26 Haziran 2016 Pazar

YARINLAR BİZİMDİR




   Emperyalizmin en büyük zaafı, gücünün sınırsızlığına inanmasıdır. Ancak, insan faktörünü dışlayan bir güçtür bu. Paraya ve zora dayanır. İnsan yalnızca zavallı bir araçtır, bir sömürü nesnesidir emperyalizm için. İşte burada kaybeder. Sosyalizmin şaşmaz kuralıysa insanı temel almasıdır. Burada kazanır.

CELİL DENKTAŞ






    Aydın Ilgaz anlatıyor:
   Niyazi Akıncıoğlu, bir gün babama "Yav bugün bir davaya girdim. Adamın kolu kopmuş kazada. İşverenin avukatı bastırıyor da bastırıyor 'ihmalden' diyerek. Dün de bir tanesi kopmuş" diyor. Babam da Akıncıoğlu'nun izniyle Alişim şiirini yazmış:

Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları,
Yazıldı onun da raporu:
"İhmalden!"
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer...
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim
sol yanın sevdiğini.
Kızlar da emektar sazın gibi
Çifte kol ister saracak!


RIFAT ILGAZ







   TMMOB Zonguldak Şube Başkanı Erdoğan Kaymakçı, 301 işçinin şehit olduğu Soma katliamının ikinci yılında yaptığı konuşmada, "Soma'da yaşanan facianın ardından her ay onlarca emekçinin iş kazalarında ölmeye devam ettiğini" söyledi. İş güvencesinin azalması, esnek çalışma biçimlerinin artması, çalışma koşullarının ağırlaşması gibi nedenlerin iş kazalarını arttırdığı ifade eden Kaymakçı, şöyle dedi: "Soma'da yaşanan acı gerçeğin nedenleri ortadadır. Bu nedenler ile hesaplaşılmadığı sürece fabrikalarda, madenlerde, inşaatlarda ve tüm çalışma alanlarında bizleri bekleyen yeni Soma'ların yaşanılması kaçınılmazdır. Soma katliamı göz göre göre gelmiştir. Çünkü ocakta kömürün içten içe yandığının bariz göstergesi olan karbonmonoksit gazının aylardır limit değerlerin üzerinde seyretmesi ve gaz sensörlerinde bu değerlerin de belli olmasına rağmen önlem alınmaması, ocak sıcaklığının bir aydan beri normalden yüksek olması kömür yangınını göstermektedir. Buna karşın üretim zorlamasının devam ettirilmesi katliamın meydana gelmesinin ana nedeni olmuştur." (BirGün Gazetesi) 






   Katliamın ikinci yılında, şehitlikte yatan babaları Kamil Çal'ın mezarını ziyaret eden Sude Çal ile abisi İbrahim Çal, iki yıl boyunca yaşadıkları acıyı satırlara döküp yazdıkları mektupları, babalarının başucuna bıraktı. Sude mektubunda, "Canım babam, 7 yaşında, en çok ihtiyacım olduğunda kaybettim seni. İlk karnemi gösteremediğim günü hatırlıyorum. Bütün arkadaşlarımı anne ve babaları karşıladı, okulun kapısında. Bense kapıda sadece annemi görmüştüm. Buruk bir gülümsemeyle, sarılmıştık birbirimize. Özlüyorum, daha da özlememe sebep oluyor. Ne olursa olsun çok şanslıyım, çünkü hala gülüşünü hatırlıyorum. Sen benim güzelimsin. Babam. Canım babam, seni çok özledim." (Aydınlık Gazetesi)



   6 Nisan 2016:
   Amasya'nın Suluova ilçesinde kapatılma kararı alınan Yeni Çeltek Maden İşletmesi'nin işçileri, yerin 1200 metre altına inip açlık grevine başladı. Açlık grevi yapan işçilere, aileleri de dışarıda destek verdi:

   "Bizim babalarımız öldükten sonra mı sahip çıkılacak?"







Yarın kan dökenlerin değil
Alınteri dökenlerindir
Yarın ocak yıkanların değil
Fidan diken ellerindir
Bugün bir lokmayı çok gördüğün
Unutmaz ızdırabını
Bugün ezip soyup sömürdüğün
Yarın sorar hesabını
Yarın bizimdir bizim
Dün senin, bugün senin
Yarın bizimdir bizim...

(Şarkı: Melike Demirağ - Şanar Yurdatapan)










Merhaba!

20 Haziran 2016 Pazartesi

EZİLENLERDEN YANA OLMAK




   4 Haziran 2016,
   Nazilerin Yahudileri yok etmeye yönelik "Nihai Çözüm" ünden Britanya'ya kaçarak kurtulan Hedy Epstein, 91 yaşında hayatını kaybetti.
  Freiburglu Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Epstein'ın neredeyse tüm ailesi, Auschwitz toplama kampında katledildi.
  Almanya'nın Nazilerden kurtarılmasından sonra bir süre müttefik kuvvetlerle birlikte çalışan Epstein, 1948 yılında ABD'ye yerleşti. Burada konut hakkı ve savaş karşıtı mücadeleye katılan Epstein, 1982 yılında İsrail'in desteklediği Falanjist paramiliter kuvvetlerin yaptığı katliamların ardından, Filistin yanlısı harekete dahil oldu.
  2001 yılında "Women in Black" (Siyah Giyen Kadınlar) isimli bir grup kuran Epstein, ağırlıklı olarak İsrail işgaline odaklandı.
   2003 yılında Batı Şeria'ya giderek Uluslararası Dayanışma Hareketi ile birlikte çalıştı.


   Yahudi aktivist aynı zamanda Vietnam Savaşı'na ve Kamboçya'nın bombalanmasına da karşı çıkmıştı.
   2014 yılında, ABD'nin Ferguson kasabasında siyahi Michael Brown'ın polis tarafından öldürülmesi üzerine başlayan eylemlere de katılan Epstein, bu eylemlerden birinde tutuklanmış, konu hakkında şöyle konuşmuştu:
   "Gençliğimden beri eylemciyim ama 90 yaşında eyleme katılmak zorunda kalacağım aklıma gelmemişti. İnsanlar bugün ayaklanmalı ki gelecekte 90 yaşındakiler eylem yapmak zorunda kalmasın." (soL Haber)


HEDY EPSTEİN






   "Faşizm, bence de anlaşılması zor bir şey değildir.
  Bir defalık kullanım özelliğine sahip, açarsa cezalandırılacağı Çin malı gaz maskeleriyle, yerin yedi kat dibine gönderilen Somalı madencilerin alnına yazılmış kara bir yazıdır faşizm. Dünyanın bütün mürekkepleriyle, ama yalnızca muktedirlerin kalemiyle yazılır...
  Faşizm sıraya girmektir. Hizaya gelmektir. Başını öne eğmektir. Gölgenden korkmaktır. Umudun bitmesi, iyiliğin yenilmesidir. Sınıfta, sokakta, çarşıda, evde ve artık üzerinde yürünmesinden bile korkulan meydanlardadır.
   Ama zor oyunu bozar ve insanlık tarihi, zalimlerle mazlumların mücadeleleri tarihidir.
   Evet, zor oyunu bozar ve tarih hep zalimlerle mazlumların kavgasını yazar..."
  (ERCAN KESAL- BirGün Gazetesi)








"Ya ezenden yana olacaksın ya da ezilenden! Bu işin az şekerlisi, çok şekerlisi olmaz!"


RIFAT ILGAZ











Merhaba!

12 Haziran 2016 Pazar

PERDE ARKASI-2 ("SU" DAN SEBEPLER)




   Kışı Mersin'de geçiren Sarıkeçililer, baharda yayla yoluna koyuluyor. Konya ve Karaman'ın yaylalarında yazı geçiriyorlar. Sonbaharda, yaklaşık 2 bin kişinin şehre geri dönüşü başlıyor. Yörükler, bin yıldır yaya olarak gidip geldikleri yollarda, artık, tehdit altındalar. Hayvanlara verecek su bulamıyorlar. Kimi zaman, hayvanları ancak haraçla otlatabiliyorlar... Karaman'ın Hacıbaba Dağı eteklerindeki Çoka Çeşmesi'nde, 14 Mayıs'ta düzenlenen "11.Sarıkeçililer Geleneksel Göç Kervanı" etkinliğinde ise ilk kez organize bir saldırıyla karşılaştılar.
   (Konukların arasındaki belediye başkanı, su sorunundan konuşulunca rahatsız oldu. "Her şeyi sökün"  diye talimat vererek, etkinliği terk etti.)


PERVİN ÇOBAN SAVRAN
(Sarıkeçililer Yaşatma ve Dayanışma Derneği Başkanı)


   Pervin Ana anlatıyor:
  "Çoka Çeşmesi, yüzyıllardır sürülerimizi suladığımız bir yer. Ama 4-5 yıldır burada bir damla su bulamıyorduk. Su kaynağı, mermer ocağına bağlanmış. Biz ise belediyeden para karşılığında tankerlerle su alıyorduk... Panelde, su sorununu konuştuk. Mermer ocağının mühendisi de geldi. 'Suyunuzu biz aldık' dedi. Çözüm üretelim derken, belediye başkanı tepki gösterdi. Sonra saldırıya geçtiler...
   Bizim tepkimiz doğayı, suyu yok etmeye çalışanlara... Yerdeki karıncayı, kurdu, kuşu, yılanı, çiyanı, çakalı bile koruruz. Hepsine saygılıyız. Bizim sözlerimizden alınanlar varsa, yarası olan gocunuyorsa bir şey diyemem. Biz dağlarda, Toroslar gibi dimdikiz hala, eğilmeyeceğiz. Tek tek saldırılar oluyordu ama belediye organizesinde böyle bir olayla ilk kez karşılaştık. Siyaset üstü bir duruşumuz var. Bizim için hiç bir partinin değeri yok. Mühim olan doğa ve kültürdür. Bu duruşumuz herkesi rahatsız ediyor. Eğilmez bir gücümüz var. Bu güce sahip olmamıza inanamıyorlar. Dağlardan, doğadan, yoldaşımız keçilerden alıyoruz bu gücü... (Cumhuriyet Gazetesi)




  "Neden bir takım 'yüksek' mevkidekiler işi gücü bırakıp, 85 milyonluk bu ülkede 2 bin kişilik bir göçer gurubuyla uğraşıyorlar?" diye soran Erhan Ünal, "Sorun yeni değil. Yıllardır bu sinsi işkence sürüyor. Bir bakıyorsunuz, göçerlerin Aydıncık ile Karaman arasında geçtikleri güzergâh boyunca 'orman geçiş müsaadeleri' sorun oluyor. Bir bakıyorsunuz birileri göçerlerin develerini vurup öldürüyor ve bu sevimsiz liste uzayıp gidiyor" şeklinde konuştu. 
   Sarıkeçililerin yaşadığı sorunun dramatik olduğunu ancak münferit bir olay olarak görülmemesi gerektiğine vurgu yapan Ünal, "Konu aslında tüm Türkiye'nin geleceği üzerinde mayalanan bir dizi karanlık girişimin, Sarıkeçililer üzerinden uç yaptığı bir durum. En iyisi bu çok geniş ve meşum ve melun hazırlığın konu başlıklarını vererek Sarıkeçililerle bağlantısını açıklamaya çalışayım" ifadelerini kullandığı değerlendirmesinde, su, toprak ve hayvancılık gibi başlıklar altında özetlediği küresel oyunu şöyle anlattı:
   "Su sorunu; Türkiye en geç, 2009 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen 'World Water Forum'da, bu forumu organize eden 'World Water Council'in, genel geçerli prensipleri yönünde hareket etme yükümlülüğü altına girmiştir. Buna göre, WWC'nin tüm dünyada gerçekleştirmek için mücadele verdiği en önemli hedefi olan 'Tatlı su kaynaklarının' bir araya getirilerek, işletmelerinin özel şirketlere (Suez, Thames Water, Viola, Bechtel gibi) verilmesi, Türkiye'de de ısrarla hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu yüzden sadece barajlarda toplanan nehir suları değil, HES adı altında toparlanan ve bir araya getirilen dereler de bu kapsamda su havzaları ile birlikte özelleştirme süreci içerisindedirler. Bu konudaki girişimler bir adım daha ileri taşınarak, 'köylüye sulama suyu sağlama' etiketi altında, en küçük derelerin suyu da göletler halinde biriktirilmekte. Sonuçta yakın bir gelecekte kimse doğada sahipsiz bir avuç su bulamayacaktır, hedef bu! Senaryo, korkutucu olmaktan çok ötedir. Bu ortamda Sarıkeçililer ya da başkalarının, hayvanları ile doğada 500 km den fazla yolu yürüyerek gitmeleri sistemin geleceği açısından olası değildir...
   Türkiye'de su işleriyle uğraşan ve özelleştirilmemiş tüm su kaynaklarını işleten kurum olan DSİ (Devlet Su İşleri), Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na bağlıdır. Dolayısı ile Sarıkeçililere müdahele ederken orman memurunun söylediği, 'Bizim görevimiz ormanları korumak' söyleminin arkasına saklanan diğer söylem ise: 'Su kaynakları konusunu gündemden düşürmek için o kadar gayret ediyoruz, bu konudaki her türlü hareketlilik, bu çok hassas konuda bizi zora sokar', olacaktır.(soL Haber)






FİDEL CASTRO


   Domuzlar Körfezi Zaferinin 55. yıldönümünde gerçekleşen Küba Komünist Partisi 7. Kongresi Fidel Castro'nun konuşmasıyla kapandı. Küba Devrim Lideri, 12 dakika süren konuşmasında insanlığın gezegene zarar vermeye devam edemeyeceğinin altını çizdi:
  "Dünyayı tehdit eden büyük bir tehlike var: Modern silahların yıkıcı gücü dünya barışını baltalayarak insan soyunun devamını imkansız kılabilir. İnsan soyu tıpkı dinozorlar gibi yok olabilir. Belki uzun bir sürede yeni akıllı bir tür gelişebilir ya da güneşin sıcaklığı tüm güneş sistemini yok edecek bir düzeye erişebilir. Birçok bilim insanı bu olasılıkları tartışıyor. Bu varsayımları yok sayamayız, insanoğlu bu konuda daha çok bilgi sahibi olup gerçeğe adapte olmak zorundadır. Ama önce büyük bir sorunu çözmek gerekiyor: İnsanın temel gereksinimi olan içilebilir su ve doğal kaynakların sınıra dayandığı dünyamızda milyarları bulan insan nüfusunu nasıl besleyeceğiz?
   Bazılarınız ya da belki çoğunuz bu konuşmada siyaset nerede diye içinizden geçiriyorsunuz. İnanın bunları söylemek bana da acı geliyor, ama siyaset burada, bu sözlerde. Umarım birçok insan bu gerçeklerin kaygısını taşıyordur...
   Teknolojiden yoksun; yağmuru, barajı olmayan yeraltı kaynakları kumlarla kaplı, Afrikalı susuzları kim besleyecek?" (soLHaber)







iyice görüyorum artık düzeni.
orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,
aşağıda da bir çok kişi.
ve bağırıyor yukarıdakiler aşağıya:
"çıkın buraya gelin ki,
hepimiz olalım yukarıda."
ama iyice gözlediğinde görüyorsun,
neyin saklı olduğunu
yukarıdakilerle, aşağıdakiler arasında.
bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta.
yol değil ama.
bir tahta bu.
ve şimdi görüyorsun açıkça;
bu bir tahterevalli tahtası.
bütün düzen bir tahterevalli aslında.
iki ucu birbirine bağımlı.
yukarıdakiler durabiliyorlar orada, 
sırf ötekiler durduğundan aşağıda

ve ancak;
aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece
kalabilirler orada.
yukarıda olamazlar çünkü,
ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı.
bu yüzden isterler ki;
aşağıdakiler sonsuza dek 
hep orada kalsınlar.
çıkmasınlar yukarı.
bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukarıdakilerden.
yoksa durmaz tahtervalli.


BERTOLT BRECHT
   







Merhaba!

3 Haziran 2016 Cuma

MUTLULUĞUN RESMİ




  
   Paris'e gidişlerinin birinde, hep duvar tarafında yatan Nazım Hikmet yer değiştirmek istiyor Vera'yla. Vera merakla kulak kabartıyor, bütün gece Nazım Hikmet'in telefonla konuştuğunu duyuyor ama Türkçesi yok anlayamıyor. Sonradan öğreniyor diyaloğu:
  "Abidin, geç oldu biliyorum. Vera yeni uyudu. Onun uyumasını bekledim. Vera uyanır diye konuşamıyorum. Ne olur sen konuş, ben dinleyeyim. Ama ne konuşursan konuş. Türkçeye o kadar hasret kaldım ki anlatamam."



   Nazım Hikmet ve çok sevdiği eşi Vera, Paris'te bir otelde kalmaktadırlar. Nazım Hikmet gecenin bir yarısı eline kalemini almış eşi Vera'ya "Saman Sarısı" adlı şiirini yazmaktadır. Eşi Vera çoktan uyumuştur:

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?






   Nazım ve Abidin, Sen Irmağını gören çatı katındaki otel odalarının pencerelerinin başına oturmuşlardır. Abidin bir yandan bir şeyler çizmektedir. Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. O mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti:

Kokusu buram buram tüten 
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna'nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye'yi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya...







Merhaba!