26 Ocak 2025 Pazar

VAHŞİ ?

 


ABD Başkanı Franklin Pierce, Reis Seattle'a mektubunda, beyaz göçmenler için toprak ister, topraklarının çoğu zaten işgal edilen Kızılderililerin reisi de başkana yine bir mektupla yanıt verir:

(...) Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır. 
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz. Bilmiyorum, bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin kentlerinizin gürültüsü bile Kızılderili'nin gözlerine acı verir. Beyaz adamın kentlerinde sakin yer yoktur. Orada bahar gelince yaprakların açılışını veya böceklerin kanat seslerini dinleyecek yer bulunmaz. Ama bu belki de benim vahşi olduğumdan ve anlamadığımdandır. Çünkü takırtı bizim kulaklarımıza bir hakaret gibi gelir.
Ben Kızılderili'yim. Bunlardan başkasını anlayamam. Belki de bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan eğer ağaçtaki bir kuşun yalnız başına ağlayışını veya su birikintisi etrafında toplanmış tartışan kurbağaların ve doğanın seslerini dinleyemezse, yaşamın ne anlamı ve değeri kalır?
Bir Kızılderili'yim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir su birikintisi üzerine vuran rüzgârın yumuşak sesini, yağmurun temizliğini, çam kokulu rüzgârı her şeye yeğler. Ormanın kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hayvanlar, ağaçlar, insanlar, hepsi aynı nefesi, aynı havayı paylaşır. Hava Kızılderililer için çok kutsaldır. Aldığı nefes, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Beyaz adam, öleli uzun günler olmuş ve kötü kokuyla uyuşmuş gibidir.
(...)
Toprağımızı almak önerinizi düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek, bir koşulumuz olacak: Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak... Kızılderililer sizin yollarınızı, sizin adetlerinizi anlamazlar. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm! Beyaz adamın, geçerken dumanlı demir attan vurup bıraktığı ve ne amaçla öldürdüğünü hâlâ anlayamadığım binlerce bufalo... Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın bufalodan nasıl önemli olabileceğini anlayamıyorum! Ve biz vahşi olduğumuzdan bufaloyu yalnız aç kalmamak için öldürürüz. Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki?
Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır. Eğer bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhu o büyük yalnızlığa dayanamaz ölürdü. Ayakları altındaki toprakları, büyük babalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağın, akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu çocuklarınıza söyleyiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar.
Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.
(...)
Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirme mücadelesinin başlangıcı olacak...

REİS SEATTLE, 1954
Duwamish ve Suquamish Kızılderilerinin Reisi



"Türlerin yok olmasını neden önemseyim ki?"

(Resim: Schloriancartoon)









Merhaba!

19 Ocak 2025 Pazar

ACİL DURUM !

 


ABD Başkanı seçilen Trump, yayılmacı hedeflerini tek konuşmada gösterdi.
Panama ve Grönland tehditlerini sürdürdü, 
Kanada sınırlarını sorguladı, 
Meksika Körfezi'nin adının değişmesini istedi.

ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Florida'da düzenlediği kapsamlı bir basın toplantısında, dış politikanın yanı sıra Amerika ve Ortadoğu'ya olası askeri müdahale konusunda birtakım ipuçları verdi.
Trump'ın en önemli açıklamaları dış politikayla ilgiliydi. Yeni ABD Başkanı, dünya genelindeki ülkeler için sonuçları olacak kapsamlı yayılmacı emellerinden bahsetti. 
Hamas'ın Gazze'de tuttuğu rehineler göreve başlamadan önce serbest bırakılmazsa "cehennemin yeryüzüne ineceğini" vurgulayan Trump, Panama Kanalı, Grönland ve Kanada'nın ABD tarafından kontrol edilmesi arzusunu da yineledi. 

"Askeri veya ekonomik güç kullanmayacağım diyemem"

Trump, muhabirlerle yaptığı görüşmede, Panama Kanalı'nın ve özerk bir Danimarka toprağı olan Grönland'ın kontrolünü ele geçirmek için askeri veya ekonomik güç kullanımını dışlama ihtimalini reddetti. "Bunu taahhüt etmeyeceğim" diyen Trump, önce Atlantik ve Pasifik okyanuslarını birbirine bağlayan ana ticaret yolu olan Panama Kanalı'na değindi: "Bir şeyler yapılması gerekebilir. Panama Kanalı ülkemiz için hayati önem taşıyor."
Panama Kanalı'nı Çin'in ele geçirdiğini iddia eden Trump, kanal hakkında şöyle devam etti: "Panama Kanalı ordumuz için inşa edildi. Bakın, Panama Kanalı ülkemiz için hayati önem taşıyor. Çin tarafından işletiliyor. Çin! Ve Panama Kanalı'nı Panama'ya verdik, Çin'e vermedik."
Trump, hemen ardından Grönland tartışmasına geçerek, "Ulusal güvenlik amaçları için Grönland'a ihtiyacımız var" ifadelerini kullandı. Danimarka'ya karşı ekonomik misilleme tehdidinde bulunan Trump, direnmesi durumunda "Danimarka'ya çok yüksek bir oranda gümrük vergisi uygulayacağını" belirtti. 
Bu arada, Trump'ın konuşması sırasında, oğlu Donald Trump Jr. da, Grönland'ın başkenti Nuuk'a iniş yaptı. Burada, yalnızca turist olarak ziyaret ettiğini iddia etmesine rağmen, "Grönland'ı Tekrar Büyük Yap" şapkaları dağıttı. 
Hem Grönland hem de Danimarka başbakanları, büyük Arktik adasının ABD kontrolüne devredilmesi olasılığını reddediyor.
Panama hükümeti de, Washington'un 1999'da eski ABD Başkanı Jimmy Carter'ın müzakere ettiği bir anlaşmanın ardından kontrolü bırakmasından bu yana olduğu gibi kanalın Panama'da kalacağını savunuyor. 
Trump ayrıca ABD'nin en büyük ticaret ortaklarından biri olan Kanada'ya yönelik niyetleri hakkında da açıklamalarda bulundu. 
Son haftalarda, ABD ile 8 bin 891 kilometrelik bir sınır paylaşan ülkenin ABD'nin 51. eyaleti olması gerektiğini öne süren Trump, dünkü (8 Ocak) basın toplantısında, geleneksel olarak yakın bir müttefik olan Kanada'ya karşı askeri güç kullanmayacağını ifade etti. 
Ancak ülkeye dönük ekonomik güç kullanacağına dair mesajlar da veren Trump, ABD-Kanada sınırına atıfta bulunarak, "Yapay olarak çizilen çizgiden kurtulursunuz ve neye benzediğine bir bakarsınız, ulusal güvenlik için de çok daha iyi olur" dedi.
Önceki gün (6 Ocak) görevinden istifa ettiğini açıklayan Kanada Başbakanı Justin Trudeau, sosyal medyada bu açıklamaya hemen yanıt verdi. Trudeau, "Kanada'nın, Amerika Birleşik Devletleri'nin bir parçası olma ihtimali cehennemde bile yok" diye yazdı. 
Bu arada Trump, düzensiz göçü ve ABD'ye uyuşturucu kaçakçılığını durdurma taleplerini yerine getirmezlerse Meksika ve Kanada'ya "önemli tarifeler" uygulama sözünü yineledi.
Trump, daha önce iki ülkeyi yüzde 25 gümrük vergisi uygulamakla tehdit etmişti.
Trump, bölgesel haritayı değiştirmeye ilişkin bir diğer göndermede de, Meksika Körfezi'nin "Amerika Körfezi" olarak adlandırılması gerektiğini söyledi, "Kulağa hoş geliyor" diye espri yaptı.

(soL Haber)


(Karikatür: BOB ENGLEHART - Caglecartoons.com)


***


ABD'li milyarder Elon Musk, kendisine ait sosyal medya platformu X'te aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi'nin (AfD) başbakan adayı Alice Weidel ile sesli bir canlı sohbet gerçekleştirdi.
Göçmen karşıtı AfD'ye övgüler yağdıran Musk, "Weidel Almanya'yı yönetmek için önde gelen adaydır" ifadelerini kullandı.
Almanya'daki herkesin AfD'yi desteklemesi gerektiğini savunan Musk, "Almanya'yı sadece AfD kurtarabilir. İşin özeti bu. İnsanların gerçekten AfD'nin arkasında durması gerekiyor, aksi takdirde Almanya'da işler çok, çok daha kötüye gidecek" şeklinde konuştu. 
Musk. "Durumdan memnun değilseniz değişim için oy vermelisiniz. Bu yüzden insanlara şiddetle AfD'ye oy vermelerini tavsiye ediyorum" dedi. 

(Cumhuriyet Gazetesi)

***


"Dün" Amerika'da teknolojik gelişmenin başını Henry Ford çekiyordu. Bugün Elon Musk çekiyor. O da Ford gibi faşist hareketleri destekliyor. Bu benzerlik bize bir şey daha söylüyor: Bilimsel teknolojik gelişme kendiliğinden toplumsal ilerlemeye açılmıyor; çoğu kez faşizme, savaşlara açılıyor. Artık esas sorun, üretici güçlerin serbestçe gelişememesi değil, gelişmesi, karmaşıklasması giderek hızlanan üretici güçleri, siyasi ve ahlaki denetim altına almaktır.

Tarih tekerrür ediyor

Almanya'da Nazi partisinin iktidarını desteklemek için yapılan bir toplantıda 1 milyar Mark'tan fazla yardım toplayanlara bakınca karşımıza dönemin bilimsel teknolojik gelişmesinin öncüsü, kimya-ilaç, elektronik, makine imalat, ağır sanayi şirketleri çıkıyor. Aynı yıllarda ABD'de, otomotiv endüstrisinde devrim yaratarak yeni bir birikim rejiminin gelişmesine öncülük eden Ford azılı bir Yahudi düşmanı, bir Nazi hayranıydı; komplo teorilerini yaymak için gazete çıkarıyordu.
Bugün, X'te 200+ milyon takipçisi olan Elon Musk ırkçı faşist komplo teorilerinin yayılmasını kolaylaştırıyor; geçen hafta, "Almanya'yı yalnızca AfD kurtarabilir" dedi; İngiltere'de İşçi Partisi hükümetini, sosyalist olduğunu ileri sürerek şiddetle eleştirdi; Reform adıyla bilinen faşist eğilimli partiye 100 milyon dolar yardım yapacağından söz ediliyor. Musk, ABD seçimlerinde de Trump'ı desteklemişti; şimdi adeta gerçek başkanmış gibi devletin yapısını şekillendirmeye çalışıyor.
Son ABD seçimlerinde Musk'ın yanı sıra, bilgisayar teknolojisi, yapay zekâ geliştiren dev şirketlerin, sosyal medya ve alışveriş platformlarının temsilcileri Trump'a büyük mali destek verdiler. Washington Post tarihinde ilk kez, büyük hissedarı Amazon'un sahibi Bezos'un baskısıyla, tarafsız kaldı. Kimi araştırmalar, Twitter, Facebook algoritmalarının seçmen tercihlerini Trump'tan yana yönlendirmeye çalıştıklarını gösteriyor.
Tarih tekerrür ediyor ama bu kez, Musk'ın Almanya ve İngiltere siyasetini şekillendirmeye çalışmasının da gösterdiği gibi ABD ile sınırlı değil. Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformları küresel ölçekte işliyorlar. Bunların algoritmaları küresel çapta siyasi gelişmeleri etkileme gücüne sahip; hemen her zaman muhafazakâr, hatta Brezilya'da Bolsonaro, Arjantin'de Milei, Fransa'da LePen, Hindistan'da Modi gibi faşist politikacıları destekliyorlar.
Bilimin, üretici güçlerin kapitalizm altında hızlı gelişmesinin, karmaşıklaşmasının getirdiği başka ağır sorunlar da var. 
Bu sorunların başında küresel ısınma ve iklim krizi geliyor. gezegen hızla yaşanmaz hale geliyor ama teknolojik, bilimsel gelişmenin öncüsü dev şirketler, milyarderler ekonomik siyasi güçlerini çözüm üretmek için değil, küresel ısınmayı reddetme eğiliminde olan faşistleri desteklemek için kullanıyorlar. Yapay zekâyı besleyen "veri depolama hangarları", bilgisayarlarını soğutmak için dünyanın tatlı su stoklarını baş döndürücü bir hızla tüketiyorlar. 
Bu teknolojik gelişmeler, kapitalist devleti, oligarşiyi koruyan kitle denetim, gözetim ve manipülasyon araçlarını da güçlendiriyorlar. Böylece demokratik-ekonomik hakları korumak, "süreç olarak faşizme" direnmek giderek daha da zorlaşıyor. 
Bu teknolojik gelişmelerin üzerinde yükselen Amazon gibi alışveriş platformları, sosyal medya alanını işgal eden kişiye özel reklamlarla, kaynakları zaten hızla tükenmekte olan bir gezegende tüketimi daha da hızlandırıyorlar.
Nihayet, demokratik yaşamın, genel seçimler, siyasi partiler gibi kurumlarının metalara, popülist hatta faşist ideolojilerin "gösteri" / "şov" sahnelerine dönüşmesiyle siyasetin estetik bir boyut kazanması, Nazi döneminin görkemli gösterileriyle kıyaslanacak oranda hızlanıyor.
Bu teknolojiler devletlerin, kültür endüstrisinin vatandaşları korkutarak, krizler yaratarak sürekli bir "acil durum" içinde tutarak manipüle etmeyi kolaylaştırıyorlar. Faşizm ilk kez yükselirken benzer kaygıları dile getiren, Walter Benjamin'i anımsarsak: 
"Ezilenlerin geleneği bize içinde yaşadığımız 'acil durumun' istisna değil kural olduğunu öğretir. O zaman gerçek bir 'acil durum' yaratmak bize düşüyor... 'Gerçek acil durum', tarihin kontrolsüz, yıkıcı gidişatına müdahale etmeyi içeriyor."  

