5 Mayıs 2019 Pazar

TOPLUM İÇİN, TOPLUMCU GERÇEKÇİ SANAT




Ne dediğini bilen bir yazar için, sınıflar dışında bir edebiyat yoktur.


ORHAN KEMAL


   Orhan Kemal'in yaşamı ile eserleri arasında derin bir bağ vardır. Orhan Kemal ancak orta üçe kadar okumuştur. Yaşama önce fabrikalarda atılır, sonra okuma bilinci kazanır, en son yazmaya yönelir. Onu okumayla tanıştıran da fabrikada tanıdığı bilinçli işçilerdir: "20 yaşındaydım... Kafam bir türlü çözemediğim sorunlarla yara olmuştu... Sanki yere basmıyor, havada boşluktaydım. Ve bir gün, bir kahve köşesinde tanıdığım işçi dostum İsmail Usta... Sonra kitaplar... Birçoğu İsmail Usta'nın hediye ettiği kitaplar... Serseriler, Stepte, Istratsi Mordasti, La Dam O Kamelya, Madam Bovary, Jerminal, Benim Üniversitelerim, Kroyçer Sonat, Umumi Tarih, Fransız İnkılâbı Tarihi..." Orhan Kemal o yıllarda, okuduğu Gorki ve Istrati gibi toplumcu gerçekçiliğin büyük yazarlarının kaderini paylaşıp bu topraklarda kendi romanlarının da anlam kazanacağını kuşkusuz bilemezdi ama 1940 yılında Bursa Cezaevi'nde birlikte kaldığı Nâzım Hikmet sayesinde yeni bir dünya açılır önünde. O yıllarda romantik, süslü, ölçülü şiirlerle uğraşan Orhan Kemal'i hikaye ve romana yönlendiren Nâzım Hikmet'tir.


NÂZIM HİKMET & ORHAN KEMAL


   Orhan Kemal işçi sınıfının içinden gelmiş, işçi mahallelerinde yaşamış ve onları gözlemleme şansına sahip olmuştur. Önce basımevine işçi olarak girer. Görevi, kâğıt kesme makinesinde kol çevirmektir. Milli Mensucat Fabrikası'nda kâtiplik yapar. Sonra imalat ambarı memuru olur: "Adana'da Milli Mensucat Fabrikası'nda uzun yıllar küçük memurluk, kâtiplik yaptım... Gurbete çıkan, Adana'ya inen köylülerle tanıştım... Çırçır işçileri... Pamuk işçileri... Onların mektuplarını yazdım... Onların dilekçelerini yazdım..." diyen Orhan Kemal, bütün bu toplam içinde sanat anlayışını biçimlendirmiş, kendi sınıfının romanını yazmıştır.
   Bugün Orhan Kemal romancılığını besleyen işçi mahalleleri yoktur kuşkusuz ancak yüksek binalar arasına sıkışmış yeni bir tür işçi figürü belirmemiş midir? İşçi ölümlerinin büyük rakamlara ulaştığı madenlerde yüzlercesini kaybettiğimiz bu insanlar roman sayfalarında neden görünmüyor? Şehirler başka formlara evrilmekteyken bunun toplumun katmanlarına hiçbir yansıması yok mudur? Bütün bu trajediler yaşanırken gerçekçilik neden kendini yenileyemiyor? Bugünün modern yenilikçi edebiyatının Orhan Kemal gerçekçiliğiyle büyük bir savaşı var. Bugün iç dünyaların, kişisel hezeyanların anlatısı Orhan Kemal gerçekçiliğinin üzerine toprak atarken, içinde bulunduğumuz çağın anlatısının Orhan Kemal'in sanat anlayışından neler alabileceği önümüzde duran bir sorundur. Orhan Kemal'in eserlerindeki gerçekçilik bu soruyu bugün bize sordurabildiği için dahi çok değerli ve anlamlıdır. (DAMLA YAZICI - Aydınlık Gazetesi)









   İnsan doğa ilişkisi, insan toplum ilişkisi siyasanın kendisidir. Ekonomik çabaların, yaşam çabasının adı siyasadır. Bu nedenle hiçbir şey siyasadan soyut değildir genel anlamda. Gündelik siyasal çalkantıların izi de düşer ama onları yazar, genel siyasanın, insanın kendiyle, toplumla, doğayla verdiği savaşımın bir parçası olarak ele alır.
   Olaylara bakarken sözcüklerin insanda yarattığı kavramsal izler, düşünceler gerçeğin peşindeki yazarın ışığıdır. Çünkü gerçek kişide vicdan yaratır. Edebiyat vicdan yaratmak için vardır. Bugün toplumumuzdaki kadın, çocuk cinayetlerinin, onlara yapılan saldırıların temelinde vicdan eksikliği yatıyor. 
   Biz bunu eğitime bağlıyoruz ama okuma yazma edimiyle yani diplomayla bu cinayetleri engelleyemiyoruz. Eğitim edebiyatla, sanatla kişiyi vicdan sahibi yapar. Bu nedenle sözcüklerin bize kazandıracağı gerçeklik aynı zamanda vicdanın kapısını açar. Sözcüklerin vicdanı insanın vicdanını yaratır.

  
HİDAYET KARAKUŞ
(Söyleşi: GAMZE AKDEMİR - Cumhuriyet Kitap)









   İnsan, insanı ezmekte, sömürmekte, karanlıklara hapsetmekteyken sanat inat eder. Çünkü sanat, yaşamın ve insanın güzelleşmesini ister. Aydınlık-karanlık savaşımında sanat, aydınlığın yanındadır, aydınlıktır...
   Bugün sanatı insansız bir kanala çeken, sürükleyen zorba ve bağnaz karanlık, "yeni bir düzen" sunuyor. "Yeni yaşam biçimi" diyor adına. Önerilen, egemen kılınmak istenen yaşam biçimi; insanın kendine hapsedildiği, piyangolara, kazıkazanlara, loto-totolara, sosyal yardımlara bel bağladığı bir çirkinlikle geliyor karabasan gibi. Borsaya, reklama, vitrinlere, süse, medyaya, stadyuma, paraya, "parası olan yaşasın"a tutsak etmek istiyor insanı.  
   Sanat, insansızlığa sürükleyen bu yaşama biçimine karşı çıkıyor, karanlıklaştırılan yaşamı, insanlığın götürüldüğü yeni düzeni, sanatın aydınlık onuruyla reddediyor. Öfkenin ve vicdanın çığlığı da olan sanata yakışan, insandan ve aydınlıktan yana olmaktır, insansızlığa hayır demektir.


ÖNER YAĞCI
(Cumhuriyet Gazetesi)










Sanat balık gibidir, toplumsal suyun içinde yaşar, toplumsal olmayan ne bir düşünce, ne bir dize vardır.  


SADRİ ERTEM












Merhaba!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder