28 Mayıs 2016 Cumartesi

BİR HAYALİM VAR


Fotoğraf: David Lagerlöf (Expo/TT)

 
   1 Mayıs 2016 Pazar:
   İsveç'in Borlange kentinde ırkçıların düzenlediği yürüyüşte, Nazilerin önüne dikilerek yumruğunu havaya kaldıran Tess Asplund:
 "O anda bunu yapmayı tasarladığımı sanmıyorum, sadece yola atladım. Burada olmamaları gerektiğini düşündüm."








ROSA PARKS


    1 Aralık 1955 Perşembe:
   Rosa Parks için herhangi bir gündü o gün. İşinden çıkıp sürekli kullandığı hat otobüsüne bindi, ücretini ön kapıdan ödedi ve arka kapıdan otobüse girdi. Otobüsün ortalarına doğru olan kendisinin oturabileceğine dair renklendirilmiş koltuğa oturdu. Ancak üç durak sonra şoför yeni binen beyazlara yer vermeleri için Rosa'nın da içlerinde olduğu dört zenciyi işaret etti ve koltukları bir an önce boşalmalarını istedi. Zenciler isteksizce şoförün dediğini yaptılar. Ancak Rosa sadece cam kenarına çekilmekle yetindi.
   "İnsanlar sürekli o gün yerimi yorgun olduğum için vermediğimi söylüyorlar ama bu doğru değil. Fiziksel olarak yorgun değildim ya da genelde bir iş günü sonunda olduğumdan daha yorgun değildim. Yaşlı da değildim - bazıları o zamanlar yaşlıymışım gibi bir figür yaratıyorlar - kırk iki yaşımdaydım. Hayır, tek bir yorgunluğum vardı; pes etmekten yorulmuştum." Şoför bu tutumu üzerine Rosa'nın yanına geldi. Kalkmadığı takdirde polis çağıracağını ve kendisini tutuklatacağını söyledi. Rosa'nın tavrı kesindi: "İstediğinizi yapabilirsiniz." Böylelikle Rosa Parks eyalet yasaları gereğince tutuklandı. Ancak bu tutuklama bir ırkın süregelen sessizliğinin sonu oldu ve Rosa Parks'ın direnişi yüzlerce insanı, günler aylar sonra binlerce insanı ayaklandırdı. 
5 Aralık Pazartesi günü Rosa Parks mahkemeye çıkarken, Montgomery kenti tarihinin en önemli gününü yaşıyordu. . Şehirde o gün yağmur yağıyordu ancak neredeyse bütün siyahlar boykota katılıyordu. En az kırk bin belediye otobüsü yolcusu o gün yürüyerek gitti işine. Bazıları 32 kilometrelik yolu yürüdü ama yine de belediye otobüsüne binmedi. Şehirdeki siyahlar tam 381 gün boyunca otobüslere binmediler.










  Martin Luther King, belki de en çok 1963 yılında "İş ve Özgürlük İçin Washington'a Yürüyüş" sırasında yaptığı "Bir Hayalim Var" konuşmasıyla ünlüdür:
   "Bir gün, dört çocuğumun da derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var."






   FBI, 1963 yılından itibaren King'i dinlemeye aldı, defalarca tehdit etti. Ancak FBI'nın tacizleri King'i vazgeçirmeye yetmedi. 1964 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Ödül parasını yurttaş hakları hareketine bağışladı. King, 1968'de artık sadece siyahlar için değil Vietnam Savaşı ve fakirliğe karşı da mücadele veriyordu. 4 Nisan 1968'de Memphis'teki otelinin balkonunda beyaz bir keskin nişancı tarafından öldürüldüğünde bütün ülkede siyahlar sokağa döküldü. Suikastın ardında FBI ya da başka güçlerin olduğu iddia edildi ancak bunlar kesinlik kazanmadı. Martin Luther King Jr."Hiçbir şey için ölmeyecek bir adam yaşamaya uygun değildir" demişti.




MARTIN LUTHER KING  - ROSA PARKS







"Açıktır ki, bir bahçenin gururu açan güllerinin oluşturduğu çiçek demetinin tümüdür: Kırmızı, beyaz ve sarı."




NAZIM HİKMET








Merhaba!

19 Mayıs 2016 Perşembe

TAM BAĞIMSIZLIK




"Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir."

DENİZ GEZMİŞ
(İdam edilmeden önceki son mektubundan)








   Mazhar Müfit Kansu'nun günlüğünden:

   Hele, Hikmet ismindeki askeri tıbbiye talebesi ve Sivas Kongresinde askeri tıp talebesi delegesi olan bir genç, İstanbul efendi ve paşalarına vatanseverlikte, memleketçilikte, milliyetçilikte rehber ve örnek olacak ölçüde doğru düşüncenin, milli inan, heyecan ve imanın sahibi bulunuyordu. Bu genç de Paşa'nın odasındaydı. Sanki birden bire ateş ve heyecan kesilmiş olarak, yüksek sesle;
   "Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz. Farzı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i 'vatan kurtarıcısı' değil, 'vatan batırıcısı' olarak adlandırır ve tel'in ederiz" diye bağırdı.
   Bu gencin yürekten kopup gelen bu sözleri karşısında hazırunun bir çoğunun gözler yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da müteheyyiç olmuştu. Heyecanlı bir sesle; "Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin" dedi. Sonra Hikmet Bey'e dönerek; "Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekalliyette (azınlıkta) kalsak dahi, mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl ya ölüm!"


(Tıbbiyeli Hikmet, 1934 Soyadı Kanunu'ndan sonra 'Boran' soyadını aldı. 26 Mayıs 2012 günü 
kaybettiğimiz ünlü TRT sunucusu Orhan Boran'ın babasıdır.) 




"Bu biricik adamın benzerinin bir daha dünyaya geleceğini zannetmiyoruz.
Onun hakiki büyüklüğünü zaman gösterecektir."

(Deutsche Allgemeine Zeitung)








Merhaba!

15 Mayıs 2016 Pazar

SAVAŞA DAİR-4




"Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür."









  İçine çekildiğimiz Ortadoğu bataklığındaki çok kanlı, çok ölümlü savaşta savaşı yürütenlere, savaşın daha da kızışmasını isteyenlere bir bakalım. Tümü emperyalist, emperyalizmin işbirlikçisi kapitalist ya da petrol zengini ülkeler. 
   Savaşa sürülüp canlarını yitirenler ise yoksul Araplar, Türkler, Kürtler, Türkmenler...
  Savaşları düşünürken, kapitalizmin bir ürünü olan milliyetçilik kavramı ile değil, "sınıf çatışması", "emek sermaye çelişkisi", "sömüren sömürülen", "emperyalizm", "kapitalizm" gibi kavramlarla düşünmek gerekiyor.
   Doğru sonuçlara ve doğru çözüm yollarına varabilmek için.
   Hiç kimse ölmesin diye... 
  (DENİZ KAVUKÇUOĞLU- Cumhuriyet Gazetesi)






"Bütün savaşları dövüşemeyecek kadar korkak olan 
ve bu yüzden de kendileri adına dövüşmek için dünyanın gençlerini cepheye süren hırsızlar çıkarır."


EMMA GOLDMAN







   Suriye'den gelmiş iki meslektaşımla sohbet edince, savaşın acımasızlığının insan yüreğinin kaldıramayacağı bir boyutta olduğunu bir kez daha yaşadım.
   İnsanlar toplu mezarlara kesik başlarıyla, omuzlarından koparılmış kollarıyla gömülüyorlar!
   Halklar umarsız, savunmasız, 2-3 yaşındaki çocuklar çöllerdeki milyonlarca kum tanesi gibi çaresiz.
   Gıda yok, ilaç yok, su yok, doktor yok, eğitim yok.
   Çok kötü yazılmış bir film senaryosu gibi, renkler birbirine karışmış ama kan en üstte kararmış sırıtıyor.
   Sanat ve edebiyat ağrılar içinde inliyor, duyan yok.
   Şarkılar, danslar susmuş, yer-gök ağıt.
   Şiir kendini sürgüne yollamış.
   Sinema simsiyah bir perde.
   Oyunlar sadece 5 kentte haftada bir oynanabiliyor.
   Savaş bölgelerindeki tiyatro binaları revir olarak hizmet veriyor.
   Senfoniler paramparça.
   Müzelerin, kütüphanelerin kapıları kilit...
  (ORHAN AYDIN-SoL Haber)






   Yaşar Kemal, Feridun Andaç'la yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
   "Sait Faik şöyle bir şey söylemişti: Benim hikayelerimi okuyanlar hiç kimse için kötülük düşünmesinler, barışçıl olsunlar, insanları aşağılamasınlar. Ondan sonra da bu güzel sözleri Aziz Nesin söyledi. Sonra da ben söyledim. Daha doğrusu buna benzer sözleri dilime pelesenk ettim. Benim romanlarımı okuyanlar savaş sözcüğünü ağızlarına alamasınlar, insanları aşağılayamasınlar, sömüremesinler. 
(FERİDUN ANDAÇ-Yaşar Kemal Bir Ömür Edebiyat)


YAŞAR KEMAL-FERİDUN ANDAÇ



"Savaş, insan soyunun en korkunç, en pis, en alçak icadıdır."


YAŞAR KEMAL








Merhaba!

7 Mayıs 2016 Cumartesi

HALKTAN BİRİ



TURGUT ZAİM
(Halı Dokuyanlar)







Senin emekçin olaydım
şen olası türküsü
dost kokusu, dost selamı Türkiye


   "Ben sınıf edebiyatı yapıyorum. Türk halkının hayatın her döneminde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum. Bence sanat her şeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü kudretini ortaya koymasındadır."


ENVER GÖKÇE






    "Bak Deniz, senin için ağıt yazılmış."
   Avukat Niyazi Ağırnaslı, 1971 yılında Mamak Cezaevi'nde Deniz Gezmiş'e ağıdı verirken böyle söylüyordu. Deniz okudu: 
"Şarkışla'ya düşürmesin
Allah sevdiği kulunu
Gemerek'te çevirmişler
Deniz Gezmiş'in yolunu..."

    "Kim yazmış?" diye sordu, Deniz. Ağırnaslı, "Bilmiyorum, halktan biri işte" diye yanıt verdi.

   Zülfü Livaneli, 5 Temmuz 1998 günlü Milliyet gazetesinde, "Deniz mahkemeye düşmüş..." başlıklı yazısında şöyle diyordu:
   "Denizlerle ilgili birçok ağıt yaktı Anadolu. Bunlardan birisini idamlardan hemen sonra Ankara'da duydum. Şarkışlalı anaların yaktığı ağıt olduğunu söylemişlerdi. 1973'te İsveç'te yaptığım plakta bu ağıdı da seslendirdim. Plak kapağında bu ağıt "anonim" olarak belirtiliyordu çünkü kimin yaktığını bilmiyorduk...O sırada müzisyen arkadaşlarımızdan Selim Atakan, o ağıdı halasının yaktığını söylemez mi? Mevlude Günbulut adlı yaşlı hanımefendi yıllardır aradığım ve bulamadığım kişiydi." (HİKMET ÇİÇEK- Aydınlık Gazetesi)






   "Vatan, farkında olduğumuz şeylerin toplamı. Bir toprak parçası değil yalnızca. Sahiplendiğimiz, üstündeki canlı cansız her şeyle, karnında sakladıklarıyla bizi var eden cennet!..."





AYLA KUTLU
(Yedinci Bayrak)







Merhaba!

1 Mayıs 2016 Pazar

KİRAZ ZAMANI





Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek 
için
on binler verdi sekiz binini..

Yenildiler.

NAZIM HİKMET






    (YAVUZ ALOGAN-Aydınlık Gazetesi)

   Sosyalistler için kiraz zamanının ayrı bir anlamı vardır. 1871 Paris Komünü'nü çağrıştırır. Paris Komünü savaş koşullarında bir vatan savunması olarak başlamış, halkın bağrından çıkarak kendiliğinden gelişmiş, eşitlikçi bir dünya özlemiyle savaşmış, giderek bir işçi sınıfı devrimine dönüşmüş ve Marx'ın deyimiyle "gökyüzünü fethe"  çıkmıştır.
   1870 yılında, Alman birliğini engellemek ve tarıma elverişli geniş topraklara hükmetmek için Prusya'ya savaş açan  III. Napoleon kısa sürede yenilgiye uğrar., kılıcını Prusya Kralı Wilhelm'e teslim eder ve düşman ordusu bir süre Paris'i işgal eder.
   Malının mülkünün derdine düşen Fransız burjuvazisi, allahına kadar altın dolu kiliselerinden başka savunacak bir şeyi olmayan ruhban sınıfı, acil bir barış anlaşması yapmak için debelenmektedir. Tek istekleri servetlerinin muhafızı olan Cumhuriyet'in varlığını sürdürmesidir. İşte o sırada, tarihin daha önce görmediği bir olay olur. İşçiler ayaklanır ve Montmartre tepesindeki topları ele geçirerek vatanlarını, kendi ülkelerinin kralcılarına, burjuvazisine ve ruhban sınıfına karşı savunmaya başlarlar. Üç renkli ulusal bayrak kızıl bayrakla yan yana dalgalanmaktadır. Kısa süre içinde kamu binalarını işgal edip devlet yönetimini ele geçirirler. Bunu izleyen, kanlı çarpışmalarla geçen iki ay, 20. asrın bütün devrimci mücadelelerine ilham kaynağı olan bir kahramanlık destanıdır; insanlığın belleğinde, tarihte, siyaset sosyolojisinde, sanatın bütün dallarında derin izler bırakmış, o güne kadar sorgulanamaz sanılan her şeyin sorgulanmasını, yeni bir düşünce ve ayaklanma kültürünün doğmasını sağlamıştır.
   Komün savaşçıları sadece işçilerden oluşmuyordu. Orta sınıftan yurtseverleri, doktorları, gazetecileri, öğretmenleri, apoletlerini çıkarıp atan subayları; sosyalist, anarşist, Jakoben, Blanquist bütün entellektüelleri; tek kelimeyle, zenginlerin, soyluların ve rahiplerin dünyasına yabancı olan bütün yurtseverleri ve devrimcileri kapsıyordu. 1871 yılının 28 Mayıs gününe, Belleville Ramponneau'daki son barikat topçu ateşiyle parçalanana kadar hep birlikte, omuz omuza savaştılar. Ardından görülmemiş bir katliam başladı. Yenilgiden sonra kurşuna dizilenlerle birlikte toplam kayıpların yaklaşık 50 bin olduğu tahmin edilmiştir. Karşı devrimciler sadece 750 kayıp verdiler.





   Yenilginin ardından, kendisi de bir Komün savaşçısı olan Jean Baptiste Clement, sonraki yıllarda şansonlara, şarkılara söz olan "Kiraz Zamanı" adlı şiirle komünarları selamlamıştır:

Kiraz zamanı ne kadar da kısa
Gider çiftler düş kura kura
Kirazları toplamaya
 Bir örnek giysiler içinde aşk kirazları
Düşer yaprakların altından damla damla, kan gibi.








AYNI MAHALLEDEN İKİ DELİKANLI

    (TUNCA ARSLAN- Aydınlık Gazetesi)

   1957 yapımı "Aynı Mahalleden İki Delikanlı" filminin senaryosu Nazım Hikmet'in elinden çıkma. Yönetmen olarak Ukraynalı İlya Guri ve Türkmenistanlı Ejder İbrahimov'u görüyoruz ki, ikisinin de ilk yönetmenlik çalışması. Bakü Film Stüdyosu yapımı filmin kalabalık oyuncu kadrosunda Rus, Azeri, Ermeni sanatçılar yer alıyor. 
   Açıkça ülke belirtilmemekle, "Anadolu'da bir yer" denilmekle birlikte öykü Türkiye'de geçiyor ve olanı biteni bir tren yolculuğu boyunca Dr. Aziz'in anlatımıyla, geri dönüşlü olarak izliyoruz. Aynı mahallede doğup büyümüş, sıkı dost ve yoldaş iki işçi, Ahmet ile Nuri'yi tanıyoruz öncelikle. İkilinin çalışmalarının odağında ise "Aydınlık" dergisinin çıkarılması, ülke bir dönüm noktasındayken verilen mücadele var.
   Mücadele, adanmışlık, fedakârlık, aşk ve ihanet öyküsü aktarıyor "Aynı Mahalleden İki Delikanlı". "Birikir damla damla karanlığı eritir, Aydınlık'ı yaratan halkın alınteridir" dedirtircesine halktan toplanan paralarla çıkartılan derginin yayın yönetmeni Nuri olurken, yardımcılığını da Ahmet üstleniyor. Tabii ki kısa süre sonra Aydınlık'taki yazılar, savcıları rahatsız etmeye başlıyor, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi baskı ve ölüm tehditleriyle karşılaşıyor. "İktidar ve muhalefetin paranın iki yüzü gibi olduğu" ülkede, Ahmet ve Nuri çeşitli saldırılara uğruyor, devlete karşı yayın yaptıkları gerekçesiyle tutuklanıp on yıl hapse mahkum ediliyorlar. Toplanan on binlerce imza sonucu genel afla dışarı çıkıyorlar ama iki arkadaşın yolları da çatallanıp ayrılıyor. Nuri, "Akşam" gazetesinin sahibi Refik Bey'in, babasına "Senin işlerini de seviyorum, para harcamayı da ama dürüst insanları da seviyorum" diyen kızı  Gülsüm'le ilişkisini evliliğe dönüştürür ve mücadeleden uzaklaşırken, ihanete sürükleniyor, herkes için utanç kaynağı haline geliyor. Ahmet ise Aydınlık'ı yeniden çıkarma kararıyla birlikte tekrar işin başına geçiyor. Ülkenin yeni bir askeri pakta sürüklendiği ve "Biz vatana bu ihaneti durduramadık" dediği koşullarda egemenlerin yeni bir komplosuyla karşılaşıp bir kez daha zindana atılıyor ama ölüm bile onu davasından vazgeçiremiyor.

   Finalde, Dr. Aziz'in ağzından şu kelimeler dökülüyor:
   
                                              "Mücadele ettiklerini gördünüz, kazandıklarını da göreceksiniz."











Merhaba!