(ERGİN YILDIZOĞLU - Cumhuriyet Gazetesi)






Merhaba!

11 Ocak 2025 Cumartesi

KARDELEN

 

Nanik yapan

bir eylül çocuğunun

kurutulmuş çiçekler

ve güvercinlerle dolu

hasretliği bu...

Sanki gülmenin resmi

kış ortasında bahar yani

kardelen çiçeği...

(ÖNER YAĞCI)




Cezaevindeyim, düşünceler açılıp saçılamıyordu kitaplarda, yazılarda. 12 Eylül'ün fırtınası sürüyordu dehşetiyle. İsyancı baharlar gibi çıkan Düşün dergisinin Aralık 1984 sayısında Onat Kutlar'ın "Kardelenler" adlı bir yazısı çıktı: 

"Kardelenler, o kadar güzel, diri ve narindirler ki insan ağlayabilir... Güzelliklerin geçici oluşuna kızarlar ve zulmün kalıcılığına. Bu yüzden padişah ve Tanrı'ya başkaldırırlar..."

Bu yazısının benim için çok anlamı var. O günlerde Çanakkale Cezaevi'nde yazmakta olduğum ilk romanıma Kardelen adını oradan aldım. Kardelen'in Akademi Kitabevi Ödülü almasında onun da oyu vardı. Sonra karşılaştık, tanıştık, söyleştik Onat Kutlar'la. "Size ithaf etmek istiyorum" dediğimde, "Hayır" dedi, "Mapustaki canları mektuplarıyla sıcaklayan tüm dostlara, sevgiyle, demişsin sen. Ben de o dostlardan biri değil miyim zaten!"
Öyleydi, gerçek, esinleyen bir sanatçıydı o. 1989'da çıkardığı deneme kitabı Yeter ki Kararmasın'ın girişinde şunları yazmıştı: 
"Bu mektuplar aslında sanadır sevgili arkadaşım.
Adını bile bilmediğim sana.
Öylesine yakından ve derinden tanıyoruz ki birbirimizi,
öylesine ortak bir umut ve bilinçle paylaşıyoruz ki yeryüzünü,
yaşama öylesine inanıyoruz ki,
adını bilmesem ne çıkar?"

Karanlıkla kuşatılmış yaşamımızda yazdıklarıyla duyarsızlıkları incelikli uyarılarıyla duyarlılığa dönüştürmeye çabalarken akan kanlar durdurulsun, ülkemizi ortaçağ karanlıklarına sürüklemek isteyenlere karşı baharı savunanlar yaşamı sahiplensin istiyordu. 
Aydınlığın inadını güçlendiren, acıları sevinçlere dönüştürmeye çabalayan, insanı sorgulamaya yönelten yazılarıyla var oluyor, sesini çığlığa dönüştürüyordu.
Tadına doyum olmayan bir dil ustalığıyla dünü bugüne, bugünü yarına bağlıyordu. Barbarlığın nereye varacağını, kendi canını da sırada olduğunu ama aydınlığın, baharın mutlaka geleceğini de biliyordu:

"Biz ekin adamlarıyız... Gerçeği görür ve söyleriz. Sözün kılıcı kendi boynumuzu kesse de. Kördüğümü bir 'can' sözüyle hallederiz... Şimdi kış. Pek yaprak görünmüyor dallarda. Ama hep biliyoruz. Bahar mutlaka gelecek. Hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini... Tarihi düzeltmek elimizde değil. Ama hiç olmazsa geleceğin de kurban edilmesine razı olmayalım. Ne dersin?"

(ÖNER YAĞCI - Cumhuriyet Kitap)





Merhaba!
 

8 Ocak 2025 Çarşamba

SERSERİLER

 

"Ülkemizde sanata, sanatçıya hiçbir zaman saygı duyulmamıştır. Hoş; son yıllarda durumda kimi değişiklikler baş gösterdi, ama bambaşka nedenlerden dolayı... Sanat geçici, gençleri baştan çıkarıcı ve aylaklığa sürükleyici bir edim, boş bir etkinlik sayılmıştır. Sanatçıya gelince; toplumun gözünde sanatçı, düpedüz serseridir. Bu, ta kaçgöç dönemlerinden günümüze hep böyledir. Aydın geçinen katmanlar, yerli sanatçıyı enikonu horladıklarından, halk kesimi de, sanatsal gereksinimlerini pek ucuz yollardan kapatır: hafif müzik, best seller listelerinde yer alan kötünün kötüsü çeviri romanlar, televizyon ve ev hanımları için elişinakış. Halk kesiminin yerli sanatla ilgilenmemesi, aydın geçinen kişileri neredeyse sevindirir. Bunu, ikide birde sanatımızın halktan kopukluğuna bağlarlar." 


Arkadaşlarım 'Ressam Turan' diye dalga geçerlerdi benimle o zamanlardan...

Arkadaşlarım? Hayır, pek arkadaşım yoktu. Hiç arkadaşım yoktu. Yalnız bir insandım ve melankoliye için için vurgundum. Akademi'den çıkınca vapur iskelesine kadar tek başıma yürür -karşı yakada oturuyordum- vapura binmeden önce, iskelenin bitişiğindeki küçük balıkçı kahvesinde bir süre mutlaka otururdum. Önümüzdeki deniz -hele güney yelinde- silme ak köpük kesilir, martılar yabanıl çığlıklarla bu ak köpüklere dalıp çıkarak balık avlarlardı, martılarla birlikte karabataklar. Ben günün derin gözüken, gerçekte pek boş, pek sığ sanat ve resim tartışmalarından kurtulduğumdan sevinçli, kendi düşlerime dalardım.
Başlangıçta Avrupa'ya, özellikle İtalya'ya, Floransa'ya gidip, bir burs bularak, bir süre resim ve heykel başyapıtlarını yakından incelemeyi düşlüyordum. Tabiî Paris ve Sarah Bernhardt afişleri de benim art nouveau tutkumu doyuracaktı...
Daha öğrenciliğimin üçüncü yılında bütün bu Avrupa düşleri, hatta art nouveau çağrışımlı resimler çizmek, boyamak bana bomboş gözüktü. Sanatçılık, bence biraz da şiirli yaşamayı göze alabilmektir ve her toplumun kendi özgül koşullarından kaynaklanan genel bir şiiri vardır. 
(...)
İskele bitişiğindeki kahvede resim yaptığımı bilirlerdi. Zaman zaman oradakilerin portrelerini karakalem taslaklarla defterime çizmiştim. Kahvecinin ben yaştaki çırağı, kaynağını asla çözemediğim bir sanat ve sanatçı saygısıyla -arkadaşlarımın 'Ressam Turan' diye gülüşmelerinden ne kadar farklıydı bu- beni önemser, göz göre göre çayın taze demlisini ilk bana getirirdi. Resmi ona hediye ettim.

(SELİM İLERİ / Yaşarken ve Ölürken - Altın Kitaplar Yayınevi, 1981)  


***


"Kahveci olmayı çok isterdim.
 Hem gene de istiyorum. 
Şöyle deniz kenarında sessiz bir kahvem olsun,
 oraya kim bilir ne çeşitli insanlar gelip gidecek, 
ben onları tanıyacak seveceğim." 


Ölümünden az zaman önce bir konuşmada böyle demiş Sait Faik. Kahveci olmak, deniz kıyısında bir kahve işletmek. Bir soruşturmada da vapurlarda bilet kesen bir memur olmak istediğini söylemişti. Öykücü Sait Faik'in özlemleriydi bunlar: Kahvecilik ve vapurlarda bilet memurluğu... Böyle işlerde bir sürecik olsun bulunsaydı, kim bilir ne zengin öykü konuları bulurdu! Ama kahvecilik, bilet memurluğu yapmadan da o zengin, çeşitli insan malzemesini işledi durdu. Bütün kahveler, bütün vapurlar onundu. Tek bir vapurda gidip geleceğine, tek bir kahvede akşamlara kadar oturacağına, bütün vapurlarda, bütün kahvelerde gezdi, dolaştı, insan tanıdı, konularını yaşadı.
Sait Faik, bir bakıma, "Yaşama"nın başka bir adıdır. Yaşamaya en çok bağlı bir kişi, bugün yok, yaşamıyor. Yıllardır yaşam dışı. Sizce yaşamak nedir? diye soranlara şöyle karşılık vermişti: "Balık tutmak, kahvede oturmak. Yanımda çok sevdiğim köpeğim, insan tanımak, Beyoğlu'nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, arada içmek, hikâye yazmak, velhasıl hiçbir şeye bağlanmadan avare gezmek bütün gün. İşte ben böyle bir hayattan zevk alırım, buna yaşamak derim." Bu satırlar Sait Faik'in gerçek kişiliğini çizmeye yetiyor. Bütün gün avare gezen adam, hiçbir şeye bağlanmayan adam, kahvede oturan, balık tutan, köpeğiyle dolaşan bir adam. Böylesine serseri derler toplum düzeninde. Ama bu serseri ölmez şeyler söylüyorsa, kalıcı şeyler çiziktiriyorsa, ona başka ad verilir, büyük sanatçı denir ona.
(...)
Sait Faik'in, kahve açmak, vapurlarda bilet toplamak gibi işlerde hayatını kazanmak isteği bir fantezi olmaktan ileri gidebilir miydi? Gidemezdi, o her gerçek yaratıcı gibi, bütün insanların, bütün işlerin, bütün yaşamların serüvenini duymak, yaşamak, duyurmak, yaşatmak zorundaydı. Belirli bir yaşam süresi içinde gördüğü, bildiği, anladığı, duyduğu anlamları, duyguları, düşleri bizlere, gelecek kuşaklara, insanlığa bırakmak onun göreviydi. Zaman zaman kırılsa da, bezse de, bıksa da bu görevi yerine getirecek, ölmez bildirilerini küçük öyküler halinde beyaz kâğıtlar üstüne dökecekti:
"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."

