25 Mayıs 2020 Pazartesi

GÜNDÜZ DÜŞLERİ




"Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun? dedi. Öleceğini bildiği halde yaşadığını unutmuştu."


GABRIEL GARCIA MARQUEZ



***



Aramak her sabah,
kırıntıları bulmaya çalışmak
bir gün daha yaşamayı sağlayacak.
Bilmek uyandığında
bu yasal çölde
hiçbir hakkın olmadığını.
Tecrübe etmek yıllar yılı
hiçbir şeyin iyiye gitmediğini
yalnız kötülediğini.
Ezikliğini duymak
neredeyse hiçbir şeyi değiştirememenin
ve sarılmak bu 'neredeyse'ye
hep başka bir çıkmaza götüren.
Dinlemek binlerce vaadi
senin ve sevdiklerinin yanından
dönmemecesine geçip giden.
Görmek bombalarla unufak edilmeye
direnenlerin sunduğu örneği.
Hissetmek katledilen yakınlarının ağırlığını,
bir ağırlık ki örter
masumiyeti sonsuza dek
öyle çok ki ölüler...


JOHN BERGER
(Kıymetini Bil Herşeyin - Çeviri: BERİL EYÜBOĞLU)



***



   Kapitalizm şişirilmiş bir Sodom'dur, büyük bir ahlaksızlıktır. Tanrı olsanız, yıkmamak için içinde bir gerekçe arasanız bulamazsınız.
   Kapitalizmin ruh hali bu, kazdığı kuyuya düşen herkes hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamalı, sürekli beslemeli hırslarını, kesintisiz tüketmeli. Halbuki yaşama olduğu gibi ölüme de hazır değil bu düzen. Ölüm yaşam kadar doğal bir insanlık hali, yaşamın anlamının saklı kutusu, insanın manevi yanının sebeb-i hikmeti. Kötü yaşadıysan iyi ölmen mümkün değildir yani.
   Ölülere ağlayanlar kendisine ağlamaktadır, denildiği gibi. Gidende değil sorun, geride kalanda çünkü. Çürümüş bir düzenin kokusu sindi üzerimize, silemiyoruz, oturup ağlıyoruz halimize. Oysa ölüm eşitler hepimizi; hayat karşısında dinlerden, inançlardan, duruşlardan, sınıflardan, cinsiyetlerden azat eder. Doğduğumuz gibi, çırılçıplak başka bir gerçeğimizle yüzleşmeye çağırır bizi. 
   Demek çürüyünce çok ölüyoruz. Öyleyse çürümüşlüğün ortasında yeni bir hayat yeşertme görevimiz var.

"öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
göreceksiniz nasıl
güller güller güller dolusu
nasıl gül kokacağız birlikte
amansız, acımasız kokacağız
dayanılmaz kokacağız nefes nefese"

   Çürümüş olanı yeşertmek mümkün değildir. Yani yine yanacak Sodom, yıkılacak yıkılması kaçınılmaz olan. Öyleyse Edip Cansever'in vahyettiği gibi, hayata sımsıkı sarılarak karşılayacağız kaçınılmaz olanı. Bir gül daha ekeceğiz balkondaki saksıya. Ve uğurlayacağız ölülerimizi arkalarından ağlamadan. Hep birlikte yeni bir hayatı karşılayacağız sonra...
   Yalnızlığınızı süpürün öyleyse, sessizliğinizi yırtıp atın. Gözlerinizle, ellerinizle birleşin. Atın üzerinizdeki ölü toprağını. Açın bütün kapılarınızı, kimsesiz odalarınızı gül kokularına... Aslolan hayattır çünkü...


ORHAN GÖKDEMİR
(soL Haber)



***



   Şimdi bütün mesele çöken kapitalizmin üstümüze yıkılmasını önlemek, enkazın altında kalmamak için yapılması gerekenleri gözden geçirmektir. Gerçekten yıkıntının altında kalmak istemiyorsa insanlar, üretici olanlarla yani işçilerle buluşmanın yollarını aramaları gerekecek. Çünkü şimdi iş, bakmayın siz şu "her şey değişti işçi mişçi kalmadı, Marx'mı eskidi o çoktan" diyen sahtekârlara, şu uzun tarih boyunca hayatın temelinin hala üretim olduğunu anlatmak, uzatmaları oynayan, ayakları titreyen bencil Varyemez Amca'ya dersini vermek.
   Zor olacak biliyoruz, çünkü o ukala zengin ve "If I Were a Rich Man" diyen umutsuz şarkıcı, banknotların, tahvillerin, altın rezevrlerinin, petrol kuyularının silahlı bekçileriyle birlikte nefessiz kaldılar. Bu nedenle satın alınabilecek ağzı laf yapan, diploması ısmarlama tüm "entelektüelleri" göreve çağırdılar; "Marx tamam ama onun da zamanı geçti canım" diyen çarıklı profesörlere açık çek veriyorlar; "hadi çabuk zaman kalmadı, icat et yeni bir şey, Friedman gibi, hiç değilse 20-30 yıl bizi idare edecek bir şey bul, Nobel garanti, elini çabuk tut yalnız" diyorlar telaş içinde.
   Haklılar, kriz büyüdü, toplumsal bunalıma dönüştü, işte o her zaman korktukları ama bugüne kadar zincirlemeyi hep başardıkları insanlar tüm dünyada sokağa çıkmaya başladılar; bir başka alemin gezicileri bunlar; gazla, copla, plastik ya da gerçek mermiyle durdurulabilir mi acaba diye hayal kurduğunuz insanlar. Ya şu dans ederek gelen kadınlar. Ne tuhaf bu halk dedikleri kalabalık; asıyorsun, zindana tıkıyorsun, stadyuma dolduruyor, inatla şarkı söyleyen şarkıcılarının parmaklarını kırıyorsun yine de geliyorlar. Hiç tükenmez mi bunlar?
   Ukala bir yeni yetme, daha dünkü çocuk, "ne çabuk unuttun ihtiyar" diye sesleniyor sana, elinde kırmızı bir bayrak, yürüyor, dans ediyor, "bunamışsın sen" diyor, "ne çabuk unuttun, Promete'nin torunları değil mi bu gelenler!"


GÜRAY ÖZ
(BirGün Gazetesi)



***



   "Bulutlar dağılıyor! Güneş çıkıyor! Karanlıktan aydınlığa çıkıyoruz! Yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. İnsanların nefretten ve gaddarlıktan arındığı yepyeni bir dünyaya yaklaşıyoruz... İnsan ruhu kanatlandı ve uçmaya başladı artık. Gökkuşağına doğru uçuyor, umut ışığına doğru uçuyor. Başını kaldırıp bir bak... Bir bak!"


CHARLIE CHAPLIN
(Büyük Diktatör)



***



   Umudun filozofu Ernst Bloch'un Umut İlkesi adlı yapıtının önsözündeki anlatımıyla, korku ve yılgınlık, "umut etmeyi öğrenmek"le aşılabilir. Çünkü umut "başarısızlığa değil başarıya vurgundur." Umut etmek "korkmanın üzerindedir"; çünkü umut etmek etkendir ve hiçbir şey onu tutamaz. Umut etme duygusu, "özünden dışarı çıkar" ve insanı "daraltmak yerine genişletir."
   İnsan tarihi boyunca hep "daha iyi olanı, daha iyi bir yaşamı" arar ve bunların düşünü görür. İnsanların yaşamı, "gündüz düşleri" ile örülüdür ve bu düşlerin önemli bir bölümü, "heyecanlandırır; kötüyle yetinmeyi önler" ve bu heyecanlandırıcı gündüz düşlerinin özünde "umut", "umut etmek" vardır ve "umut etmek" öğrenilebilir. Umut içeren bu öz, aldatılamaz, kötüye kullanılamaz.


 ONUR BİLGE KULA
(Cumhuriyet Kitap)








Merhaba!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder