23 Nisan 2021 Cuma

GÜLMEYİ UNUTANLAR

 

   



  "Zenginliğin sadece bilim ve sanat için harcandığında mazur görülebilecek bir hastalık olduğunu söylüyorum" bu cümle Sadık Demir'e (Meraklı Adamın On Günü - İletişim Yayınları) ait.
     Zenginliği hastalıklı kılan nedir?

   Zenginlik bulaşıcı ve ölümcüldür. Kişisel zenginlik bu yüzden bu gezegenin üzerinden silinmelidir. Başkasının payını almadan zenginleşmek mümkün mü? Tabii ki değil. Proudhon, zenginliğin kökünde hırsızlık olduğunu söylerken haksız değildi. Tüm dinler önce yoksulların hareketi olarak doğar. Tanrı sonradan zenginleşir, sistemin yanında saf tutar. Kişisel zenginlik toplumun yoksullaşması demektir. Bir küçük not: Solcular zenginliğe karşı değildir. Zenginliğin tek elde toplanmasına, toplumla eşit olarak paylaşılmamasına karşıdırlar. (MEHMET EROĞLU, Söyleşi: CAFER KURT - Cumhuriyet Kitap)


***


Gün gizini sürdü sessizliğe, konuğunu
Bütün gece bekleyen sokak ışıklarına,
Kaldırımlara. Ben sesini duydum yüzünde
Ağlayan kedinin, acısını anladım ve annemi
Anımsadım, bacağını saklayan basma eteği
Görünce yara bandı satan kızın.

Sarıydı teni ve kirliydi elleri. Bir gecenin
Kondusu yürümüştü gözlerindeki kısa
Patikada. Çocukluğunu oyuncak bir trenden
Çıkarıp taşını sulamıştı kaldırımların.
Ve anlamıştı: insanlığın yarası olan 
Varlığıyla en çok yarasını sarmayı
Gereksindiğini insanları.

"Yara bandı alın" mı diyordu yoksa
"beni sarın" mı? Anlayamadım.

ZAFER EKİN KARABAY


***


   ... Şeyh, Fehmi Ağa, Mısır firavunları gibiydi, ölmüş de mumyalanmış bir hali vardı da, yüzünden ne dediği anlaşılmazdı, gülmeyi de ağlamayı da unutmuştu. Şunu söylemek gerekir ki, gülmeyi unutan insan yoksuldur, ağlamayı unutan da vicdansız. Ama her ikisini birden unutan kişi artık insanlıktan çıkmıştır. Onun yüzünden duygu okunamaz. Firavunlar, kral ya da sultanlar arasında kamu önünde ağlayanı varsa o herhalde tasarlanmıştır. Gülmek de öyledir... (FARUK DUMAN - Sus Barbatus!)






Merhaba!  

17 Nisan 2021 Cumartesi

KÖY ÖĞRETMENLERİ

 

KÖY ÖĞRETMENLERİ

Yurdumuz uçsuz bucaksız,

Gökte yıldız kadar köylerimiz var.

Ama uzak, ama harap, ama garipsi..

Alın benim gönlümden de o kadar.


Uzak köylerimizde kuşlar gibi

Her sabah çocuklar size uçar.

Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç..

Alın benim gönlümden de o kadar.


Siz kara göklerin yıldızları,

Işıtın yurdumuzu sabaha kadar!

Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu..

Alın benim gönlümden de o kadar.


(...)


Ve onlar saçları uzamış,

Çatlak ellerinde çıkınları,

Üç saat, dört saat ötelerden

Yorgundur, sessizdir akınları.


Ve onlar, yıldızlar gibi

Gözleri ışıl ışıl yananlar.

Oyuncak için değil, kâğıt, kalem

Kitap için gizlice ağlayanlar.


(...)


Gündüzün akşamla kavuştuğu saatte

Güneş altında tarlalar çın çın öterken

Ya o sıcak yağmurlar toprakla çiftleşir,

Ya da ilk ışıklar sabahları erken

Rüzgârla içimizde eserken.


Çemişkezek'te, Patnos'ta, Malazgirt'te doğanlar,

Bütün bunları düşünmelisiniz.

Yüce ırmaklar gibi sessiz, sürekli

Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla

Akıp köylere gitmelisiniz!


Yurdumuza ışık iletmelisiniz...

(CAHİT KÜLEBİ)



CAHİT KÜLEBİ & CEYHUN ATUF KANSU



   Köy nüfusunun azalması tarımsal üretimin azalmasına, hayvancılığın olumsuz etkilenmesine ve köy okullarının kapanmasına neden olmuştur. 2000'li yıllara kadar her köyde bir okul bulunmaktaydı. Öğretmenler köylünün diğer sorunları ile de ilgilenirdi. Hasta olan, başka bir şehre iş için gidecek olan gelir öğretmene danışırdı. Tam gün eğitim yapan köy okullarının servis, ısınma, temizlik, güvenlik gibi sorunları bulunmuyordu. 

    Köy okullarını kapatarak insanlarımızın şehirlere göç etmesine zemin hazırladık. Köylünün ekonomiye katkısını hiç hesaba katmadık. Eğitim imkanlarına eşit erişimin merkezleri olan köy okullarını kapatarak dezavantajlı çocuklarımızın dünyaya açılan tek şansı olan bu kapıları da kapatmış olduk. 

  Köy okulları yaparak yaşayarak öğrenmenin merkezleriydi. Yoksul ailelerin çocuklarının özgürce sosyalleştiği alanlardı bu okullar. Şimdi bu çocuklarımızı kilometrelerce mesafelere taşıyarak, özgüvenlerini yok ettik.

  Yıllardır eğitim modelleri üzerine tartışmalar yürütülüyor. Kendi modelimize dönüp bakmak aklımızın ucundan geçmedi. Aslında 1923'ten bu yana kendimize özgün bir model oluşturduk. Köyleri boşaltarak kendi modelimizi yok ettik. Çocuklarımızı asfalt bahçeli apartman şeklindeki okullara hapsettik.

   Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Niyazi Altunya gibi aydınlanmacı öğretmenlerin yetişmesinin önüne set çektik. 

  Bir köy okulunda yetişen Cumhuriyet Öğretmeni Şefik Sınığ'ın köy çocukları ile olan eğitim yaşamı bu kurumların önemini bir kez daha hatırlamamızı sağlıyor. Şefik Sınığ kimdir?

  1925 yılında Konya-Seydişehir'de dünyaya gelir. Gönen Köy Enstitüsü'nü bitirdikten sonra, Afyon-Dinar ilçesi Sütlaç Köyü İlkokulu'na öğretmen olarak atanır. Burada ilk görevine başlar. 1949 yılı ekim ayında tamir etmekte olduğu okulun ara duvarının üzerlerine çökmesi sonucu ağır yaralanır. O yıllarda, ulaşım şartları hayli zor olduğundan Çivril'e güç şartlarda getirilir. Doktor Şerif Gürsel, ağır yaralı olan Şefik öğretmeni muayene eder ve omuriliğinin hayli ezilmiş olduğunu görür. Çaresiz bir şekilde, öğretmen Şefik Sınığ görev yaptığı köye geri götürülür. Hasta yatağının başında öğretmen arkadaşı Mehmet Aydeniz ile köylülerden birkaç kişi bekler. Ancak, durum umutsuzdur. Dünyanın bütün çiçeklerini, köy çocuklarını, öğretmenlik mesleğini çok seven idealist öğretmen ölmek üzeredir. Sürekli öğrencilerini sayıklar. Bu sayıklaması gün boyunca sürer. Hep, öğrencilerini, kaderleri kendisine benzeyen o köy çocuklarını sayıklar. Dünyanın bütün çiçeklerini yanına ister. Son sözleri şu olur: "Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin." Zorluklarla geçen yaşamı bu sözlerle son bulur. 

   Ceyhun Atuf Kansu, Şefik öğretmenin ölümü üzerine yazdığı o meşhur şiirinde bir köy öğretmeninin öğrencilerine olan sevgisini, ilgisini şu şekilde dile getirmektedir:

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Bütün çiçeklerini getirin buraya,

Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,

Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer

Bütün köy çocuklarını getirin buraya,

Son bir ders vereceğim onlara,

Son şarkımı söyleyeceğim,

Getirin, getirin... ve sonra öleceğim.

(...)

Dünyanın bütün çocuklarını diyorum,

Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,

Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,

Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,

Ne güller fışkırır çilelerimden,

Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,

Korkmadım, korkmuyorum ölümden,

Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Baharda Polatlı kırlarında açan,

Güz geldi mi Kopdağına göçen,

Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,

Muş ovasından, Ağrı eteğinden,

Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden

Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,

Eğin türkülerinin içine gömün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

En güzellerini saymadım çiçeklerin,

Çocukları, öğrencileri istiyorum.

Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,

Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,

O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.

Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,

Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

(...)

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Okulun duvarı çöktü altında kaldım,

Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,

Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,

Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,

Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,

Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.

Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.


   Köy okulları "Bey çocuğu bey, ırgat çocuğu ırgat olmasın" diye açılmıştı. Bizler köy okullarını kapatarak binlerce Şefik Sınığ'ı bir kez daha toprağa vermiş olduk. (ALİ TAŞTAN, Eğitim Uzmanı - BirGün Gazetesi)



Karikatür: TURHAN SELÇUK







Merhaba!

11 Nisan 2021 Pazar

OKU! İNSAN SANATLA YAŞAR!



Bağırırlar şaire: 

"Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.

Şiir de ne?

Boş iş.

Çalışmak, harcınız değil demek ki..."

 Doğrusu

bizler için de 

en yüce değerdir çalışmak.

Ve kendimi

bir fabrika saymaktayım ben de.

Ve eğer 

bacam yoksa

işim daha zor demektir bu.

Bilirim

hoşlanmazsınız boş lâftan

kütük yontarsınız kan ter içinde.

Fakat

bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:

Kütükten kafaları yontarız biz de.


VLADİMİR MAYAKOVSKİ

                                                                   (Çeviri: ATAOL BEHRAMOĞLU)


***


   Nazilerin 1933 yılından itibaren toplu kitap yakma eylemlerine hız verdiği, 1945 yılına dek de bu tarihe geçecek utanç verici pratiği sürdürdüğü biliniyor. Bilinen en büyük "yakma organizasyonlarından" biri 10 Mayıs 1933 günü gerçekleşmişti. Bu, kitapların yalnızca öylece ateşe atıldığı bir eylem değil, neden belli yazarın ve belli kitapların seçildiğine dair bildirilerin okunduğu, etraflı bir organizasyona sahip toplaşmalardan biriydi. Örneğin, Erich Maria Remarque'ın Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok 'u, "savaştan kaçan askerleri betimlediği" gerekçesiyle yakılmıştı. Freud'un yapıtları ise "cinselliğe aşırı derecede vurgu yaptıkları" gerekçesiyle kara listeye girmişti. (sabitfikir.com)


***


   "Ne kadar ilerledik bilemem ama ortaçağda olsak beni yakarlardı, şimdi kitabımı yakıyorlar."

SIGMUND FREUD

(Portre: SALVADOR DALİ)


***


"Çocuktuk, büyüdük. Kitapları seçtik, başka şeyleri seçen insanlar arasında..."

ENİS BATUR

(Fotoğraf: ARA GÜLER)


***


"Çocukken kitapların tılsımlı olduklarına inanırdım, büyüdüğümde kesinlikle tılsımlı olduklarına ikna oldum."           (SENTA URGAN - Cumhuriyet Kitap)


***


   Yaşam başka türlü yaşanmıyor. Eğer düşleriniz varsa ömrünüzü uzatabilirsiniz. Bir insanı sevmekle nasıl çoğalabildiğinizi görürsünüz. Ve onun için yaşamayı göze alırsınız. 

   Sevince, tıpkı okurken ki gibi, ilerler insan. Zihninin kalıpları kırılır, yeni algılar edinir. Irmaklar yaratır kendine, kuyular açar, atlaslar kurar, dağları aşma gücünü kuşanır... Yetinmeyen bir duyguyla kendini amber kokulu çarşılara taşır. İnsan sesine, insan sözüne erdirir her bir bakışını. Günü dokur, zamanı eğitir, gözlerini soldurur bir kitabın sayfalarında. (FERİDUN ANDAÇ - Cumhuriyet Kitap)


***


   İnsan sanatla yaşar. Muhakkak ki barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve güvenlik gibi temel gereksinimlerimiz geliyor akla ama onlar yaşamak için. "İnsan" olmak için, "insan" gibi yaşamak için gereksindiğimiz öncelikle sanat. (KORKUT AKIN - Cumhuriyet Kitap)


***


"Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır."

ANDREY TARKOVSKİ




Merhaba!  

4 Nisan 2021 Pazar

İNSANLIĞIN SOL YANI-2

 


   "Bir de şu toplanan kitap..."

   "İşte hep bu anlattıklarım yazılıydı kitapta... Benim derdim, komşumun derdi, okuldaki çocukların derdi..."

   "Biliyorsun, bunları yazanlardan hoşlanmadıklarını... Gene de habire yazıyorsun!"

   "İstiyorum ki halk, kendi çektiklerinin ayrımına varsın. Bir kez halk yoksulluğunun ayrımına varırsa... Daha doğrusu halk, halk olarak kendi gücünün farkına varırsa... Kaderine öyle razı olmuş görünüyor ki..."

   "Korktuğum için kendimi savunduğumu sanma. Ben henüz solcu olup olmadığımı bilmiyorum kesin olarak. Bildiğim bir şey varsa ezilen halktan yana oluşum. Halkın çektiği sıkıntıların benim çektiklerimle tıpatıp uygun oluşu. Kurtuluşumu da halkın kurtuluşunda görüşüm... Bu birkaç düşünce kırıntısı solcu olmam için yeterse kendimi hiç de temize çıkarmaya çalışacak değilim."

RIFAT ILGAZ (Karartma Geceleri)


***


   "Suçlu senaryosu reddedilmiş. Redde esas, eserin sol temayüllü oluşuymuş. Ya reddetmeselerdi de 'Uygun' deselerdi? Kendi kendimden, yani 'Sol'culuğumdan şüphe edip, kendimi bir çeşit 'Dönek' saymaz mıydım?"

ORHAN KEMAL

(Fikret Otyam'a yazdığı mektuptan)


***


Tıraştan tıraşa yüzüne bak

unut yaşını

koru kendini bitten

                                               bir de bahar akşamlarından.

Bir de ekmeği

                                                   son lokmasına dek yemeği

bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.

Bir de kim bilir

sevdiğin kadın seni sevmez olur

ufak iş deme

yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir

                                                    içerdeki adama.

İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena

dağları deryaları düşünmek iyi

durup dinlenmeden okumayı yazmayı

bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana

bir de ayna dökmeyi.

Yani içerde on yıl on beş yıl

                                               daha da fazlası hatta

geçirilmez değil

geçirilir

kararmasın yeter ki

              sol memenin altındaki cevahir.               

NÂZIM HİKMET


***


"Başkaları için kendilerini unutanlar, hep hatırlanacak olanlardır."

FYODOR DOSTOYEVSKİ





Merhaba!