(OKTAY AKBAL - Konumuz Edebiyat, 1968)  






(Yolunuz aydınlık olsun sevgili SELİM İLERİ)

5 Ocak 2025 Pazar

BERFE

 

Gitsem bulur muyum

görsem hatırlar mıyım

ev ekmeği kokan ikindileri

ilkel bir resim gibi dolaşan at arabasını?



1965 yılının bahar aylarıdır. Altunizade'de tiyatrocular ile şair ve yazarlar çift kale maç yapmaktadırlar. Kimler yoktur ki takımlarda: Memet Fuat, Haldun Taner, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, Adnan Özyalçıner, Murat Belge, Erdal Öz, Orhan Kemal, Turgut Uyar, Hikmet Süreyya Kanıpak...
Yenilen takım yenen takıma Salacak'taki Arabın Yeri'nde yemek ısmarlayacaktır.
Hikmet Süreyya Kanıpak'ın babası Acıbadem'de bir Anadolu lisesinde öğretmendir. Yakında emekli olacaktır.
O sırada H. Süreyya Kanıpak'ın "Yön" dergisinde bir şiiri çıkar. Öğrencileri "Bu şair sizin neyiniz oluyor?" diye sorunca Süreyya'nın babası şiiri okuduktan sonra "Böyle biri yok bizim ailede" diyecektir. 
Ve Süreyya, babasına bir şey söylemeden soyadını değiştirmeye karar verir.
Yine Altunizade'deki bir maç sonrası toplanılır. Süreyya kararını açıklar. Herkes bir soyadı önerir. Ülkü Tamer "Şenşiir" der, Cemal Süreya "Berfe"...
Berfe'de karar kılınır.
"Berf" Kürtçede "kar" demektir. Berfe de karlı dağlarda, güneş doğmadan, şafak sökmeden önceki ilk, hafif ışık anlamına gelmektedir. 
Süreyya bu soyadını kullanacaktır ama Cemal Süreya, Ahmed Arif'ten izin alınması gerektiğini söyler. Çünkü Ahmed Arif bir gün evlenip de oğlu olursa, adını Berfe koyacaktır.
Süreyya Ahmed Arif'i arar, durumu anlatır, "Senin yüzünü kara çıkarmam, namussuzluk, ahlaksızlık, deyyusluk, sululuk, yalakalık etmem" der. Ahmed Arif'in yanıtı da "Al ulan, tepe tepe kullan, senin olsun" olacaktır.

(REFİK DURBAŞ - BİRGün Gazetesi, 2016)


Nereye bakıyorsun
İşte yaralı insanların fotoğrafları
İşte yangından çıkarılan çocuk cesetleri
Bu, savaşmış bir atlının sakat kalan ayağı
Bu kesik kol, önemsiz bir iş kazası.

Kime bakıyorsun
İşte bacağından alınan üç parça kemik
İşte bombardımandan sonraki yaralılar
Bu, sınırı geçemeyenin aldığı yara
Bu yarım adam, küçük bir işkence hatası.


Berfe'nin ölümünün ardından (9. 1. 2024) PEN Yazarlar Derneği bir mesaj yayımladı:

"Uzatmak istemezdi, uzun şiirden en kısasına geldi, şairlerin yanlarından tabiatın kırlarına çekildi. Kimi sözcükleri de yanına aldı, onlarla yeniden aşık, yeniden genç, yeniden bilge ve hep yeniden şiir oldu. "Yavaş Yavaş Bilemiyorum" yalnızca son kitabının adı değildi, tüm yaşamını, şiirini bu dizeye, bu duyguya sığdırmasını bildi. Huysuz ve tatlıydı, çünkü yüzüne karşı söylesek kızıp homurdanacağı şeyi, şimdi söyleyebiliriz, büyük şairdi. Yıldızlar, ovalar, sular, gökler, dağlar, mevsimler, kırlar, yeryüzü hem yoldaşı hem şahidi olsun, devridaim olsun. Süreyya Berfe tabiata karıştı."


Sümerlerden bu yana şiir yazılıyormuş

Bakıyorum dünyanın haline

Yazılmasa da olurmuş.








Merhaba!