12 Mayıs 2019 Pazar

"NEDEN"




    Öyle kahırlıdır ki Anadolu... Çaresiz kalmıştır, gücü bitmiştir. Ne Kybele'sinden bir umudu kalmıştır ne Hektor'undan. Ne Şamanlar derman olabilmektedir derdine ne Gök Tanrı... Ne Selçuklu ne Osmanlı adam yerine koymuştur onu. Hep yağmalamışlar, talan etmişler, aç ve çıplak bırakmışlardır. (ÖNER YAĞCI - Büyük Oğul Efsanesi Tonguç'un Romanı)









   Köy Enstitüleri yalnızca köy öğretmeni yetiştirmemiştir. Çünkü Köy Enstitüleri aynı zamanda çok yönlü bir insan yetiştirme projesidir. Ta o dönemde köyden gelen kız ve erkek çocukları öğretmen olarak yetiştirilip tekrardan kendi köylerine veya çevre köylere gönderiliyorlardı. Öncelikle öğretmenler bu bölgenin öğretmenleri oldukları için çevreye uyum sorunu yaşamıyorlardı ve köylüyle çatışmıyorlardı. Ayrıca bu gençler sadece öğretmen değillerdi. Tarım ve inşaattan da anlayan bu öğretmenler enstitü binalarını yapıyor, tarlalara, hayvanlara bakıyorlardı. Adeta yerinden bir köy kalkınması yapacak tüm donanımlara sahiptiler. Bu kadar mı? Hepsi en üst düzeyde hümanist değerlerle donatılıyor, sağlam bir edebiyat, sanat, müzik eğitiminden geçiyorlardı. Köyden kalkınma sağlandığı için hem köyler aydınlanıyordu hem de köyden kente göç engellenmiş oluyordu. Böylece köy-kent ayrımı ortadan kaldırılıyordu. (ŞAHİN AYBEK - Cumhuriyet Gazetesi)








   Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün geldiği durumu hangi alanlardaki değişim, dönüşüm ve çözülme yarattı?
   Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinde, "Tam Bağımsızlık" ve "Ulusal Egemenlik" vardır. 
  Tam Bağımsızlık, siyasi ve ekonomik bağımsızlıktır. Ulusal Egemenlik ise insanın yurttaşlık bilinci ve niteliğini kazanması ve bir Ulus toplum olarak ülke yönetiminde söz karar sahibi olması ile sağlanabilir. İzmir'in işgalden kurtarılmasının ardından, zaferi kazandık diye kutlamaya gelenlere Mustafa Kemal'in verdiği yanıt sorunuzun da yanıtıdır; "Asıl savaşımız şimdi iki cephede başlıyor: 1- Cehalete karşı, 2- Sefalete karşı."
  Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün iki temel sorunu vardır: 1- Cehalet, 2- Sefalet. Cumhuriyet Devrimi bu iki temel sorun karşısında, Türkiye'ye özgü "toplu eğitim" ve "toplu kalkınma" politikalarını uyguladı. Planlı sanayileşme ve karma ekonomi politikası ile de kalkınmayı hedefledi.
   Ne yazık ki, Cumhuriyet Devrimi yine bu iki alanda kırılmış ve Devrim süreci durdurulmuştur. Kırılmanın temelinde, Cumhuriyetin ekonomisi ve eğitimi ile köye girmesinin engellenmesi vardır. Topraksız köylüye toprak dağıtımının engellenmesi ve Köy Enstitülerinin kapatılması bu sürecin başlangıcıdır. Bilime dayalı laik eğitimden uzaklaşmak da ikinci adımdır.
   Sonuçta bugün, ortalama ilkokul 7. sınıf seviyesindeki eğitim yapımızla, 3,5 milyona yakın "okumaz yazmazımız"la aklı ile değil duygularıyla yaşayan bir toplum olduk. Kapitalizmin raporlarla başlayan, yardımlarla süren yönlendirmesi ile Cumhuriyetin tüm birikimi olan fabrikalarımızı, tesislerimizi sattık, sanayi üretiminden koptuk ve bugün işşizliğin ve yoksulluğun sefaleti içinde yardımlarla yaşayan bir tüketim toplumu olduk. (M. TEVFİK KIZGINKAYA, Söyleşi: GAMZE AKDEMİR - Cumhuriyet Kitap) 








   Türkiye'de, 1960'lı yıllarda nüfusun % 70'i kır, % 30'u kent olan dağılımı bugün hemen tersine döndü.
 Tarım emekçisi aileler onlar için hiçbir planlama veya devlet desteği olmaksızın, nerede emek güçlerini satabileceklerse, tam anlamıyla bir üretim anarşisi içinde kentlere sürüklendiler. Devlet kentlerin kenarında bir mülkü işgal etmelerine ve yoksulluk içinde yaşamalarına izin verdi, çünkü imalat sermayesinin işçi yığınlarına gereksinimi vardı. 
   Kabul edilebilir ölçülerin dışında dev kentler oluştu.
   Neden?
  Çünkü sanayiye yatırım yapan sermaye sınıfı, ülkenin eşitlik içinde kalkınmasını değil, sadece kendi çıkarını düşünüyordu. Sermayenin "en ucuz emek gücüne, en kolay pazara nasıl ulaşırım" dan başka kaygısı yoktu. 
  Öte yandan kapitalizmin yapısal krizi ile son kırk yıldır sanayiden gelen kâr oranları azalmaya başladı. Kentin kendisi bu azalan kâr oranlarını telafi etmenin başlıca aracına dönüştü.
   Köylerden kentlere sürüklenen emekçi yığınları bu sefer kentin yapısına da şekil veren bir tüketime sürüklendiler. Bir yanda aşırı üretim, bir yanda giderek hizmet sektöründe güvencesizliğe itilen yığınların deli gibi tüketmesi için kent yeniden düzenlendi. Mali sermaye, belediyeler, ticaret ve imalat sermayesi arasında yeni bir işbirliği ve döngü tanımlandı.
  Kentlere mümkün olduğu kadar çok otomobilin sığması ve mümkünse durmadan hareket etmesi için yeni bir planlama (!) yapıldı. Üst ve alt geçitler, otobanlar, tek yönlü yollar... Çocukluğumda çift kale maç yaptığımız sokak, bugün her dışarı çıkışımızda içi timsahlarla dolu bir akarsuya, bizse timsahlara yem olmamak için büyük bir tedirginlikle karşıya geçmeye çalışan hayvan sürülerine döndük. Daha çok araba sığsın diye apartman önlerindeki ağaçlar kesildi, arabalar çıksın diye kaldırımlara verilen açılar yüzünden yaya yolunda bile yürüyemez hale geldik. (ERHAN NALÇACI - soL Haber)











Karikatür: BEHİÇ AK











Merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder