İhtilal
Türkiye tiyatro sanatı kemiyetten uzun ve ağır bir gelişim sürecinden sonra, keyfiyetten bir sıçrama hareketi yapmıştır. Bu sıçrama hareketi 1924 senesinin 20 Kasım gecesi saat dokuz buçukta ilk perdesi açılan İhtilal piyesinin, ilk anında gerçekleşti. İhtilal piyesini sahneleyen Ertuğrul Muhsin bize Türk sahnesinin inkişaf edeceği yeni seyri gösterdi.
Evvelki gece Muhsin çok güzel oynadı. Muvahhit, Galip, Behzat, Vasfi, Hazım, M. Kemal, Atıf, Mahmut, Kınar, Neyyire Neyir, Aznif, Cemile, hepsi, hepsi çok güzel oynadılar. Çünkü sahnede rejisör Ertuğrul Muhsin'in mesleki bilgisi vardı. Binaenaleyh dün gece İhtilal piyesini anlamayanlar, yeni ve hakiki sanat ve sanatkâr kavramını idrak edemeyenlerdir. O birkaç kişi anlamadı; fakat halk anladı. Yazılış itibariyle halkımıza verilen tiyatro terbiyesine taban tabana zıt olan bu piyes eğer dün akşamki yeni ve kudretli mizansen içinde geçmeseydi, halkın onu sonuna kadar dinlemesi kabil olmazdı. Yine o birkaç kişi, piyesin bazı yerlerinde, halkın lüzumsuz yere gülmesini, dekorun, oyunun ve oyuncuların acayipliğine heveslenmelerinin bir neticesi addediyorlardı. Hâlbuki halkın tiyatro zevkini, şuurundaki tiyatro mefhumunu, tiyatro terbiyesini bozan ve ona bazen çocukluklar yaptıran amil, o birkaç kişi gibi sanatkârların halk üzerinde senelerden beri bıraktıkları kötü ve zevksiz tesirdir.
İhtilal piyesini sahneye koyan Ertuğrul Muhsin, Türk sahnesinde bir ihtilal, bir inkılâp yaptı. Muhsin ve arkadaşları, yani Türk sahnesinin inkılâpçıları, her nevi irticaa karşı amansız bir mücadele açmalıdırlar. İstikbal yalnız hakiki sanatın ve hakiki sanatkârlarındır.
***
Türkiye için 20. yüzyılın özelliği, genellikle orta ve küçük adamlarla, sonradan görme ve türedilerin yüzyılı olmasıdır. Halklaşma sürecinin hızlanmasıyla birlikte, toplumsal birikimsizliğin sonucu olarak beklenmedik bir düzey düşüklüğü çıkmıştır ortaya.
Bu düzey düşüklüğünün ezip kemirip yok edemediği ve bir türlü boğuntuya getiremediği büyük çaptaki üç-beş değerden biri de Muhsin Bey'di.
Geçmişinde ne düz yazı, ne de tiyatro geleneği olmayan bir toplumda, akıl almaz bir kuyumcu yontuculuğuyla uğraşa-savaşa, sahne sanatını, ucuz şaklabanlıklardan arıtarak, Türk ortamı içinde evrensel tahtına mıh gibi oturtmayı bilmiyorum nasıl başardı.
Türkiye'nin iki yüz yıldan bu yana tüm didiniş ve çırpınışlarına karşın Şark bataklığının içinden bir türlü kurtulamaması yanında, sanatta gösterdiği çağdaş atılımlar gerçekten şaşırtıcıdır.
Türkiye'den sonra Japonya'ya kadar uzayıp giden Asya toplumlarının hiçbirinde, ne şiir, ne düz yazı, ne tiyatro, ne resim, ne yontu Türkiye'deki kadar gelişmemiştir.
Ne var ki, Türkiye'nin 20. yüzyılında siyasal alana tam bir damping yapan küçük adam furyası, kendi düzey düşüklüğünün karmanyolasında, yaratıcılarla boğaz boğaza gelmişler ve Asya toplumlarına oranla ilginç bir ayrıcalık gösteren Türk sanat dünyasını bozkır vandalizminin pençesi altında ezmeye kalkmışlardır.
Başka bir deyimle Türkiye'nin Şarklı yönü, çağdaş yönünün gırtlağına yapışmıştır. Nice nice altın beyinler, kahırlardan kahırlara itilmişler, rezil, perişan edilmişlerdir.
Muhsin Bey, bütün bu kavurucu Sam fırtınalarına insanüstü bir güçle dayanan, üç-beş mucize adamdan bir olarak gelip geçmiştir yaşadığımız yüzyıldan...
Ben doğduğum zaman, 35 yaşındaymış Muhsin Bey. Çocukluğumda resimlerini görürdüm dergilerde. Ertuğrul Muhsin, sahnelerle perdelerden taşarak en kuytu evlere kadar yayılmış bir efsaneydi. İlk gençliğimde ise aklımdan bile geçmezdi onunla tanışıp dost olacağım. Bazen Tepebaşı'ndaki tiyatrodan çıkarken görürdüm onu. Bir yıldıza bakar gibi, uzaktan hayranlıkla bakardım kendisine...
Sonra nasıl oldu bilmiyorum, Ankara'da gazeteciliğin sonu gelmez eziyetleri içinde, tiyatroyla da uğraşmaya başladım. Yaşım 24-25'ti. Devlet Tiyatrosu Edebi Heyeti oyunu [Trapez] kabul etmiş, bana da bir mektup göndermişti. Ama oyun bir türlü repertuara alınmamıştı. Oyunu sahnede görebilmek için içim içimi yiyordu. Muhsin Bey, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü idi. Arada sırada Genel Müdürlükteki tanıdıklarıma uğruyor, durumu öğrenmeye çalışıyordum.
-"Merak etme, oynayacak, oynayacak!" diyorlardı.
O geliş gidişler arasında tanıştım Muhsin Bey'le. Öyle bir yakınlık gösterdi ki bana, kendimi tiyatroya gazetecilikten çok daha bağlanmış bulmaya başladım. Muhsin Bey, Tiyatro Dergisi için bir yığın çeviri veriyordu bana, o ince kibar sesiyle de:
-"Hemen yap, getir!" diyordu.
Muhsin Bey'i hoşnut etmek için evde sabahlara kadar çalışıyor, en uzun çevirileri yirmi dört saatte bitirip, Muhsin Bey'e sunmaya koşturuyordum. Ama aklım hep Trapez'in ne zaman oynayacağında idi. O ise, hiçbir şey söylemiyordu bu konuda. Mevsimin sonu geliyordu. En sonunda Muhsin Bey'in bizim oyunu oynatmaya karar verdiğini öğrendim. Ama bu konudaki isteksizliğini de seziyordum. Beni kırmamak için bir şey söylemiyor ama aslında kalabalık olmayan başka bir oyun yazmamı bekliyordu!
Ve "Çemberler"i yazdım. Son tabloyu bitirmeden de heyecanla alıp götürdüm piyesi. Oyun yazmak ayrı bir iş, oyunu Muhsin Bey'e okuyabilmek ise çok daha ayrı bir işti. Yorgun olmadığı bir günde, birkaç saatliğine boş zamanını bulmak kolay değildi.
Ama Muhsin Bey, bir yazarın ne olduğunu bilen bir adamdı. Koltuğumun altında Çemberler, güz yaprağı gibi tir tir titrediğimi görünce:
-Haydi, oku bakalım! dedi.
Ve başladım okumaya...
-Hah, işte bu olmuş! dedi. Sonu nerede?
-Evde unutmuşum sonunu, koşup getireyim hemen.
-Git, getir!.
Sonu yazılmamıştı ki. Yıldırım gibi koştum makinenin başına ve o hızla son tabloyu yazıp döndüm Muhsin Bey'in yanına...
Ve yeni sezon, Çemberler'le açıldı. Perdeyi de kuliste eski bir geleneğe uyarak, bizzat Muhsin Bey açmıştı.
(...)
Ehramlara, Süleymaniye'ye benzer, anıtsal bir adamdı Muhsin Bey. Bizim toplumdan böyle bir insanın çıkmış olması hem kıvanç hem umut verirdi içime. Paraya pula önem vermemiş ve Türkiye gibi olumsuz koşulların kanserleştiği bir yerde, yetmiş yıl tiyatroyla uğraşmış, yetmiş yıl tiyatro yaratmıştı.
Tükürüklü cücelerin üstünden kuyruklu bir yıldız gibi ağır ağır geçip gitti Muhsin Bey.
Sanırım kolay kolay bir daha gelmez öylesi.
(ÇETİN ALTAN - Gölgelerin Gölgesi,1981)
Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun!