29 Aralık 2024 Pazar
ÇAMURDAN KEKLER
22 Aralık 2024 Pazar
İNSAN GİBİ
"Bir zamanlar insanlar hayatlarından memnun değillerse devrim yaparlardı.
Şimdi alışverişe çıkıyorlar.
Tamamen bir hafız kaybı dönemi yaşıyoruz."
15 Aralık 2024 Pazar
NİHAVENT HIÇKIRIK
8 Aralık 2024 Pazar
YENİ SÖMÜRGECİLİK
1 Aralık 2024 Pazar
DEVE, EŞEK ve DOĞAN GÖRÜNÜMLÜ ŞAHİN
Onuncu yüzyılın sonlarında Pers vezir Abdül Kasım İsmail, kitaplarını yangınlardan, talanlardan korumak için dört yüz devenin sırtına yüklediği yüz on yedi bin kitabı yanında taşırdı. Kitaplar, develere Pers alfabesinin otuz iki harf sırasına göre yüklenirdi. Vezir, okumak istediğinde deve ıhdırılır, kitap deveden indirilir ve vezir, ilme ve şiire dalardı.
***
24 Kasım 2024 Pazar
MASALIMSI DAĞ ÇİÇEKLERİ
17 Kasım 2024 Pazar
BEETHOVEN: MÜZİĞİN OZANI
10 Kasım 2024 Pazar
SEV KARDEŞİM
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun, vatan bütünlüğümüze gözünü dikenlere inat bugün de geçerli olan sözleri hepimize bir ders, bir vasiyet niteliğindedir:
"Ressamım, yurdumun taşından sürüp gelir nakışlarım.
Taşıma toprağıma toz konduranın alnını karışlarım."
3 Kasım 2024 Pazar
YALANCI TANIK OLMAMAK
28 Ekim 2024 Pazartesi
KEMALİST CUMHURİYET
20 Ekim 2024 Pazar
AKROSTİŞ DEYİP GEÇME
Mülkiye Mektebi'nin 1950'li yıllardaki öğrencileri Cemal Süreya ve Sezai Karakoç, gönüllerini sınıf arkadaşları Muazzez Akkaya'ya kaptırdı.
Aynı zamanda yakın arkadaş olan, birbirlerine Akkaya'ya yazdıkları şiirleri okuyan iki büyük şair, genç kadın için kaybeden tarafın soy isminden bir harf eksilteceği iddiaya bile tutuştu.
Kim Muazzez'in gönlünü kazanırsa diğeri soy isminden sonsuza kadar bir harfi silecekti. Rivayet o ki iddiayı Cemal Süreyya kaybetti ve soy ismindeki "y" harfinden vazgeçti. Şair Karakoç ise Akkaya için edebiyatın en dokunaklı şiirlerinden, "Tek Gül" anlamına gelen "Mona Rosa"yı kaleme aldı.
Bu şiirde kıta başlarındaki harfler yan yana getirildiğinde "Muazzez Akkayam" akrostişi ortaya çıkıyordu. (A A)
17 Ekim 2024 Perşembe
RESİMDEKİ GÖZYAŞLARI
Pamuk ırgatları, kadınlı erkekli çalışıyor, çalıştıkça dökülüyordu gide gide.. Arkın kenarına oturmuştum, oturmuş da kaşınıyordum. Bir çocuk ağladı çadırdan, savandan. Savan, ucu çatallı iki ağacın ortasına uzatılmış, çatalların içinden geçen ağacın üzerine örtülmüş barınaktır. İki uç açıktır, serin olsun diye. Yel, bir yandan girer, çıkar öbür yandan eğer olursa. İçinde çul döşekler, kaplar kacaklar, destiler.
Baktım savandan yana. Cılız, kundaklık bir bebecik basıyordu cayırtıyı. Çukurova'nın o belalı kara sineklerinden bir takımı "içtima" etmişti çocuğun yüzünün her bir yanında. Kişeledim. Buna kişelemek denir, şöyle kibarca kovmak değil. Vınlıyordu çocuk, yırtınıyordu!. Çatal çatal çıkıyordu sesi kimi zaman, ağlamaktan.
Gün iniyordu yavaştan. Altı yedi yaşlarında bir oğlan çocuğu gitti bebeciğin yanına. Bir bisikletle oynuyordu. Bisiklet bildiğimiz cinsten, büyükler için. Arka lastiği paramparça, içinde hava yok. Sicimlerle tutturulmuş dış lastik! Oğlan, kızmıştı belli.. Salladı bebeciği, beriki daha bağırmaya başladı!. Oğlan çıktı savandan, batan güne karşı haykırmaya başladı:
"Anoooooo.. Anoooooo.."
Kim duya, kim gele?
"Uf beeee!" dedi birisi ötelerde, hızlıca. Baktım, Ara Güler. Makinasını yere çevirmiş. Bir ağlama da oradan geliyor. Hem nasıl ağlama? Öyle haykırarak değil beriki gibi.. İçini çeke çeke, kısık.. Alttan iki dişi çıkmıştı, açıktı ağzı. Kara sinekler alt dudağının üstünden yürüyor bebeciğin dişlerinin dibine doğru sokuyorlardı o bet kafalarını, salyalara.. Sağ gözünün yaşlarında, cılık yaşlarda daha fazlaydı. Burnunda bir takımı! Kışkışladı Ara, olmadı, eğildi, eliyle kışkışladı!. Kaçırabildi bir kısmını, sonra çıt diye bir resim çekti:
[Fotoğrafın sağ alt köşesine şöyle yazmış Fikret Otyam:]
"Gözlerine bakın bebenin!."
(FİKRET OTYAM - Can Pazarı / Doğan Yayınevi, 1969)
Merhaba!