26 Mart 2022 Cumartesi

HALDUN TANER

 



 (...) Kendinden emin insanı, karikatürünüzde istediğiniz kadar çirkinleştirin, yazılarınızda istediğiniz kadar gülünçleştirin, bana mısın demez. Bunlara kızmak bir nevi ham kalmışlığın, refulmanların, komplekslerin, kısaca, kendine güvensizliğin tepkisi değil de nedir?
  Totaliter rejimlerde mizaha narh konuşunun sebebini başka tarafta aramamalı.
  Ama mizah insanoğlunun mayasına öylesine işlemiş bir cevherdir ki ne yapılsa nafile.. Toprağını istediğiniz kadar kireçleyin, suyunu, güneşini kesin, o ne yapar yapar bir taraftan yine pırtlayıverir. 
  Kâğıdı kalemi ortadan kaldırsanız, kanuna türlü müeyyideler koysanız bu sefer de kulak yolu ile hükmünü icra eder. Üçüncü Reich'ın sansürü bu kadar sıkı olmasa, Hitler, Göring, Göbels hakkında çıkarılan fıkraların sayısı bu kadar yüksek, alayı bu derece insafsız olur mu idi sanıyorsunuz?
  Üçüncü Reich sansürü dedim de aklıma geldi. O tarihte Almanya'da okurken bizzat şahidi olduğum bir vakayı ibret için burada nakledeyim:
  Çok sevilen komiklerden biri bir monolog numarası sırasında, Hitler'in muhafız kıtası olan SS kıtalarının hep lüks otomobillerde gezme merakına şöyle bir dokunup geçmek için aynen şu cümleleri kullanmıştı:
  "O sırada yanımızdan gıcır gıcır bir Mercedes geçti. Bir de baktım: Tabii içinde SS subayları."
  Asıl hikâyenin dışında, bir teferruat olarak verilen ve halkın hafifçe gülüp geçtiği bu zararsız espri bile Gestapoyu o kadar sinirlendirmişti ki hemen o akşam komiğin merkeze çağırılıp bir güzel zılgıt yediği bütün şehirde duyuldu. 
  Ertesi gece aynı komikten aynı numarayı dinlemeğe giden meraklılar içinde ben de vardım. Hikâyenin orası gelince adam aynen şöyle konuştu:
  "O sırada yanımızdan gıcır gıcır bir Mercedes geçti. Bir de baktım: İçinde SS subayları yoktu beyler. Evet yoktu."
  Salonun bir gün öncekinin on misli kahkahalara boğulduğunu bilmem söylemeye lüzum var mı?

  (HALDUN TANER - Devekuşuna Mektuplar)  




  Tiyatronun beyefendisi Haldun Taner 

 İlk yazdığı oyun "Günün Adamı", İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahnelenmeden kaldırılır. O, "Daha oynanmadan yasaklanması beni meşhur etti. Yere bırakılsa tenis topu kadar sıçrayacak oyun, hızla yere atılınca, tavana kadar sıçradı. Piyesim daha sahne görmeden yasakçılara minnettarım." diyebilecek kadar eşsiz bir inceliğe sahiptir.

  * Haldun Taner'in LCC'deki (Language and Culture Center) öğrencisiydim. Dostluğumuz sonra devam etti. Annesini kaybetmişti. "Yeni Camii" avlusunda toplandık. Namaz kılındı fakat cenaze alınıp götürülmedi. Bir haber bekleniyor Ankara'dan. Hoca, babasının yanına defnetmek istemiş annesini. Bildiğiniz gibi babası eski mebus, önemli bir hukukçu. Fakat hemen öyle isteyince tarihi yerlere defin yapamıyorsunuz. Bakanlar Kurulu kararı gerekiyor. O zaman Bülent Ecevit hükümeti vardı, Ahmet Taner Kışlalı da Kültür Bakanı. Sonunda olumlu haber geldi. Mezarcılar hazırlamışlardı mezarı... Bir anda burada bir kafatası var dediler. Shakespeare'in Hamlet sahnesini yaşamaya başladık. Haldun Hoca, "Babamı göreyim" dedi. Mezarcılar kürek içerisinde kafatasını çıkarttılar. Hoca beş yaşında kaybettiği babasını neredeyse yıllar sonra ilk defa görüyordu. Hani Oscar Wilde'ın bir lafı vardır, "Hayat sanatı taklit eder" diye... İşte öyle bir sahneydi. (CEMAL ÜNLÜ)





  * İnce, uzun boylu, sarışın, etkileyici bir kişilik. İçten, müstehzi olmayan bir gülüş. Muntazam bir yüz iskeleti. İşte belleğimdeki Haldun Taner. Şık, ne giyse iyi taşıyan, daha ilk anda ne zarif adam dedirten birisi. Onu tanıdığım günden bu yana üzerine sanki yeni satın alınıp giyilmiş bir şey görmedim, mümkün mü? Üzerindeki giysiyi derisiymiş gibi taşırdı. Hiçbir gün uygunsuz bir kılıkta görmedim. Onu yazarken ilk kez 60 yılında Kadıköy Süreyya Sineması'nın fuayesindeki bir masada görmüştüm. Sonra Markiz ile Moda Plajı'nın üzerindeki kır kahvesinde, eski Tepebaşı Dram Tiyatrosu karşısındaki Pelit Pastanesinde... Hep yazarken gördüm. En son Divan Oteli'nin pastanesinde yazıyordu yazılarını. Aramızdan ayrılan değerli kişiler için yeri doldurulmaz derler ya ben sizin için benzersiz deyimini kullanmak isterim. Sizi çok özlüyorum Haldun Bey. Çünkü siz benzersizsiniz. Bugün benim için yazdığınız bir cümle ile seslenmek istiyorum: "Siz ile aynı çağı yaşamak ne güzelmiş." (GÜLRİZ SURURİ)

  (EREN AYSAN - BirGün Gazetesi / 7 Kasım 2019)






Merhaba!   

20 Mart 2022 Pazar

ALTIN ÇAĞ'A DEK ŞİİR

 

"Şiir, bütün öteki sanatlar gibi, iyi ve doğru yaşamanın pusulasıdır."

(YÜKSEL PAZARKAYA)


***


  "Yüreği titreyen bir insan olmak, önemlidir. Şiirle buluşmak, insanın kendisiyle buluşmasıdır. Mutlaka, herkesin seveceği birkaç şiir vardır. Siz de, kendi şiirinizi bulun. Şiirle dünyayı ve hayatı daha iyi anlayacaksınız. Şiir, toplumların tarih burcudur. Sis çanıdır. Zifirî karanlıkta yol gösterir insana. Düşseniz, şiir elinizden tutar. Çocuklarınızı şiirle eğitin. Türkçeyi, şiirle öğrensin çocuklarınız. Daha başarılı olduklarını göreceksiniz."


VEYSEL ÇOLAK
(Üvercinka Dergisi)



***



"Şiir okuyan, şiirle coşkulanan her insan direnmeyi bilir."

(HİDAYET KARAKUŞ)



***



  "Şiir Sanatı ve onun etkin öznesi olan şair, Sappho'dan, Homeros'tan, Yunus'tan bu yana, durup dinlenmeden bu kutsal çalışmasını sürdürürken, insanı yeniden insanla buluşmaya çağırır.
  Bu yüzden, "şiir öldü", şiir geriledi" gibi anlamsız çıkışlar ancak duyarsızlıkla, bilgisizlikle açıklanabilecek yargılardır.
  Şairler susmadıkça şiir ne ölür ne de geriler. Ancak, zaman zaman gölgelenir, araya giren parazitler yüzünden; sesi zor duyulur ya da tam anlaşılmaz. Günümüzde bu parazitlerin en güçlüsü görsel saldırganlıktır. TV'siyle, bill-board'larıyla, reklam endüstrisiyle, toplumu yanılsamaya sürükleyen programlarıyla, söz konusu saldırı kapitalizmin yürüttüğü bir abrakadabra harekâtı, iflah olmaz bir tamahkârlık gösterisidir. Ve bu korkunç yanılsamanın gölgesi altında kalan, Şiir'in o kadim sesi, o şairane/ozanca yaşama biçimi tehdit edilmekte, giderek, tümüyle ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. 
  Ama ne zarar! Dünya şairleri susmadıkça, gerçekçilikten kopmadıkça, bu haksız yanılsama, bu amansız saldırı ortadan kalkacak, Şiir'in gümrah sesi insanoğlunun her türlü yabancılaşmadan kurtulduğu, kendine yeniden kavuştuğu o yeni Altın Çağ'a dek sürecek, ondan sonra da yeni arayışlarla varoluşunu sürdürecektir." 


ERDAL ALOVA
(2021 Dünya Şiir Günü Bildirisi)






Merhaba!

14 Mart 2022 Pazartesi

SAVAŞ ve EMPERYALİZM

 



  Rusya'nın Ukrayna işgalinin başlamasıyla birlikte yaşananlar, derslerle dolu. ABD ve müttefiklerinin, Ukrayna'yı adeta cepheye sürmesi, sonra da silah yollaması bir ders. Ukrayna liderinin, önce ülkesinin yalnız bırakıldığını söylemesi, sonra Batı'nın vicdanını harekete geçirmeye çalışması, sonra da yabancı savaşçı talep etmesi, başka ders. ABD silah şirketlerinin artan kazancı, borsada yükselen değeri, bir diğer ders.
  (...)
  Rusya, Ukrayna'yı askersizleştirmek, sanayi tesislerini vurup ekonomisini dağıtmak istiyor. Temel hedefleri arasında Ukrayna'yı bölmek, Karadeniz'le bağını koparıp küçük bir kara devleti haline getirmek, daimi tarafsızlığını sağlamak, iktidarı değiştirmek, stratejik göç mühendisliği yaparak Avrupa'ya göçen Ukraynalı sayısının artmasını sağlayıp, ülkedeki Rus nüfusun oranını bu yolla artırmak da var. 
  (...)
  Ukrayna ise mümkün olduğunca direnip, Rusya'yla kurulacak müzakere masasına olabildiğince eli güçlü şekilde oturmaya çalışıyor. Hem sahada hem masada, ABD ve Avrupa'nın, Ukrayna'yı desteklemesini bekliyor.
  Tarafların, hedeflerinin ne kadarına ulaşacağını zaman gösterecek elbette. Savaşlarda her zaman görülen ise en çok kaybedenin siviller, masum insanlar; en çok çarpıtılanın ise gerçekler olduğu.
  
  (BARIŞ DOSTER - Cumhuriyet Gazetesi)




 

  İngiltere Prensi William, Londra'daki Ukrayna Kültür Merkezi'ni ziyaret ederek gazetecilere beyanat vermiş:
 "Herkes gördüklerinden dehşete düşmüş durumda. Her gün akıl sır ermeyecek haberler geliyor. Bunu Avrupa'da görmek bizim kuşağımıza yabancı. Hepimiz arkanızdayız. Sizi düşünüyoruz. Kendimizi çok işe yaramaz hissediyoruz."
  Ziyareti izleyen deneyimli kraliyet muhabiri Richard Palmer, bu konuşmayı haberleştirirken Prens William'ın "Savaşı Afrika ve Asya'da görmek normal ama Avrupa'da değil" dediğini de belirterek aktarınca, adeta kıyamet koptu. Prens "ırkçılık" eleştirisiyle karşılaşınca Palmer, yaklaşık on beş saat sonra, "Ortamda kaos olunca konuşmaları net duyamadığını" söyleyerek özür diledi.
 Birçok kişi bu açıklamaya inanmadı. Çünkü Palmer, Birleşik Krallık ve İrlanda'nın ulusal haber ajansı PA Media adına ziyareti izleyip medya havuzuna haber geçmekle görevli tek gazeteci olarak orada bulunuyormuş ve ajansa ilettiği orijinal haber metninde şu ifade var:
 "Prens, İngilizlerin Afrika ve Asya'da çatışma görmeye alışkın olduğunu söyledi. 'Bunu Avrupa'da görmek bize yabancı' dedi."
  (...)
  Prens William'ın konuşmasında Afrika ve Asya belirtildiği şekilde yer aldıysa, bu ırkçı bir ifade ama onları çıkarsanız bile, sözleri yine de kibirli ve cahilce... Afrika ve Asya'yı yüzyıllardır sömüren İngiliz emperyalizminin kraliyet temsilcisinden beklenebilecek bir açıklama.
  Amerika ile el ele vererek, Afrika ve Asya'daki düşmanlıkları kışkırtıp insanların birbirini öldürmesini izleyen Avrupa için adeta bir itiraf gibi. Tipik beyaz üstünlükçü sömürgeci ideolojinin itirafı...
 İngiltere Prensi, içine doğduğu ayrıcalıklı ülkesinde, kendisine doğduğu andan itibaren empoze dilen sözde "uygarlık" iddialarını benimsemiş, vârisi olduğu tahtın sözcülüğünü yapıyor. Sanki Balkanlar'da, Yugoslavya'da, Kosova'da, Gürcistan'da kıyımlar hiç olmamış, sanki Bosna Savaşı'nda Sırplar Boşnakları katletmemiş gibi konuşuyor.
  Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika ve Asya'da "Böl ve Yönet" politikası ile her yeri kana bulayan emperyalistlerin, savaşın korkunçluğunu ancak kendi yanı başlarına gelince fark etmesi ve dünyanın her yerine silah satmayı sürdürmesi, insanın midesini bulandırıyor.
 Somali ve Nijerya'daki savaşlar, Ruanda'daki soykırım, Etiyopya-Eritre Savaşı, II. Kongo Savaşı, Yemen, Suriye, Afganistan ve Irak'taki savaşlar... Anlaşılıyor ki bunları görmeye alışmış, bu bölgelere karşı duyarsızlaşmışlar.
  Niye dersiniz?
 Bu ülkelerin semalarında uçan jetler ve çatışmalarda kullanılan silahlar, dünya barışını sağlama iddiasındaki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi ülkelerine (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) ait şirketler tarafında tedarik edildiği için olmasın?
 Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) yayımladığı 2021 Uluslararası Güvenlik Raporu'nda, küresel ihracattaki paylarına göre 2020'de en fazla silah ihraç eden beş ülke ABD (yüzde 37), Rusya (yüzde 20), Fransa (yüzde 8.2), Almanya (yüzde 5.5) ve Çin (yüzde 5.2) olarak sıralanıyor.
  Şu cümlenin altını çiziyorum:

  Küresel barışın sağlanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi, aynı zamanda dünyadaki silah ticaretini elinde bulunduran ilk beş ülkedir.

  Emperyalizmin hegemonya savaşları tüm zalimliği ile devam ediyor.   

  (ZÜLAL KALKANDELEN - Cumhuriyet Gazetesi) 



***



  Emperyalizm, emperyal güçler var olduğu sürece doğrudan ya da vekâlet savaşları, Ukrayna örneğinde görüldüğü gibi silah, araç, gereç Batı'dan, can, insan kaybı Ukrayna'dan olmak üzere, fason savaşlar sürecektir.

   (ÖZTİN AKGÜÇ - Cumhuriyet Gazetesi)







SAVAŞLARA HAYIR!
  

13 Mart 2022 Pazar

BU CENNET BU CEHENNEM



  Ne diyor Sartre? "Cehennem, başkalarıdır". Hangi başkaları? Yurt içinde yurt dışında, tanıdığımız, acıları sevinçleriyle, yiyip içmeleri, insanca ya da hayvanca davranışlarıyla yakın uzak ilişkilere girdiğimiz, girebileceğimiz ya da giremeyeceğimiz ama -dünya küçüldüğüne göre- girme olanaklarımıza sınır olmayan insanlar değil mi?  

  Bu insanlar var ya, hani şu sevinçlerini, kederlerini benimsediğimiz, en kısa süreli bir karşılaşmada  -eğer yüreklerinde iyilik, insanlık tohumu varsa- Türk, Bulgar, Arnavut, Fransız, İngiliz ayrımı yapmadan, yapmaya gerek duymadan benimseyebileceğimiz insanlar, işte onların dertleri, sıkıntıları, mutlulukları, mutsuzlukları bizim dertlerimiz, mutluluklarımız, mutsuzluklarımız değil mi?

  Bizim cehennemimiz bu insanlar, ama aynı zamanda cennetimiz de. Evrenin uçsuz bucaksızlığı içinde, bir kürecikte yaşıyoruz, yetmiş bilmem kaç milletle birlikte. Kaderimiz nasıl da bağlı birbirimize, ölesiye yaşayasıya. Vietnam'da bir savaş mı çıkıyor? O bizim bütün insanlığın savaşı. Fazıl Hüsnü Dağlarca, o güzelim şiirlerine neden Vietnam Savaşı demez de, Vietnam Savaşımız der, bunu hiç düşündünüz mü?

  İnsanlığın kaderini, bir bütün olarak, aptalca hayvanca kinlerden, ön yargılardan uzak, serinkanla, akıl mantıkla, sevgiyle kim düşünebilir sanatçılardan, aydınlardan, okumuş aydınlanmış, bilime, bilgiye gönül vermiş kimselerden başka? (VEDAT GÜNYOL - Bu Cennet Bu Cehennem / Denemeler - Çan Yayınları)


***


Burda, Hindistan'da, Afrika'da,

Her şey birbirine benzemektedir.

Burda, Hindistan'da, Afrika'da,

Buğdaya karşı sevgi aynı,

Ölüm önünde düşünce bir. 


Nece konuşursa konuşsun,

Anlaşılır gözlerinden dediği.

Nece konuşursa konuşsun,

Benim duyduğum rüzgârlardır,

Dinlediği.


Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,

Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların;

Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,

Gökte kuşların kardeşliği,

Yerde kurtların.



FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA






Merhaba!


6 Mart 2022 Pazar

NEREYE KADAR?

 


  Para düzenin her şeyi. Türkiye'de konut fazlası var ve konut edinme sorunu var! Çünkü bu düzende inşaat denen ekonomik aktivite insanların başını sokması gibi bir kullanım değeri için yapılmıyor. Piyasada alınıp satılmak üzere bir değişim değeri, bir metadır ev. Kullanımı ve kullanamamayı geçiniz; mühim olan satış, mühim olan kârın gerçekleşmesi! Veya atık dediğiniz şey, yaşarken kaçınılmaz olarak ürettiğiniz, yararsız, ortada kalırsa sağlığımızı olumsuz etkileyecek çöplerimiz. Bunları ortadan kaldırmanız gerekiyor. Ama "haydi el birliğiyle temizleyelim" demekle olmuyor, düzen çöpü metalaştırıyor, ekonominin bol kazançlı bir sektörü haline getirmek için olaya el koymak istiyor. Geri dönüşüm emekçilerine saldırıp depoları yakıyorlarsa paranın çarkları dönsün diyedir... 

  (AYDEMİR GÜLER - soL Haber)


***


  "Ekolojik kriz şiddetlendikçe kapitalizmin çarkları daha da hızlı dönecek. Yüksek kazanç getiren teknolojilere yatırım artacak. Bunların taşıdığı riskler göz ardı edilecek. Dünyanın çeşitli yerleri sular altında kaldığında, tüm dünyada gıda sıkıntısı yaşandığında, milyonlarca insan göç etmeye başladığında neler olacağını düşünen yok. Varsa yoksa ekonomik büyüme. Ekolojik krizi tetikleyen de bu işte. Büyüme dünyayı kurtaramayacak." 

  (ZEYNEP GÖĞÜŞ / Zeytin Kuşu - Everest Yayınları)


***


  Marks'ın Kapital'de yazmasına karşın 150 yıldır atlanan bir haber vereyim: Sermayedarların komutan olduğu kapitalizm daha 1860'larda sona ermiştir. Üretim araçlarının mülkiyeti çok ortaklı borsa şirketleri yoluyla toplumsallaşmıştır. 

  Dünya yaklaşık 150 yıldır topluma ait varlıkların küçük bir azınlık grup tarafından sadece kendi çıkarları için kullanıldığı aristokratik bir rejim yaşamaktadır.

   Bu rejimin yerine gelmesi gereken, topluma ait varlıkların yasa ve aklın gereği toplumun ortak yararına kullanıldığı herkesin yasa ile akla ve toplumun ortak yararına uygun hareket etmeye mecbur olduğu demokratik bir rejimdir. 

  (Dr. HALİL DOĞRU - Cumhuriyet Kitap / Söyleşi: NALAN YILDIRIM)





ZEYTİNİME DOKUNMA!

2 Mart 2022 Çarşamba

ÖLÜM ALANI ŞİMDİ UKRAYNA

 



Konu savaşsa Batı ikiyüzlüdür

  İnsan toplumunda savaştan daha yıkıcı bir güç yoktur. Savaş günbegün ilerledikçe, insan yaşamını paramparça eder. Okullar kapanır, ulaşım durur, sokaklar boşalır. Savaşın dev dalgaları bir yere ulaştığında öyle bir korku yaratır ki bunu ancak savaş alanında bulunanlar anlayabilir. Bomba sesleri, evinizin yanı başından gelen yıkım görüntüleri, kan ve ölüm. Savaş, organize cinayettir.
  Ukrayna'da milyonlarca insan bu tehlikeyle karşı karşıya. Putin'in istilası ve yanında getirdiği cinayetler taviz vermeksizin kınanmalı. Konu çatışma oldu mu, bağlamı anlamak önemlidir fakat egemen bir ülkeye tanklar ve savaş uçakları ile girmenin meşru bir gerekçesi olamaz.
  (...)
  Irak 2003 yılında hiçbir provokasyon olmaksızın işgal edildi ve yüz binlerce insan öldü. Yalanlar söyleyerek savaşa sebep olanlar cezasız kaldı. Kariyerleri ve lüks yaşamları hiçbir şey olmamışçasına devam etti.
  2011 yılında NATO liderliğinde başlatılan Libya savaşı ülkeyi paramparça etti ve savaş lordlarının eline teslim etti. Yemen'de Suudi Arabistan tarafından başlatılan savaş İngiliz silahlarıyla sürdürülüyor. Birleşmiş Milletler savaşta 377 bin Yemenlinin öldüğünü tahmin ediyor. 
  Bu yaşamların her biri Ukraynalıların yaşamları kadar önemli. Bu savaşların hepsini bitirmek ve yeni savaşların yaşanmaması için mücadele etmeliyiz.
  (...)
  Batılı liderler için Ukrayna halkı jeopolitik satranç tahtasında piyonlardan ibaret. Hükümetlerimiz adalet, demokrasi ve barışı temsil etmedikçe kimse eylemleri için hesap vermeyecek. 
  2008 yılında NATO, Gürcistan ve Ukrayna'yı birliğe katılmaya davet etti. Yanı başlarında giderek güçlenen askeri süper güç ile karşı karşıya duran iki ülke için seçenekler gayet netti. Peki, Batı ne tür bir oyun oynuyordu? NATO üyeliğinin gerektirdiği üzere, bu ülkelerden biri işgal edilirse savaşa girmeyi mi planlıyorlardı? Rusya Gürcistan'ı işgal ettiği gün yanıt netlik kazanmıştı. Şimdi daha da net.

  (RONAN BURTENSHAW / Tribüne Mag - Çeviren: Fatih Kıyman)


***


  ABD, Soğuk Savaş bitiminde 14 üyesi olan NATO'yu, SSCB'yle anlaşmasına rağmen, sürekli Rusya'ya karşı genişletiyor. NATO şimdilik 30 üyeli. Ukrayna, Gürcistan, Moldova, Bosna, İsveç ve Finlandiya'yı da üye yaparak üye sayısını 36'ya çıkarmaya çalışıyor. 
  Bu tabloyu analiz etmeden, neden sonuç ilişkisi kurmadan, 30 yılı görmeyip 24 Şubat 2022 sabahına bakarak, "Rusya saldırdı" sonucu çıkarmak, bir saptama değildir, ânın fotoğrafıdır sadece. Çünkü bu tablo analiz edildiğinde, Ukrayna'nın bir sonuç olduğu ama ABD'nin NATO'yu genişletme stratejisinin ise neden olduğu görülecektir.
  Soğuk Savaş bitmesine ve rakibi Varşova Paktı ortadan kalkmasına rağmen NATO'nun varlığının neden sürdüğünü sorgulamayan, dahası NATO'nun, varlığını Rusya'nın boğazını sıkmak için doğuya doğru sürekli genişletmesine itiraz etmeyen tutum ve tavırların, Rusya'nın askerî harekâtı karşısında "savaşa hayır" sloganı atması ise ne yazık ki pasif bir hümanist yaklaşım sergilemekten öteye gitmeyecektir. 
  Pasif "savaşa hayır" tutumunun, sloganın kapsadığı içeriği kazanması ancak "ABD'ye/NATO'ya hayır" tutumuyla mümkündür. Çünkü 1945 yılından bu yana dünyamızda meydana gelmiş askerî saldırganlıkların yüzde 81'inin doğrudan Amerikan saldırganlığı olduğu çağımızın gerçeğidir.  
  Rusya'nın tutumu, en sonunda etrafı sarılmış, boğazına yapışılmış birinin, büyük bedel ödememek için yumruk atmasıdır... Yumruğu yiyenin (Ukrayna) alması gereken ders, mahallenin kabadayısı (ABD) adına neden komşusunu kuşattığını ve boğazına sarıldığını sorgulamaktır.
  Tablonun bu gerçeğine aktif müdahale edecek siyasal tutumlar almadan, salt "savaşa hayır" diyerek pasif bir konumda kalmak, insani görünür ama sonuç değiştirici değildir.
  NATO bir kültür derneği değil, askerî bir organizmadır, büyük bir savaş makinesidir. Bu savaş makinesini ABD dün hangi amaçla kullandıysa bugünkü amacı da aynıdır. Dünya düzenini korumanın, Avrupa üzerindeki hegemonyasını sürdürmenin, Çin ve Rusya'ya diz çöktürmenin aracı olarak kullanıyor.
  Ve güç dengeleri adım adım değiştiği için bugün hedef alınan ülkeler, boğazına yapışan ellerden kurtulmaya çalışıyor.
  Anlamamız gereken şudur: NATO'nun varlığı, savaş riskidir; NATO'nun varlığını sürekli genişletmesi daha büyük savaş riskidir. Savaş istemeyenin mücadele etmek zorunda olduğu, asıl budur. Hümanizm bunu gerektirir.
  Unutulmamalı: NATO'nun kırılan her dişi, büyük insanlığın geleceğinin ve barışının teminatıdır.

  (MEHMET ALİ GÜLLER - Cumhuriyet Gazetesi)






  "Lebensraum" Almanca Yaşam Alanı demek. Hitler'in en sevdiği bu kelime Doğu Avrupa'da Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların Almanya'nın hâkimiyetinde birleştirilmesi ve Alman nüfusun bu topraklara yerleştirilmesi politikasıydı. Naziler bu gerekçeyle önce Avusturya'yı ilhak etmişler ve ardından Çekoslovakya'yı ve Polonya'yı da işgal ederek II. Dünya Savaşı'nı başlatmışlardı.
  Putin Rusya'sı da lebensraum/yaşam alanı stratejisini uyguluyor. Zaten ABD'nin Başkanı Biden ve aslında her Başkanı "hür dünya" adına aynı stratejiyi hep uygulamaktaydı. ABD ve Rusya için şimdi lebensraum Ukrayna. Güçlü olanların nüfuz alanı pahasına güçsüz nüfuslar yok ediliyor. 
  Herkes görüyor ki ABD'nin yediği haltlar Rusya'yı, Rusya'nın yediği haltlar ABD'yi haklı çıkarmıyor. Sadece, kendileri için yaşam alanı olarak ilan ettikleri Ukrayna'yı bu ülkenin insanları için ölüm alanı haline getirmiş oluyor.
   Ukrayna'yı yönetenler, ABD'nin Ukrayna için savaşacağını ummuş olabilirlerdi, ama ABD 2014'te Rusya Kırım'ı ilhak ettiğinde de seyretmekle yetinmişti. Çünkü ABD'nin derdi kendi lebensraum'unu pekiştirmek. Eski Sovyet ülkelerini NATO'ya katarak bir kuşatma başlatmıştı. Şimdi bunu Avrupa'nın diğer ülkelerini yeniden kendi arkasına dizerek ve Rusya kuşatmasını sürdürerek gerçekleştiriyor. Yine de çoğu AB ülkesinin Rusya'ya enerji bağımlılığı söz konusuyken Putin de yaptırımları yaptırımsız düzeyinde değerlendirecek.
  Neler olduğuna bakıp neler olacağını görebiliyoruz. Ukrayna dirense bile, bir şekilde Rusya Ukrayna'yı yutmuş olacak. En azından Ukraynalıların "yönetimde" olduğu Rus yanlısı bir ülke haline getirilecek. Çünkü Rusya'ya karşı hiçbir ülke Ukrayna yanında savaşa girmiyor, girmeyecek. Şimdilik tablo böyle görünüyor.
  ABD ve AB sütü dökülmüş kedi gibiler. Mağdur edilmesinde kendilerinin oldukça payı olan Ukrayna yanında yer almış gibi yapınca mağdura oynamış oluyorlar.
  Bir de dünyaya gaz veriyorlar: Putin Sovyetleri yeniden kurmak peşindeymiş! Bu iddiayı Biden hep tekrarlıyor. Putin, Biden'dan daha sıkı antikomünist ama Biden hâlâ antikomünizm ekmeğini yemek istiyor. Ve Putin, Sovyetleri değil Çarlık Rusyası'nı ihya etmek istediğini hiç saklamıyor. "O bölgeler, Çarlık Rusyası'nda bizimdi!" diyor. Zaten Vladimir Putin'in rol modeli de Ukrayna'nın kaderini tayin etmesine vesile olduğu için kızdığı Vladimir İliç Ulyanof (Lenin) değil, Çar 1. Petro'dur. Ki o da Rusya'yı üç yüz yıl önce Avrupa'nın doğusunun hâkimi kılan bir zaferiyle "Büyük Petro" unvanını almıştı. Osmanlı tarihçileri ise ona "Deli Petro" adını vermişlerdi. Putin'e ikinci unvan daha yakışıyor gibi.
  (...)
  Emperyalizm bir nevi küresel mafyalıktır. NATO da onun tetikçisidir. Adeta "azdan az çoktan çok gider" hallerindeler. Bu klişeyi, mafya film repliklerinde sıklıkla duyarız. Azdan az ölür, çoktan çok ölürmüş. Ama bunların raconu da bozuk! Azdan çok gidiyor, çoktan az gidiyor. Şimdi gücü az Ukrayna çok kaybediyor, gücü çok ABD ve Rusya az kaybediyor.

  Ne yazık ki halkların lebensraum'u sadece kendi ülkeleri olana kadar bu hep böyle olacak.

  (MELİH PEKDEMİR - BirGün Gazetesi)






  21. yüzyıl dünyası, ilk kez bu denli büyük bir savaş tehdidiyle karşı karşıya. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı, önceki bölgesel çatışmalardan ve vekâlet savaşlarından çok daha riskli bir tablo çıkardı ortaya. Son otuz yılın yapay dengesi bozuldu, alevler yaşlı kıtanın üzerinde oturduğu barut fıçısına yaklaştı.
  Soğuk Savaş'ın bitiminden bu yana kıta Avrupası, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki çatışmalarda ABD ile Rusya'nın satranç oyununu uzaktan izliyordu.
 Emperyalist paylaşım kavgasının içindeydi, silah satıyor, büyük kârlar elde ediyordu; ancak göçmen krizini tetiklemesi dışında, Irak'ta, Suriye'de ya da Libya'daki ateşin Avrupa için herhangi bir yakıcılığı yoktu. Avrupalı liderler emperyalist müdahalelerle yıkılan şehirleri, hayatlarını yitiren sivilleri gerçek manada hiç dert etmediler. Ne de olsa savaş kendilerinden kilometrelerce uzaktaydı.
 Rusya-Ukrayna Savaşı böyle değil. Çünkü bu savaş, Avrupa'nın eski Soğuk Savaş korkularının üzerinden yükseliyor, krizden krize koşan neoliberal dünyanın karanlık yüzünü ortaya çıkarıyor. Doğu Avrupa bir kez daha geniş bir cepheye dönüşmenin arifesinde. Rus yayılmacılığına şimdilik ancak dolaylı yoldan cevap vermeye çalışan ABD ve Batı Avrupa, Doğu Avrupa'ya silah ve mühimmat yığmaya devam ediyor. Macaristan'dan Letonya'ya birçok ülke çılgınca bir hevesle bu silahları kabul ediyor, emperyalizmin ihraç ettiği militarist politikaları kendileri için bir güvence olarak görüyor. Her iki dünya savaşının da fitilinin bu bölgede yakıldığı düşünülünce karşımıza çıkan tablo çok daha ürkütücü bir hal alıyor.

  Savaşın ve siyasetin baronları, barut kokusuyla sarhoş oluyor.

  (GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN - BirGün Gazetesi)


***


  (...) Tabii bu felaketlerden kârlı çıkacak olanlar da var. En başta silah sanayisini sayabiliriz. Avrupa şimdi, panik içinde ve ABD'nin de teşvikiyle daha fazla silahlanmaktan, NATO'yu güçlendirmekten, "stratejik egemenlik" bağlamında kendi ordusunu inşa etmekten söz etmeye başladı.

  (ERGİN YILDIZOĞLU - Cumhuriyet Gazetesi)


***


  Tarih tekerrür ediyor. Savaşa sebep olan hükümetler, Ukraynalılara sığınmacı vizesi vermeyi reddediyor, mülteci karşıtı yasalar yürürlüğe koyuyorlar. Otoriter rejimlere silah satmayı sürdürüyorlar. Asla korumayacağı ve umursamayacağı insanlara hayaller satan Batı'nın, özgürlük ve demokrasi savunucusu olduğu efsanesi de sürüp gidecek.

  (RONAN BURTENSHAW/Tribune Mag - Çeviren: FATİH KIYMAN)









SAVAŞA HAYIR!