29 Aralık 2019 Pazar

İNSANLIĞIN GELİŞİMİ!





Çizim: FRANCISCO MUNGUIA



   İlk zamanlarda (İnsanların dağınık halde bulunduğu, insan türünün daha tam çağını belirleyemediğimiz bir anındaki döneme ilk zamanlar diyorum), yeryüzüne dağılmış durumdaki insanların sahip olduğu tek toplum aile, tek yasa doğa yasası, tek dil de jest ve kimi eklemlenmemiş sesler idi. Hiçbir ortak kardeşlik fikriyle birbirlerine bağlı değillerdi ve güç dışında bir hakem bulunmadığından birbirlerini düşman görürlerdi. Onlara bu kanıyı veren güçsüzlükleri ve cehaletleriydi. Hiçbir şey tanımadıklarından, her şeyden korkarlar, kendilerini savunmak için saldırırlardı. Yeryüzünde insan türünün merhametine terk edilmiş bir adam yırtıcı bir hayvan olmak zorundaydı. Başkalarından gelmesinden korktuğu her şeyi onlara yapmaya hazırdı. Korku ve güçsüzlük acımasızlığın kaynaklarıdır. (JEAN-JACQUES ROUSSEAU - Dillerin Kökeni Üstüne Deneme)



***


   Alman yazar ULRICH ALEXANDER BOSCHWITZ'in 'Yolcu' adlı kitabının sonundaki, İngilizce baskıyı yayıma hazırlayan PETER GRAF'ın Son Söz'ünden:   

   Her sabah soğukkanlı bir doygunlukla tıraşınızı oluyorsunuz. Beklentiniz dirlik düzenlikten, dostluktan, sevgi ve güzellikten başka bir şey değil. Etrafınızda olup bitenleri, kimi insanların mutluluğunuza yönelik bakışlarında çöreklenen imrenmeyi fark etmiyorsunuz bile. Ama hayat böyle sade mutluluklar kurmanıza izin vermez.
   Bir gün, tanımadığınız birileri, onlarınkinden farklı bir inanca ve ırka doğduğunuzdan, aslında şu ya da bu şekilde ulaşamadıkları ama hak ettiklerini düşündükleri refaha ulaştığınız için ya da sırf var olduğunuz için evinize dalıp yağmalarlar, sizi de tutuklarlar. Birden, doğduğunuzdan beri yurdunuz bellediğiniz ülkede bir yabancıya, bir ava, itilip kakılan, damgalanan, hiçbir insani değer atfedilmeyen bir yaratığa dönüştürüldüğünüzün farkına varırsınız.
   Hatta o zamana kadar hiç önemsemediğiniz inancınızın, ırkınızın bile farkına varırsınız. Düşmanınız sizi baştan yaratmıştır. O, kendi yenilmişliğinin acısını çıkarmayı sizi günah keçisine dönüştürerek kendi hakkı saymaktadır. (EMRE ERBATUR - Cumhuriyet Kitap)



***



çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
Türkiye'de Kürt olacağız
Kürtlerde Ermeni
Ermenilerde Süryani
gidip Almanya'da Türk olacağız
Hollanda'da Surinamlı
Fransa'da Cezayirli
İran'da Azeri
Amerika'da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka Kızılderili
İsrail'de Filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı


NEVZAT ÇELİK









Merhaba!
    

22 Aralık 2019 Pazar

NÂZIM HİKMET MEMLEKET




   "Komünist oldum olalı, güzel sanatlardan beklediğim, istediğim şey, halka hizmetleri, halkı güzel günlere çağırmalarıdır. Halkımızın acısına, öfkesine, umuduna, sevincine, hasretine tercüman olmalarıdır. Sanat anlayışımda değişmeyen işte budur. Geri yanı boyuna değişti, değişiyor, değişecek. Değişmeyeni en dokunaklı, en usta, en faydalı, en güzel, en mükemmel ifade edebilmek için durup dinlenmeden değiştim değişeceğim."



NÂZIM HİKMET



   HALUK ORAL - Şiir Hikâyeleri:

   Melih Cevdet, 1950 yazında, Abidin-Güzin Dino çiftinin Çiftehavuzlar'daki yazlık evinde eşiyle birlikte misafirdir. Nâzım Hikmet de bu evin müdavimleri arasındadır. Melih Cevdet'ten bir isteği olur: 

   "Kuvay-i Milliye Destanını yazıyordu, bir bölüme 16 Mart Şehitleri'yle başlayacaktı, bana, 'Belgeler lâzım, ben rahat dolaşamıyorum, ne olur, bir kitaplıktan gerekli belgeleri buluver' dedi."

   Melih Cevdet, Beyazıt Kütüphanesi'ne giderek 1920 yılının gazetelerini inceler, istenilen bilgiyi toparlar, hem de bu bilginin bir şair tarafından istendiğini unutmadan yapar bunu: 

  "Götüreceğim bilgi bilimsel bir yapıt için değildi, bir şiir içindi, ona göre seçmeliydim. Nâzım Hikmet'in şiirini biliyordum, hangi çeşit bilgi ile neler yapacağını kestirmeliydim. Okuduklarım içinde şunlar bana ilginç göründü: Erlerden üçü uyurken süngü ile öldürülüyor, ikisi kurşuna diziliyor, altıncı şehidin nasıl öldürüldüğü belli değil ve adı bilinmiyor. İki şehit mezarı belli değil. Bunlardan Nâzım Hikmet'in nasıl bir şiir çıkaracağını merakla bekledim."

   Bu araştırmalar şiire şöyle yansımıştır:

   Uykuda kestiler üçümüzü,
kurşuna dizdiler ikimizi,
Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı,
Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.
Bir de altıncımız var,
kara kaytan bıyıklı bir şehit
son mekânı şöyle dursun,
adını da bilen yok...




Karikatür: CEMAL NADİR



Bursa'nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

Bir şubat gecesi tutuldu dilin
Silaha bıçağa varmadı elin
Ne ana ne baba ne kız ne gelin
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

Ne bir haram yedin ne bir cana kıydın
Ekmek kadar temiz su gibi aydın
Hiç kimseler duymadan hükümler giydin
Döşek diken diken yastık batıyor
Yiğidim aslanım burda yatıyor.

Zindanı taştan oyarlar
İçine bir yiğit koyarlar
Sağa döner böğrü taşa gelir
Sola döner çırılçıplak demir
Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir
Döşek melul mahzun yastık batıyor
Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.

Bugün efkârlıyım açmasın güller
Yiğidimden kötü haber verirler
Demirden pencere taştan sedirler
Döşek melul mahzun yastık batıyor
Yiğidim şahinim aman burda yatıyor.

Mezar arasında harman olur mu?
On üç yıl hapiste derman kalır mı?
Azrail aç susuz canın alır mı?
Döşek melul mahzun yastık batıyor
Yiğidim şahinim aman yerde yatıyor.

Dilinde dilimi bulduğum
gücüne kurban olduğum
Anam babam gibi övdüğüm
Dayan hey aslan ustam 
A benim yiğidim dayan
Dayan hey gözünü sevdiğim
Bugün efkârlıyım açmasın güller
Yiğidimden kötü haber verirler

Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun
Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin
Sen Kızılırmak kadar bizimsin
En büyük ustası dilimizin
Canımız ciğerimizsin.

Bugün burdaysa şiirin, yarın Çin'dedir
Bütün hışmıyla dilimiz
kökünden sökülmüş bir çınar gibi 
Yüreğimiz içindedir.

Bugün burdaysa şiirin, yarın Çin'dedir
Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla
Bir yanı nur içinde tertemiz
Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
(Zindanı Taştan Oyarlar)







Merhaba!


  

15 Aralık 2019 Pazar

EJDERHAYI DİZE GETİRMEK İÇİN




   "Gelişmiş Batı dünyasının,
 olanakları ve ihtişamıyla çok zengin olduğu zannedilse de çoğu zaman insan kalbindeki güzelliği öldürür."


SEAN PENN
(Türlü İşlerin Adamı Bob Honey)



   Sean Penn'in Türlü İşlerin Adamı Bob Honey'de Amerika toplumuna dair anlattığı hikâye aslında tüm insanlığın onu yok eden bir politik devinimde ufalanışının hikâyesi. İnsan yaşamının otomat hale getirilip, ahlak ve değerlerinin çökertilmesi, bunların yerini paranın, reklamın, imajın alması... Sean Penn bu kirli dünyanın oyununa çomak sokan, ülkesindeki muhalif kanadın cesur bir sanatçısı olarak romanıyla toplumsal meselelere yaratıcı bir bakış açısı sunuyor. Romanda da dendiği gibi umarız: "EJDERHAYI DİZE GETİRECEĞİZ." (DUYGU AYDIN - Cumhuriyet Kitap)




***



   1993'ün yılbaşında Patricia Anderson 1979 model Chevrolet Malibu otomobiliyle dört çocuğunu yılbaşı için tertiplenen dini törenden eve götürmekteydi. Kırmızı ışıkta durdu ve yeşili beklerken başka bir araba Anderson'un arabasına arkadan çarptı. Anderson'un Chevrolet Malibu'su hemen alevlere büründü. Çarpan arabanın şoförü sarhoştu. Anderson ve dört çocuğu ikinci ve üçüncü derece yanıklarla kurtarılarak hastaneye kaldırıldılar. Üç çocuğun vücutları % 60'ın üstünde yanıktı. Birinin elinin kesilmesi gerekti. Patricia Anderson Chevrolet Malibu'nun üreticisi General Motors şirketine dava açtı. Davacının avukatlarının temel tezi Chevrolet Malibu'nun yakıt tankının çarpmalara karşı korunaklı bir şekilde imal edilmediğiydi. Dava biraz uzun sürdü ve pek çok inceleme yapıldı. Nihayetinde Los Angeles Yüksek Mahkemesi Patricia Anderson'u haklı buldu ve General Motors'u tazminata mahkûm etti. Buraya kadarı pek normal, pek olağan gibi görünüyordu. Ancak mahkemenin yürüttüğü araştırma sırasında ortaya çıkanlar dehşete düşürücü idi. Araştırma süresince General Motors yönetiminin davaya konu olan modeldeki araz hakkında bilgi sahibi olduğu ve bu konuda hiçbir şey yapmadığı ortaya çıktı. Adı geçen modelde yakıt deposu ile arka tampon arasındaki mesafe yaklaşık 28 cm idi, oysa güvenli uzaklığın en az 44-45 cm civarında olması gerekiyordu. Üstelik yakıt deposuyla aks arasında koruyucu bir plakanın olması gerekiyordu ve adı geçen modelde yoktu. Azman şirket bunu bildiği halde 1979 yılında bu Malibulardan bir sürü üretmiş ve piyasaya sürmüştü. Hatanın bilincinde olmasına rağmen hiçbir aracı geri çağırmamıştı ve neredeyse yürüyen bomba haline gelen modelden pek çok aracın Amerikan otobanlarında cirit atmasına göz yummuştu. Peki ama neden geri çağırmamıştı?    Sorunun cevabı da mahkemenin araştırma sürecinde ortaya çıktı. Azman şirketin muhasebe ve hukuk departmanları bir hesap yapmışlardı. Bu hesaba göre bahsedilen yakıt deposu sorunundan dolayı bir yılda ortaya çıkabilecek ölüm sayısı yaklaşık 500 kadardı (ne kadar da kesin hesaplamışlar değil mi?). Geçmişte mahkûm oldukları tazminatlara bakarak ölüm başına yaklaşık 200 bin dolar tazminat ödeyeceklerini tahmin etmişlerdi. 500 ölüme yapacakları toplam ödemeyi Amerikan otobanlarını hallaç pamuğu gibi atan General Motors imali otomobillerin sayısına (o dönemde yaklaşık 41 milyon) bölmüşler ve araç başına 2,4 dolar ödeyeceklerini bulmuşlardı. Diğer taraftan Patricia Anderson'un Malibu'su türünden tün standart dışı, hasarlı araçları geri çağırmaları ve bunları standartlara uygun olanlar ile değiştirmeleri durumunda ise otobanlara sürdükleri araç başına 8,59 dolar ödeyeceklerini hesaplamışlar. İşte bu hesap ve aradaki fark Patricia Anderson ve çocuklarının kaderini belirlemişti. Patalojik bir kurum olan şirket araçları geri çağırıp 8,59 dolarlık maliyete katlanmak yerine araçları trafikte tutarak 2,4 dolarlık olası maliyete katlanmayı tercih etmiş ve çok yerinde bir şekilde araç başına yaklaşık 6 dolarlık bir tasarrufa imza atmıştı. İnsanlar ölebilirmiş, amaan kimin umurunda? Önemli olan araç başına 6 dolarlık tasarruf değil mi? Kapitalist sermaye birikimi insan hayatını emmekte ve bitirmektedir. (SERDAL BAHÇE - soL Haber) 




***



"Dünya insanları kapitalizmin açgözlülüğü ve hırsından arınmış olarak yetiştirilmelidir."


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK










Merhaba!

8 Aralık 2019 Pazar

GERÇEK ŞAİR, GERÇEK ŞİİR




   "Şair de yaşadığı toplumda çalışması gereken, evine ekmek götürmek zorunda olan biridir. Öbür insanlarla birlikte acı da çekebilir. Yazdığı dizeler şairin kendini ayrıcalıklı bir yere koymasını gerektirmez." (BERRİN TAŞ - Söyleşi: KADİR İNCESU/BirGün Kitap)



   Çok bilmişlerden
dinlemesini bilmeyenlerden uzak dur
az bilenler iyidir
onlar hep anlamak ister
kibirden kurtulmuşlar
sana insanlığını anımsatır
çok bilmişlere boşuna
kendini anlatmaya kalkma anlamazlar
susmak
boş konuşmaktan iyidir
kimileyin susmak da konuşmak anlamına gelebilir



BERRİN TAŞ
(Geceyarısı Şiirleri)



***




   "Çalçene şiircikler, bir kaşık suda gargara.
 Şiir bir durum, bir sorun üzerinde ölçülü konuşan, 
susunca da bizim düşünmemizi bekleyen bir olgunluktur."


BEHÇET NECATİGİL
(Bile/Yazdı)



***



   "Yaşamda bolca şiir var. Ne zaman isterse çıkar gelir. 
Ben yalnızca hayata daha dikkatli bakmaya, yeni geleni bulmaya çalışıyorum."


ARİFE KALENDER
(Söyleşi: GAMZE AKDEMİR/Cumhuriyet Kitap)



***





CEYHUN ATUF KANSU
(Karikatür: MUSTAFA BİLGİN)




   ATAOL BEHRAMOĞLU - Cumhuriyet Kitap:

   Benim için Ceyhun Atuf Kansu "Kızamuk Ağıdı"dır.
   "Gamlı, donuk kış güneşi"nin ağzından, kızamık gibi bugün sıradan bir hastalıktan can veren bebelerin, yoksul köy çocuklarının ağıtını yazan şair-hekimdir.

Bir köy gördüm tâ uzaktan,
Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz,
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan,
Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz.

Ben gördüm bu köyü, damlarının altında,
Çocukları kızamuk döküyor,
Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,
Gelincikler arasından öyle masum bakıyor.

(...)

Ali'lerin kızı Emine'yi gördüm,
Öldü... Yusufların Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü,
İkindiye doğru, evlerine vardım,
Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü.

Bir bir saydım, yirmi üç çocuk,
Ah, güllü Gülizar öldü,
Gördü kış güneşi, gamlı ve donuk,
Daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü.


   Türk şiirinde belki de bir ilktir bu... Bir şiirde ölen çocukların adlarının sıralanması... Tek tek sayılan bu isimlerin gerçek kişilerin adları olduğundan da kuşku duymam.
   Ceyhun Atuf Kansu hem şair hem bir çocuk hekimi olarak, ilaçsızlıktan, çaresizlikten ölüp giden bu çocukların acısını yüreğinde hep taşımış olan kişidir...

Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım,
Bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye,
Bu acıdan sonra nasıl doğacaktım,
Nasıl dönecektim aynı köye?

İniyor ve karaltında örtüyordum,
Bu çocukları, bu habersiz çocukları,
Görmediniz, anlatamam, ürperiyorum.
Bir şey demek için açılmıştı dudakları.

   Bu kahredici acıların tanığı "Gamlı, donuk kış güneşi", çocuk hekimi-şair, duyarsız toplumun duyarsız aydınlarına şu acıtıcı soruları yöneltir:

Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden
Varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,
Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,
Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım.

O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde,
Siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?
Ben perişan, utanmış... bu köyün üstünde,
Kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz?

Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün,
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,
Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin,
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.



***




   "Sanatçı her insanın olması gerektiği gibi kendisine saygısı olan adamdır. Ama yeteneği imtiyazı değildir. Üstelik daha fazla sorumluluk yükler sahibine. Ve taraftır. Vicdanın, onurun, haysiyetin ve mazlumun tarafındadır."


ERCAN KESAL
(Söyleşi: SELÇUK ÖZBEK - BirGün Gazetesi)



***



   "Başarı, muafiyet arayan sanatçıyı bir kaçağa dönüştürür, dönemlerinden kaçanlar da, o dönemle birlikte ilk unutulanlar olurlar. Efendileri ölmeden devrini tamamlayan dalkavuklara benzerler."


JOHN BERGER



***



Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.


JOSE MARTİ
(Çeviri: ATAOL BEHRAMOĞLU)









Merhaba!

1 Aralık 2019 Pazar

ASLINDA YAŞAM BASİTTİR




   Nâzım Hikmet'in, "hayatı ciddiye alacaksın" önermesini insanlar yanlış anlıyorlar ve güncel olanı ciddiye alıyorlar. Ne bileyim, kariyer yapmayı, teknolojiyi, içgüdüsel isteklerini ve sorunlarını... Oysa dalgaların dağıttığı çakıltaşları birbirini arıyor, bundan haberleri yok. 


SALİH BOLAT
(Söyleşi: AHMET ÖNEL - Cumhuriyet Kitap)



***



   Yetişmemiz gereken bir yer yok, yarışmamız ve geçmemiz gerekenler yok, sadece biz varız. Güneş batıyor, gökyüzü tupturuncu. Kim bilir belki eve gitmeden önce sahile uğrar, dalgaların kayalıklarla sohbetine dalarız ya da bir ağacın altında soluklanır, yüzümüzü akşam güneşine açarız.



HAFİZE ÇINAR GÜNER
(Cumhuriyet Kitap)



***



   Naci'nin sağ elini sıktı içtenlikle. "Ne yapıyor benim şehzadem?"
   "Günü öldürüyorum Dayı" dedi Naci ve bu buluşunu beğendi. "Hayır oğlum biz günü değil gün bizi öldürüyor" dedi Dayı.
   "Doğru" dedi Naci ve alınmadı. "Ben, günü öldürmeyi boş vakit geçirmek anlamında kullandım."
   Dayı bilgece güldü. "En boş sandığın gün bile tıka basa doludur, her an bize yararlı ya da yararsız bir şeyler getirir götürür ama biz varlığımızda ve zamanda meydana gelen bu gizli alışverişin farkına varmayız çok kere. Yaşamayı, hayatı birtakım olaylarla tarif etme alışkanlığı öyle bir yerleşmiş ki kafalarımıza, olaysız bir gün geçti mi yaşamadığımızı sanıyoruz."


MUZAFFER BUYRUKÇU
(Dar Sokaklardaki Duman)



***



   James Joyce'un, o güne dek alışıldık bir dolu kalıbı yıktığı, kimseyi kahraman kılmadığı Ulysses' te, her şey tek bir günde olup bitiyor. Sabah kalkan karakterlerimizin gece yatağa girmelerine dek bir dolu şey okuduğumuz 16 Haziran 1904 gününün tek özelliği var; olağanüstü ve olağandışı hiçbir şeyin olmaması. Bayram değil, azizler günü değil, savaş yok, isyan yok. Çünkü tek bir günde yaşadığımız en sıradan olaylar aslında bizim gerçek hayatımızı teşkil ediyor ve ille de bir kahramanlık arayacaksak, o güne sığdırdıklarımızdan ibaret. 
   Ve tüm bunları belki de bize bir şeyi hatırlatmak için yapıyor Joyce; Bloom, yani halk ile Dedalus, yani delişmen sanatçı, birbiriyle buluşsun ama birbirlerine hapsolmasınlar. Çünkü birbirleriyle, yani sanat insanla, Ulysses okur ile buluşmadığı sürece kıymeti yok. (FUAT SEVİMAY - Cumhuriyet Kitap)


JAMES JOYCE








Merhaba!

24 Kasım 2019 Pazar

CUMHURİYET VE EĞİTİM





   Var olmak için bağnazlık aşılmalı. Dünyanın adaletsiz gidişinde, bağnazlığın egemenliğinde iş zor. Ama zoru gerçekleştirebilmenin keyfi de çoktur. Bu keyfe kavuşmak için roman, öykü, şiir, deneme, felsefe okumalı.


ÖNER YAĞCI
(Cumhuriyet Gazetesi)



***



   HASAN KUDAR anlatıyor:

   "İnönü gelmişti enstitümüze bir gün. Dersliklerimizi, işliklerimiz, tarım alanlarımızı gezmiş, yamaçta koyunları yayan bir kız arkadaşımıza rastlamıştı sonunda. Yanına yaklaşıp torbasında ne olduğunu görmek istemişti. Arkadaşımız kumanya torbasını açmış, bir çeyrek peynir ekmekle son okuduğu kitabı, Antiogone'u göstermişti cumhurbaşkanına. Hepimizin okuduğunu söyledi. Çok duygulanmıştı İnönü. Yanındakilere dönüp, 'Gördünüz mü' demişti, 'ekmekle kitap bir tutuluyor enstitülerde. Ne zaman erinden komutanına, cumhurbaşkanından sade vatandaşına değin ülkemde insanların azığının yanına kitap konabilirse, o zaman kurtulacaktır Türkiye." (Büyük Oğul Efsanesi - ÖNER YAĞCI)



   İSMAİL HAKKI TONGUÇ anlatıyor:

   Geziye katılan Sirer, trende bir ara bana sataştı: "Bindiğim atın benden akıllı olmasını istemem ben. Biz yöneticilerin kapısına kazma kürekle dayanmalarını mı istiyorsun bu köylülerin?"
     Sirer, o çekingen, yüzeysel de olsa saygılı meslektaş havasından çıkıyordu. Eğitim deyince onun kafasında her yaptığı doğru olan ulu bir devlete sorgusuz boyun eğecek uyruklar yetiştirmek vardı. Benim amacımsa kendi kendisini yönetecek, düşünen, tartışan, haklarını bilen, bunları almak için örgütlenebilen çağdaş cumhuriyet yurttaşları yetiştirmekti. (Büyük Oğul Efsanesi - ÖNER YAĞCI) 



***



   "Eğitimin amacı kişiyi, ülkesinin ekonomik düzenini, toplumsal koşullarını geniş halk kitleleri yararına değiştirecek, bu alanda karşısına çıkacak engelleri yenecek yetkinlik ve etkinliğe kavuşturmaktır."


İSMAİL HAKKI TONGUÇ



***



"Cumhuriyet nedir bilir misin! 
Kahramanmaraş'ta ayakkabı ustasının oğlu fakir Tahsin Yücel'in, 
Fransa'da Legion de Honour çeviri nişanı alabilmesidir."


ONUR CAYMAZ








Merhaba!
   

17 Kasım 2019 Pazar

DOĞA ELİMİZDEN GİDİYOR







   Bütün kariyeri su sorunuyla uğraşmakla geçmiş olan BM Su Birimi (UN Water) Başkanı Dr. Olcay Ünver, iklim üzerinde baskı yaratan kalkınma sorunlarının bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceğini şöyle açıkladı:
   "2050'ye doğru dünya nüfusunun 10 milyara dayanması bekleniyor. Nüfus artışıyla gıda üretiminin de yaklaşık yüzde 50 artması gerekiyor. Gıda üretimi için su gerekiyor. İklim değişikliğiyle su rejiminin değiştiğini görüyoruz. Taşkınlar ve kuraklık önümüzdeki en büyük sorun. Yağışlar istikrarsızlaştı. Dolayısıyla gıda üretimi için tehlike çanları çalıyor. Bir diğer sorun fazla tüketim. Şu anda üretilen gıdaların üçte biri çöpe gidiyor. Çürüyen çöplerden yayılan metan gazı atmosfere yayılıyor. Bu aynı zamanda çöpe atılan gıda maddelerinin üretiminde kullanılan suyun da heba olması demek. (Cumhuriyet Gazetesi)



***



   Ünlü Japon yönetmen Akira Kurosawa, "Su Değirmenleri Köyü" filminin 103 yaşındaki başkişisine ağaç üzerine şunları söyletiyor:
   "İnsanoğlu için en önemli şeyler temiz hava ve sudur. Ve bu ikisini üreten ağaç ve bitkiler. Her şey kirletiliyor, temizlenmemek üzere! Kirli hava ve kirli su insanoğlunun ruhunu da kirletiyor."
    Su değirmencisi, doğa kirliliğinin, bütün canlıların ölümüne yol açacağını, bunun da doğayı yaşanmaz kılacağını da ekliyor sözüne:
   "Günümüz insanı, doğanın bir parçası olduğunu unutmuş. Şu anda, hayat kaynakları olan doğayı yok etmeye devam ediyor. Her zaman daha iyisinin yapılabileceği sanılıyor. Özellikle bilim adamları... Akıllı olabilirler, ancak anlayamadıkları şey doğanın gücü. İnsanları mutsuz eden şeyleri icat edip duruyorlar. Daha beteri, insanların bu icatları bir mucize olarak görmeleri. Tapıyorlar onlara. Farkında değiller, oysa doğa ellerinden gidiyor..." 


ADNAN BİNYAZAR
(Cumhuriyet Gazetesi)



***



Karikatür: BEHİÇ AK
(Cumhuriyet Gazetesi)









Merhaba!
     

10 Kasım 2019 Pazar

MASALLAR NE İŞE YARAR?




   1974-75 ders yılında - programı bilmediğim için Frankfurt okullarında - yeni yürüyen bir çocuk ürkekliği ile masalla ders anlatmaya başladım.
  "Masalcı" diye şikâyet edilmem gecikmedi. Frankfurt (Milli) Eğitim Müdürü teftişe geldi ve çocukların gösterdiği ilgiden çok etkilendi:
   "Siz bu metodu Prof. Bruno Bettelheim'dan mı öğrendiniz?" "Hayır! Adını ilk kez duyuyorum" dedim. "Peki kimden öğrendiniz ?" diye yeniden sordu.
   "Ninemden!" dedim. Adam gitti, 6 ayda bir yenilenen iş sözleşmemi süresiz yaptı ve diğer okullarda da bu metodu göstermemi istedi. 



YÜCEL FEYZİOĞLU
(Cumhuriyet Gazetesi)



***



   1948 yılında Buenos Aires'te doğan Alberto Manguel, babasının elçi olmasından dolayı çocukluğunu önce İsrail'de, sonra kendi ülkesinde geçirir. Daha 3-4 yaşındayken Çek asıllı bakıcısının kendisine okuduğu ilk kitap "Binbir Gece Masalları"dır. Belki bu kitap onu denemeci, gazeteci, eleştirmen, çevirmen, yayıncı kılacak ilk tohumları eken kitaptır. 
   Görme yetisini yitiren Borges'e gençliğinde kitaplar okur. Çocukluğundan başlayarak sözcükler ve dil aracılığıyla kimliğini oluşturduğunu söylemek pek abartma olmasa gerek. Kişisel kitaplığında 35 bin kitabın bulunduğunu düşününce, ne demek istediğim kolayca anlaşılır sanırım.
   Bunca kitabı biriktirmenin, yeniden yeniden okumanın kendisine ne sağladığı sorulduğunda verdiği yanıt ilginçtir: "Son sayfasına dek güzel bir kitabı okumak tam bir mutluluk. Gelecek yaşamım konusunda bir karar versem tam tamına aynı şeyi yapar, anımsadığım ilk satırdan başlarım: Bir varmış bir yokmuş..." (AYTEKİN KARAÇOBAN - Cumhuriyet Kitap)


ALBERTO MANGUEL









Merhaba!


3 Kasım 2019 Pazar

İZMİR İZMİR




   Babam beni böyle havaya kaldırdığı zaman, evlerin, damların arasından, taaa uzakta denizi görüyorum. Mavi suyun üstünde beyaz vapurlar, daha ötede de Karşıyaka.
   - Daha da havaya uçur beni, baba! Daha da havaya!
   Denizden gelen imbat yelini saçlarımda, alnımda, boynumda duyuyorum. Ne güzel!..

  ... Konak'tan vapura binip, lokma tatlısı yemeğe gelmiştik Karşıyaka'ya. Denizin kıyısındaki masaya oturuyoruz. Ortalık bir şenlik şamata ki, sormayın gitsin, sanırsınız bayram!
   - Kuşa bak, Oşman! Hişşşt. Oşman! Kuşa bak! 
  Bir martı kuşu, hemen önümüzde, yaymış kanatlarını denizin üstüne, sanki salıncaktaymış gibi sallanıp duruyor. Perizat, sevinçler içinde.
   - Oşman! Oşman, kuşa bak!
  Öyle tatlı, öyle güzel ki bu kız; on kere, bin kere öpmek istiyorum. Öpüyorum da. Sımsıkı kucaklıyorum, kalbimin içine sokmak istiyorum Perizat'ı. (DİNÇER SÜMER - Bir Düş Müydü O İzmir)


doktor ben iyi değilim
bana iki tertip İzmir yaz
yüreğim darda bozgundayım
tütünüm acı tütmekteyim
Çatalkaya'nın dumanı gibi
bak benzim külbeyaz

doktor binsem bu gece bir trene
inerim İzmir'e gün ışırken
seçerim denize en yakın masayı
önce martılara gemilere günaydın derim
iskele kahvesinin tavşankanı çayı
ve yahudi böreğiyle kahvaltı ederim

sonra kalkar yürürüm kendi keyfimce
saparım kemeraltı çarşısına
hisarönü havra sokağı tilkilik
gezer dolaşırım aylak avare
mavi ülkesidir ilk gençliğimin
kahramanlar mahallesi ve basmane

   

DİNÇER SÜMER



***



   Halikarnas Balıkçısı, Bodrum'da ilkokulu bitiren sarı kızı İsmet Kabaağaçlı'nın İzmir'de okumasına karar verir ve Bodrum'dan İzmir'e doğru yola çıkar. Yıl 1946 sonbaharı, Halikarnas Balıkçısı İzmir'in en güzel semtlerinden birisi olan, Hatay semtimize yerleşir. İzmirli, Hatay semtli olur. İlk yerleştikleri ev, Hatay Caddesi'nde, Nokta Durağı'ndan Susuz Dede'ye giderken, Hâkim Evleri'ni geçer geçmez solda, İş Bankası Evleri'nin yanındaki, şimdiki Arı Apartmanı'nın bulunduğu yerdedir. İki katlı, bahçeli, eski bir Rum evidir. Üçüncü katı daha sonra kendisi çıkar. Hatay Caddesi'nin açılması sırasında evinin bir bölümü istimlak edilince, Nokta Durağı'ndaki evimizin karşısına yerleşirler.
  Hep düşünmüşümdür, Halikarnas Balıkçısı, niçin burayı seçti diye? Deniz ve denizciler ile iç içe yaşayan, Bodrum'un o eşsiz güzelliğini hatırlatacak, İzmir Körfezi'ni en yüksek noktadan gören, İzmir'in imbatını, güneşin batışını her akşam içine dolduracak, deniz ve doğa sevgisi ile dolu yüreği, kırların içinde, meyve ağaçlarının arasında olmasın da, nerede olsun, sevgili dostlar. (CENGİZ ÖZDEMİR - Aydınlık Gazetesi)





   Bütün mahalle yedi sekiz evden oluşuyordu. Bu mahalle İzmir Göztepe'nin kıyısında üst yokuşta Hatay Caddesi'ndeydi. Şimdiki Hatay Caddesi nerede o zamanki toz toprak yolsuz cadde nerede? Dört bir yan kırlık çayırlık. Bir de ahırlar var. Tüm mahalle yoksulluktan kırılıp dökülüyor. Tombalacılar, ayakkabı boyacıları, tütün işçileri. Elektrik yok, su şebekesi yok. Mahallelinin ortak kullandığı bir tulumbadan sağlanıyor su gereksinmeleri. Bu yoksunlukların yanında mis gibi temiz bir hava, asırlık çam ağaçları, gözün görebildiği yere kadar deniz, ayaklarının altında İzmir Körfezi'nin olması biraz da olsa insanın içini ısıtan yanlarıydı. (SEVİM KAHRAMAN - Karanlık Ve Mavi)



***



Kan kardeşi hayatın
armağanı anıların
yasemen kokar
Ay dolanır şavkı vurur
meltemin sabahına
akşamın imbatına
İzmir yaşar ve yaşanır
ömrüm, İzmir misali
yasemen kokar
Ay çıplaktır, ışığı da
İzmir hem ay
hem ayın ışığı kokar


REFİK DURBAŞ







Merhaba!