"Yaşamın her anı ayrı güzellikteydi.
Onun en küçük bir parçasını bile pişmanlıklarla berbat etmeden,
büyük bir içtenlikle ve doyasıya yaşamalıydı insan."
ERHAN BENER
(Gece Gelen Ölüm)
***
Montaigne, "Yaşantınız nerede biterse orada tamam olmuştur. Yaşamın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır. Öyle uzun yaşamışlar vardır ki pek az yaşamışlardır. Şunu anlamakta geç kalmayın, doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, sizin iradenize bağlıdır" demiş.
Unutulmaz bir ilke bu: Yaşamın değeri uzun yaşanmasında değil iyi yaşanmasında. Burada "iyi" rahat, zengin yaşamak anlamında değildir. Yararlı, olumlu yaşamak anlamındadır. Yeryüzü üstünde belirli bir süre içinde yaşayıp geçiyoruz. Kırk yıl, altmış yıl, bilemedin yüz yıl. Nedir bunca yıl? Günler, yıllar nedir? Kendi kendimizi aldatışımızın ölçüleri. Gün demişiz, yıl demişiz. Oysa evrenin büyüklüğü içinde ha bir yıl, ha yüz yıl, nasıl olsa hepsi geçip gidiyor, bir gün hiç yaşamamışız gibi geliyor. "Yaşantınız nerede biterse orada tamam olmuştur" sözü hepsini özetleyivermiş.
Mayıs ayında ölümden söz açmak garip biraz. Doğa gençleşiyor bu ayda. Ağaçlara bakın, otlara bakın, insanlara bakın. Bir diriliş, bir uyanış. Mayıs ayı sevi ayı. Mayıs ayı mutluluk ayı.
(...)
Bir Mayıs günü Ataç bakın "Günce"sine neler yazmış: "Yaşamak. Gerçek olan tek zenginliğimiz bizim, sevince, acıya, sevgiye de ancak onunla eriyoruz, onu yitirmedikçe umuda, her türlü umutlara hakkımız var demektir. Hiç olmazsa hayaller kurarız... Yaşamak... Siz ki, insan olsun, eşya olsun bütün gördüklerinizi iyi kötü diye, güzel çirkin diye ayırmaya kalkıyorsunuz, görmüyor musunuz? Anlamıyor musunuz? Yaşamaktan başka bir şey yoktur dünyada, yaşayan, yaşamış olan her insan, her şey iyidir, güzeldir."
NURULLAH ATAÇ
Mayıs ayı şairlere, yazarlara, sanatçılara esinler getiren bir zaman parçası. Ataç da, Sait Faik de yaşamayı severlerdi. Esendal da, Hisar da... Yaratan kişi, yaşamayı sevmez mi hiç? Sait, "Çeşm-i bülbüller gibi yaşıyorsun" demişti. Yaşamak sevinciydi duyulan her öyküsünde. Ama 1952'nin 16 Mayıs'ı Esendal'ı, 1954'ün 11 Mayıs'ı Sait Faik'i, 1957'nin 17 Mayıs'ı Nurullah Ataç'ı, 1963'ün 3 Mayıs'ı da Hisar'ı yaşamdan koparıp aldı. Acımadan, bir an duraklamadan!
(...)
Hisar'ın ölümünden sonra duydum. Haziran ayı içinde kiracı olarak oturduğu kattan çıkartılacakmış! Ev sahibi ile öyle anlaşmış. Hisar gibi yaşlı, titiz bir insan için yıllardır oturduğu bir evden çıkmak ne kadar güç, ne kadar dertli bir iş! Şöyle diyormuş: "Haziran'a kadar ölsem, ne iyi olur." İşte mayıs ayı yitiklerinden birinin son günleri. Bırakılmış bir köşede, neredeyse unutulmuş, hasta bir yazar. Kalıcı yapıtlar yazmış, yarınlarımıza sunmuş. Ama unutmuşuz, bir yanda terk etmişiz. Kimsesiz, yalnız ev taşımak derdiyle ölümü özlemiş o da. Hisar'ın bu sözleri çok dokundu bana. Anlamlı göründü. Toplumumuzda sanatın, sanatçının yerini göstermesi bakımından...
ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR
Mayıs ayı yitiklerini teker teker gözümün önüne getiriyorum. Esendal'la bir defa görüşmüştüm. Anılarını dinlemiştim. Anılar diyorum ya, bunlar ya yazılmış ya da yazılacak Esendal öyküleriydi. Sultan Hamit çağına ait anı-öykülerdi. Bir yıl geçmeden Esendal öldü. Hep birlikte cenaze törenindeydik. Yağmurlu bir mayıs günüydü. Ne çok yağmur yağmıştı o gün! Mezarlıktaki tören bir an önce bitsin diye beklemiştik. Sonra gene böyle bir yağmurlu mayıs günü Sait Faik'i mezarına götürdük. Çamur içindeydi her yer. Ataç da birkaç yıl sonra çekti gitti. Baharı o kadar seven Ataç'ın mayıs ortasında dünyayı bırakıp girmesi anlamlı değil mi?
(...)
Meyva nasıl çekirdeğini içinde taşırsa, biz de kendi ölümümüzü öyle içimizde taşırız. Mayısmış, nisanmış, hepsi boş. Gerçek, ölüme karşı koyan kalıcı yapıtlar bırakmak, gerçekten ölmemek. Ataç'lar, Sait'ler, Hisar'lar, Esendal'lar gibi olabilmek...
(OKTAY AKBAL - Konumuz Edebiyat, 1968)
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder