28 Şubat 2016 Pazar

ULAN İSTANBUL




İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

ORHAN VELİ







DEVRİM ERBİL






   "Uzun zaman Beyoğlu'nda yaşamak her Türk aydını için hayal olmuştur. Hele İstanbul dışındaki aydınlar, görmeden Beyoğlu hayranı olmuşlardır. Ben de İzmir'de büyüyen bir genç olarak, İstanbul'u hep hayal etmişimdir. 1941'de geldim İstanbul'a. İstanbul'u beğenmedim. İstanbul hem karanlık bir şehir, hem çok pis. İzmir daha aydınlık, ferah. Beyoğlu'na gelip de yürüdüğüm zaman ilk edindiğim izlenim, burası Türkiye değil hissiydi. Duvarlarda mütareke döneminde yaptırılmış, Fransız aparetiflerinin büyük reklâmları vardı. Birden fark ettim ki, Beyoğlu'ndaki pastanelerin ismi Türkçe değil. Markiz, Lebon, Parizien...Bu, insana çağdaşlık hissi vermez. Bilinçli bir aydına sömürgede yaşıyorum hissi verir."



ATTİLA İLHAN





Eğer sen yine İstanbul'san  
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap gibi götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara, Marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim 
sen
eğer yine İstanbul'san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın, ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiçbir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul'san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir

ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül'ün de birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık



ATTİLA İLHAN










Merhaba!

21 Şubat 2016 Pazar

DEĞERLİ HAYATLAR




"Ancak başkaları için yaşanan bir hayat, yaşamaya değer bir hayattır!"


ALBERT EINSTEIN










   Pablo Neruda tarafından, "Cervantes'den bu yana İspanyol edebiyatının başına gelen en güzel insan" olarak adlandırılan, gerçeküstü romancılığın dahi temsilcisi Gabriel Garcia Marquez'in ölümünden sonra Aptülika (Abdülkadir Elçioğlu),  GABO  başlıklı yazısında şöyle diyordu:
  O ne Kolombiyalı idi benim için ne de Nobel'li. Marquez benim için Arjantinli, Bolivyalı, Şilili, Meksikalı, Fatihli, Kuruçeşmeli, Arnavutköylü bizim mahalleli idi.
   Onun nobel aldığı günlerde kitabını Fransızcaya çevirmek istemişler. Marquez bir şart koymuş. Şartı şöyleymiş: "Yayıneviniz en az 10 Latin Amerikalı yazarın eserini yayınlarsa benim kitabımı çevirebilirsiniz."
   Ne bileyim ben Marquez amcayı çok severdim. Benim için nobel ödülü almayacak kadar iyi bir yazardı.
   Güle güle Aracatacalı güzel insan. Gittiğin yerde Steinbeck'e bizden selamlar götür.



GABRİEL GARCİA MARQUEZ








"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde."

ZİYA PAŞA









ABİDİN DİNO-YAŞAR KEMAL


...Adana'dan İstanbul'a yola çıkan Yaşar Kemal'in cebinde ancak beş lirası vardır.
Anasının balmumundan muşamba yapıp diktiği torbanın içine koyduğu malını mülkünü sırtladığı gibi önce Ankara'ya gider.
İki-üç gün yolculuktan sonra Abidin Dino'nun evine ulaşır.
Oktay Rifat ile Güzin Dino'da evdedirler.
Söz arasında Abidin Dino, Yaşar Kemal'e ne yapmak istediğini sorar.
Arif Dino'nun kendisini Cumhuriyet gazetesine aldıracağını söyler. Cumhuriyet işi olmazsa Orhan Kemal ile İstanbul'da buluşacaklar, bir el arabası alarak sebze - meyve satacaklardır.
Bu da olmazsa Yeni Cami arkasında arzuhalcilik yapacaktır.
Abidin Dino, "İstanbul'a gidiyorsun ya ne kadar para var cebinde?" diye bir daha sorar.
Sonra elindeki Osmanlı kesesine benzeyen bir keseyi Yaşar Kemal'e verir:
"Bunun içinde elli lira var, bu da az ya..."
Kesenin içi bozuk para doludur.
Ve Yaşar Kemal'i otobüsle İstanbul'a uğurlamaya karar verirler.
Sonrasını Yaşar Kemal şöyle anlatacaktır:
"Abidin Dino, Oktay Rifat, ben evden çıktık., Oktay Rifat yolda ayrıldı. O zamanlar otobüs terminali tren istasyonunun yanındaydı. Abidin Dino benden iki buçuk lira aldı gitti, benim İstanbul biletimi getirdi. Otobüs yarım saat sonra kalkacaktı. Hazırlanıyordu.
Dolaşarak konuştuk. Otobüs kalkış saati geldi, çağırdılar. Abidin Dino'yla öpüştük. Öpüştük ya  Abidin Bey orada öylece durdu kaldı.Otobüs beni çağırıyor. Abidin Dino'nun bana söyleyecek bir şeyi var ki söyleyemiyor. Yanına gittim, "Abidin Bey, bir şey mi söyleyecektiniz bana?" diye sordum. O, utana sıkıla, "Sen oradan bana 75 kuruş versene," dedi. Her şeyi anladım. Evde ne kadar para varsa torbalamış toplamış bana vermişlerdi. Seve seve ona 75 kuruşu verdim. (Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor: Adam Yayınları, 1996)
Abidin Dino giderken arkasından da, "Abidin Bey o yetmiş beş kuruş size ananızın sütü gibi helal olsun," diye sağanaklı bir nara patlatacaktır. (REFİK DURBAŞ - BirGün Gazetesi) 







   Van'ın ilk matbaasını kurup Van'ın Sesi gazetesini çıkaran İlyas Kitapçı, bir gün Tatvan-Van arası sefer yapan gemide İstanbul'dan gelen genç bir gazeteciyle karşılaşıyor. Ona Van'da bir kilisenin yıkılmak üzere olduğunu söylüyor. Genç gazeteci de Akdamar Adası'ndaki bu kiliseyi haberleştiriyor. Cumhuriyet gazetesinin haberi üzerine kiliseyi yıkma kararı alan askeri yetkili Ankara'dan gelen talimatla engelleniyor.
   
   O yılların genç gazetecisi ileride edebiyatımızın dev ismi Yaşar Kemal olacaktır. Ahtamar Kilisesi de bu sayede günümüze ulaşabiliyor.(NAZIM ALPMAN - BirGün Gazetesi)












Merhaba!

14 Şubat 2016 Pazar

SEVDADIR ŞİİR




Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben...
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim








   Ahmed Arif, elinde tahta bavulu, sırtında çarşafsız yorganı, sağında solunda iki polis memuru ile Ankara garından trene binmiştir...
   Bileklerinde annesinin nakışlı mendili misali kelepçe...
   Paramparça bir canla Eskişehir üzerinden İstanbul'a uzanmakta yolu...
   Tren Eskişehir'de duruyor, iki köylü biniyor, biri erkek, öteki kadın...
   Kadın bakıyor, dışarıda delikanlı bir bahar, yanında iki polis arasında bir yiğit...
   Soruyor bir ara:
  "Suçun nedir evladım?"
   Ne desin, şiirinden başka bir "suç"un gölgesi düşmemiş ki künyesine...
  "Sevdadır" diyor kısaca, ağulardan süzülmüş sesiyle...
   Birden kadının yüzü aydınlanıyor. Çıkınını açıp para vermek istiyor.
   Ahmed Arif almıyor, oysa cebinde beş liradan başka parası yok. (REFİK DURBAŞ - BirGün Gazetesi)






Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...



AHMED ARİF - LEYLA ERBİL









   Eğme başını öyle, kabahatin varmış gibi yiğidim. 
Sevdalanmaktan, adam gibi sevdaya tutulup sevinin ardından yürümekten büyük erdem mi var dünyada?

MUHAMMET GÜZEL
(Son Göç)








Öylesine güzel
Seviyorum ki seni
Öylesine saf,
Öylesine temiz,
Öylesine derin.
Ve öylesine değil.



ÖZDEMİR ASAF







Merhaba!

7 Şubat 2016 Pazar

GERÇEĞİ SÖYLEYENLER




Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil, 
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!



NAZIM HİKMET





"Üçkağıtçılığın, sahtekârlığın, evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, 'gerçeği söylemek' devrimci bir eylemdir."



GEORGE ORWELL







...Budalalık çağının cüceleriydiniz, farkında değildiniz.
   Bilmiyordunuz doğanın yasalarını. Suyun kaç derecede ısındığını, ateşin nasıl yandığını, uranyumun nasıl dönüştüğünü...Yaşamda "temel itici güç"ün ne olduğu ise umurunuzda değildi. Oysa, Marx tanımlamıştı sizin gibileri: Tufeyli.
   Bilmiyordunuz çalışmak aynı zamanda kendini üretmektir. Sizse her şeyi tüketmek için vardınız.


FERİDUN ANDAÇ






...Kapitalist toplumlarda merkez medyanın işlevi, yurttaşlara sürekli biçimde "her şey yolunda" mesajı vermek, onları eğlendirip avutmak, hayatın tam da olması gerektiği gibi olduğuna inandırmaktır...


YAVUZ ALOGAN




   
   
...Bu emperyalizm denilen düzen; tüm insan ve doğa değerlerini sömürüp, insanı türlü yöntemlerle hiç ihtiyacı olmayan malları almaya teşvik ederek, ömür boyu bunların bedelini dünyanın binbir şirketine ödeyen köleler haline getirmiş, işsizliği arttırmış, gelir dağılımları arasında uçurumlar ve yoksullar yaratmış, eğitimli ve kültürlü değil cahil tüketici bir toplum oluşturmuş, eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi taleplerini bastırmıştır...

ETHEM GÖNENÇ






...Kapitalizmle yeni tanışan ülkemiz ne idüğü belirsiz "yeni insan" prototipini yarattı. Her gün her yerde, her olay ve durumda karşımıza çıkıp duruyorlar.
   Değer yaratmadan her şeyi değersizleştirerek bir hamam böceği gibi yaşıyorlar. Artık dilimize yerleşti şu kavramalar, deyimler: vole vurmak, köşeyi dönmek, kafa koparmak, para her kapıyı açar... Harikasın, kendine iyi bak, önemlisin, ortak noktamız yeni telefon numaran!
   Oysa çürüme her yanda. Değer yitimi, yozlaşma, ikiyüzlülük, aldatma , yalan, muhteris bir gözün hem canı hem de sancısı.
   Emek nedir bilmezsiniz, üretmenin nasıl bir değer olduğunun çok uzağındasınız. Bilgi, beceri çok ötenizde: ancak gösteriş budalalığında varsınız.
   Ortak yaşamak kültürü nedir, insana saygı neden gereklidir, hayatın sürekliliği nerededir bilmezsiniz. Ama ancak tüketerek var olduğunuza inanırsınız. İnsan tüketmekte de üzerinize yoktur. Oysa farkında olmak soylu bir davranıştır. Dönüp bakmak, "ne yaptım, ne yapıyorum" demek de...



FERİDUN ANDAÇ










   "...Vahşi kapitalizm kadar insan ruhunu küçük düşüren başka bir sistem yoktur. Kapitalist, çevresinde balıklı göl varsa, telle çevirir, yakaladığı balıkları satar. Marksist anlayış ise gölü kamulaştırır, insanlara balık tutmayı öğretir. Herkes yakaladığı balığı yer...."



OSMAN ŞAHİN









Merhaba!