15 Aralık 2024 Pazar

NİHAVENT HIÇKIRIK

 


İHSAN RAİF


Şu bilinmeli ki zamanla, çelik-çomak oynar gibi itişip kakışıyoruz. Çomağı çeliğe vurdukça yeni yeni görüntüler, yeni yeni insanlar beliriyor perdemizde. Bakalım zamanın çorbalanması bu kez bizi nerelere uçurur? Ooooo... zannımız bizi yanıltmıyorsa şimdi de Yeniköy'ün tepesindeyiz. Karşımızdaki köşk de II. Meşrutiyet'te Ayan üyeliğine getirilen Köse Raif Paşa'nın. Hazret, Mithat Paşa havadarı ve divan efendisi olduğundan bütün yaşamı boyunca Sultan Hamit'in dikkatini üstünden atamamıştır. 1904 yılına değin, Beyrut, Adana ve benzeri yerlerde ya mutasarrıf ya da vali olarak dolaşıp durmuştur. Paşa'nın en büyük kızı İhsan Raif Hanım'dır ki ilk kocası Ali Bey'den ayrıldıktan sonra Şahabettin Süleyman'la evlenmiştir. Yani şimdi şu anda Şahabettin Süleyman'nın eşidir, ama kocası 1921 yılında, İsviçre'nin Davos-Platz kasabasında, 35 yaşında, gözleri yarı açık öldükten, kendisi de baygın bir halde, sedye içinde kasabanın sanatoryumuna taşındıktan sonra Mühendis Hüsrev Bey'le evlenecek ve ona üç çocuk verecektir. İhsan Hanım şiir alanında hiçbir dizeyi yerde bırakmaz. Edebiyatçılarımız da onu pohpohlamak için sıraya girer. Bunların içinde baş çeken Rıza Tevfik'tir. 


RIZA TEVFİK


O, Hanımefendi'nin -edebiyatçılar onu çokluk böyle anar- tanrısal güzelliğine, bu güzellik bahçesinde açan gülücüklerine de büyük imrenmeler gösterir. Ona göre, ölçüye, aruz kurallarına ve dilbilgisi yanlışlarına dayanan kavaf işi eleştiriler yapılmadığı vakit İhsan Raif'in şiirdeki çalım ve raconuna kolay kolay erişilemez.
Doğrusunu ararsanız, Rıza Tevfik ona uzun yıllar şiir dersi vermiştir. Onu parmak hesabıyla şiir yazdırtmaya azdıran da kendisidir. Sonradan o günleri şöyle anlatacaktır:
- Ben o zamanlar Âşık tarzı üzere kimi şeyler yazarak gam dağıtıyor, gönül avutuyordum. Hanımefendinin ilgisini bu samimi eski şiirler üzerine çekmek istedim. Zaten sinirlerini sarsan lirizm için bu, pek elverişli bir alandı. Başardım ve gür bir kaynak bulmuş bir gezgin kadar sevindim. Çünkü o yolda yazmaya başladığından beri Hanımefendi bizlere birçok dilber şiirler armağan etti. 

(SALÂH BİRSEL - Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi,1982)


***



SERKİS EFENDİ


"Ben Hüsrev'i, İhsan Hanım'ı Aşiyan'da toprağa verdiği gün tanıdım, çaldığım meyhanede. 16 yıl önce yani. Mezarlıktan gelmiş. Çalarken dikkatimi çekti. Ağlıyordu adam. Dikkatle dinliyordu beni. Sonra yanıma geldi işte. Bir şey demeden boynuma sarıldı. İlk defa gördüğüm biri... Acısı öyle büyük, öyle içtendi işte. Hiç tanımadığı birine sarılıp 'karadut' diye ağlayacak kadar."
Serkis sustu. Rakısından büyük bir yudum aldı. "Siz sormadan güfteyi nereden bulduğumu da anlatayım" dedi sonra. "Onu Hüsrev verdi o gece. Ona da İhsan'ı toprağa verirlerken onları uzaktan, ağaçların arasından seyreden bir adam vermiş. Herkes uzaklaşınca Hüsrev'in yanına gelmiş adam. 'Yaşlıydı ama yakışıklıydı. Kocaman bıyıkları vardı. Gözleri kahırlı, üzüntülü de olsa, içinde kor ateşler yanıyordu' diye tarif etmişti onu bana. 'Sen o musun?' demiş Hüsrev'e. 'Söğüt dalımın Frenk kocası?' Hüsrev başını sallamış. 'Ya sen kimsin?' Adam ağlamamak için dudaklarını ısırıyormuş ha bire. 'Ben' demiş... Elini paltosunun cebine atmış, sarı bir defter yaprağı çıkarıp ona uzatmış. İhsan Hanım'ın halen toprak örtülen mezarını göstererek, 'Ona tarifsiz kötülükler yapıp, isyanını bu kâğıda dökmesine sebep olanım' diye fısıldamış. 'Kâğıttaki lekeler onun gözyaşları, benim cehennem fermanımdır' demiş."
Biri, "Kadırgalı" diye bağırdı. Birkaç kişi yuhaladı. "Orada da mı be?"
Serkis onları susturdu. "Yapmayın... Pişmanlık herkesin hakkıdır. Gün gelir taş bile kırılır, ufalanır... 'Bunu' demiş adam. 'Söğüt dalımı paramparça ettiğim günlerin birinde defterinden çalıp sakladım. Günlerce aradı bulamadı tabii. Sonra oturup yeniden yazdı galiba. Ama onun en aziz hatırası budur diyorum işte len. Alsana gari. Senin hakkındır. Benim hakkımsa...' Gerisini diyememiş Kadırgalı... Gözlerinden bıyıklarına bir yaş seli akıyormuş. Sonra arkasını dönüp yürümüş, mezarın yanından geçerken yerden bir avuç toprak alıp serpmiş. Bir avuç toprak da cebine koymuş... Yürümüş gitmiş."
"Demek bestenin güftesi..."
"İhsan Hanım'ın el yazısıyla. Eve dönünce okudum. İçime kan oturdu. İhsan Raif Hanımefendi'nin Hüsrev'den dinlediğim dramı artık daha bir acı gelmişti. Yıllarca ne yapacağımı bilemedim... Sonra da koyduğum yeri unuttum, kaybettim..."
"Hadi be!" diye isyan etti sarhoşlardan biri. "Olacak şey mi arkadaş? Kadırgalı sana hazine vermiş..."
Serkis onaylarcasına başını salladı. "Neyse ki Tanrı yardım etti. Onu buldum. Tam iki sene yay çektim bestelemek için. Rasttan gittim, olmadı. Hicaz denedim, içime sinmedi. Uşak, Neva, Suzinak, Hüseyni ne biliyorsam denedim. Karciğar bile çektim. I-ıh. Ne yapsam, ne etsem, İhsan Raif'in acısını, isyanını, öfkesini, küskünlüğünü nağmeye dökemedim. Bir türlü olmadı. Sonra bir gece nihaventte dolaşırken, 'Kimseye etmem...' oturuverdi. İki ay daha yay çektim sabahlara kadar... Ve işte bu akşam ilk siz dinlediniz İhsan Raif Hanım'ın nihavent hıçkırığını..."

"Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime..."



DEMET ALTINYELEKLİOĞLU
(Nihavent Hıçkırık - Kırmızı Kedi Yayınevi)







Merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder