(...) 1914 yılının ağustos ayında İngiltere'de seferberlik ilan edildiği gün ülkesinde adeta bir bayram havası estiğini ve insanların şen şakrak sokaklara döküldüğünü gören Russell tam anlamıyla şoka girer.
Vatandaşları savaşın ne korkunç bir felaket olduğunun farkında değildir. Bu konuda daha fazla çabalaması gerektiğini anlayarak bütün enerjisini bu davaya harcamaya karar verir.
Fikirlerini yaymak için halka açık mekânlarda konferanslar vermeye başlar, devletler arasındaki anlaşmazlığın diplomatik yollardan çözülmesi için çareler önerir.
Gazetelerde makaleler yayımlayarak çatışmanın hamasi milliyetçilikle bağlantılı ekonomik nedenlerini kınar.
Özellikle 1916'da yayımladığı Justice in War Time adlı yapıtında, şovenizmin adeta kör ettiği İngiliz hükümetinin vicdani retçilere yönelik baskısını alenen kınamaktan çekinmez. Bütün bunları yaparken doğru yolda olduğundan bir an bile kuşku duymamıştır:
"Kendimi Birinci Dünya Savaşı sırasında, pasifist eylemlerde bulunduğum dönemdeki kadar coşkulu hissettiğim başka bir dönem olmadı. İlk kez tüm doğamı ilgilendiren bir davaya girişmiştim."
Bu arada Bertnard Russell'ın aristokrat kökenli bir İngiliz aydını olduğunu unutmamalıyız. 18 yaşından itibaren soyluların son derece önemsediği dinden soğuyarak doğup büyüdüğü çevreden ideolojik anlamda uzaklaşmış, ilerici, sosyalist ve sömürgecilik karşıtı tutumlar benimsemişti.
Bu yüzden o dönemde çoğunlukla savaştan yana olan soylular tarafından kastının onuruna ihanet eden yarı deli bir aydın olarak görülmekteydi.
Böylece doğup büyüdüğü çevrelerden dahi destek alamayan Russell, eylemlerinden rahatsız olan yetkililerin uyarılarına da kulak asmadığı için önce 100 bin sterlin para cezasına çarptırılır.
Bu cezayı haksız bulduğu için ödemeyeceğini ilan edince kişisel eşyalarının bir kısmına el koyulur ki bunlara muazzam kütüphanesinin bir bölümü de dahildir.
Sonraki aşamada, Cambridge Üniversitesi'ndeki öğretim üyeliği görevinden kovulur ve sonunda bütün engellemelere karşın Russell'ın eylemlerine devam ettiğini gören hükümet son çareyi onu 6 ay hapis cezasına çarptırarak Brixton Cezaevi'ne atmakta bulur.
Resmi hukukun suspus olduğu yerde, önemli olan etik ve kamu vicdanının sesini herkese duyurmak için her yola başvurmaktır.
İşte bu hümanist fikirleri yüzünden, yıllar sonra bile, 1961'de, 89 yaşındayken tekrar hapis cezasına çarptırılacaktır Russell.
Bu kez de atom bombasına karşı düzenlenen bir eyleme katıldığı için suçlu bulunmuş, para cezasını ödemeyi yine reddetmiş ve 7 gün hapis cezası aldıktan sonra, yaşına hürmeten birkaç saat hapsedildikten sonra serbest bırakılmıştır.
"İnsanlığı hatırla, geri kalanı unut" diyen Bertrand Russell'ı eylemleri ve yapıtlarıyla her zaman insanlığın mutluluğu için çalışmış, kötülüğe çare bulmaya çabalamış bir filozof olarak düşünebiliriz. Doğru bildiği yoldan hiç ayrılmamış, kimsenin buyruğuna girmeden onurlu bir yaşam sürmüş ve geriye dönüp baktığında da pişmanlık duymamıştır.
"İşte benim hayatım da böyle geçti. Yaşamaya değer olduğunu hissettim hep ve böyle bir şans tekrar elime geçse seve seve yeni baştan yaşardım."
(FERDA FİDAN - Cumhuriyet Kitap)
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder