basın ve bireyler tarafından tehdit edilmedi. Çünkü Türk yazarı değildi! Bize gelince: İç güveysinden halliceyiz. 12 Mart'ta, 12 Eylül'de gözaltına alındık; işkenceden geçirildik; işlerimizden atıldık, istifa etmek zorunda kaldık; zorla emekli edildik; yazdığımız gazeteden atıldık. Her an başımıza bir şey gelebilir. Yayınevi sorunumuz var! Bir zamanlar, kendi adıma, "Neden öldürmek istiyorsunuz, nasıl olsa ölmeyecek miyim?" diye yazmıştım.



ÖZDEMİR İNCE
(Cumhuriyet Gazetesi)











Merhaba!