3 Temmuz 2022 Pazar

UMUT NEREDE?


Umutsuzluğa kapılmaktan korkup kaçma. Üstüne yürü, geç onu. Karanlığı aşınca umudun ışığını göreceksin.

(ANDRE GIDE)


***


  (...) Sanılır ki mutluluklar, gülümsemeler, sevinçler, heyecanlar... Hayatta ne varsa yüz güldüren, varlığa / varsıllığa bağlıdır. Böyle düşünenlere bombaların susmadığı bir kentte ya da bir deprem sonrası yıkıntılar arasında koşup oynayan çocuklar verir asıl yanıtı hem de kırıp dökmeden hem de yüzlere bile vurmadan.

 Çöplerden toparladıklarını ekmeğe dönüştürme telaşındaki insanın sevinci, hayatı katlanılır kılma inadı sokak lambalarından daha çok aydınlatır umutların köşebaşlarında yittiğini sandığımız sokakları... (Y. BEKİR YURDAKUL)


***


Evet, insana yaraşan da bu. Umuttan umut kesmemek...

(FERİDUN ANDAÇ)



***



 Suat Hayri Ürgüplü'nün babası Mustafa Hayri Ürgüplü, savcı yardımcılığı, Şûrayıdevlet Danıştay) Başkanlığı, Niğde Milletvekilliği, şeyhülislamlık ve bakanlık yapmış bir Osmanlı aydını olmasına karşın Bekir Ağa Bölüğü'nde Fethi Okyar gibi özgürlük yanlılarıyla tutuklu kalır, sonrasında Malta'ya sürülür. Maaşı ödenmez ve ailenin ekonomik durumu bozulur. Okulun taksitleri birikir.
  Milli Mücadele dönemidir. Öğrenci Suat Hayri, bir gün Galatasaray Lisesi'nin bahçesinde arkadaşlarıyla dolaşırken müdür yardımcısı "318 Suat Efendi" diye onu çağırır. Bekleme odasında babasının bir arkadaşının beklediğini söyler. Gider, babasının arkadaşı ona çeşitli sorular sorarak, gerçekten oğlu olup olmadığını anlar ve cebinden çıkardığı bir torbayı onun cebine sokar: "Mustafa Kemal'in gönderdiği bu paralarla biriken taksitlerinizi ödeyin" der. Torbadaki altınları nerede nasıl bozduracağını anlatır.
  Suat Hayri Ürgüplü, aradan yıllar geçtikten sonra kendisine bu altınları getireni TBMM albümündeki fotoğraflardan tanır. Bu, Mustafa Kemal'in yakınında olan Karesi (Balıkesir) Milletvekili olan Vehbi Hoca'dır.
  Mustafa Kemal'in Milli Mücadele yıllarında bile mücadeleyi destekleyenlerin aile sorunlarını çözen bu büyük ilgisi ve duyarlılığı nasıl unutulur? Öte yandan Mustafa Kemal'in böyle bir desteğini kazanmaksa, büyük bir onurdur!
  Suat Hayri Ürgüplü de Galatasaray Lisesi'ni, hukuk fakültesini bitirir. Öğrencilik, çalışma ve siyaset yaşamında hep çalışkan güvenilir biri olur. Çevirmen, yargıç, büyükelçi, bakan ve başbakan kimliğiyle kendi damgasını vurur. Mustafa Kemal'in okuttuğu bir başbakandır! (HİKMET ALTINKAYNAK - Cumhuriyet Gazetesi)  


*** 


  Muazzez Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne öğrenci alınacağı ilanını görmemişti. Babası duymuştu, haber verdi. Muazzez bu sırada 21 yaşında, yeni mezun bir öğretmen olarak Eskişehir'de bir ilkokulda öğretmenliğe başlamıştı. Küçük aylığı ile eve yardım ediyordu. Gidip fakülteye kaydolursa eve yardım edemeyecek, üstelik babasına yük olacaktı. Bir süre bocaladı. Arkadaşı Hatice de "gidelim" diye zorluyordu. Babası "Bu Atatürk'ün kurduğu yeni bir okul, git kızım" deyince razı oldu. Eşyasını küçük bir denk yapıp Hatice ile Ankara'ya geldi. Dengini istasyona bıraktı. Kayıt için geç kalmış olmaktan korkuyorlardı. Okul Ocakta açılmıştı. Şimdi Şubatın 15'iydi.
   Milletvekili seçilmiş olan Fakihe Öymen Öğretmen Okulunda öğretmenleriydi. Telaş içinde Fakihe Öymen'i buldular. Fakihe Hanım okula telefon etti, fakülte öğrenci almaya devam ediyordu. 


















  "Gidin kaydınızı yaptırın!"
  Fakülteye koştular. Görevli, "Hangi şubeyi istiyorsunuz?" diye sordu. Muazzez "Fransızca" dedi. Aklına başka bir yer gelmemişti. 
  "Orası dolu. Ben size hocası yeni gelen bir bölüm tavsiye edeyim."
  "Buyrun."
  "Hititoloji. Yanında Sümeroloji ile Arkeoloji derslerini de alacaksınız. Tamam mı?"
  Bu sözcükleri ilk kez duyuyor, ne olduğunu hiç bilmiyorlardı. Ama ikisi birden atılıp "Tamam" dediler. Amaç yükseköğrenim yapmaktı. Kaydoldular. Yüzleri güldü. Duruşlarına bir çalım geldi. Artık bir fakülte öğrencisiydiler. 
  Samanpazarı'nda çok odalı bir evin alt katında çıplak bir oda buldular. Camı gazete kâğıdı ile kapatıp yataklarını serdiler. Mevsim kış, aylardan Şubat. Sobayok, ocak yok, su yok, elektrik yok, eşya yok, üzerinde çalışılacak eski bir masa bile yok. Yakın bir aşçı dükkânından tek kişilik yemek alıp paylaşacaklardı. Tutumlu yaşamak zorundaydılar. Donmamak için yatağın içinde çalışacaklardı.
 Hocaları Alman Landsberger'di, yardımcısı Güterbock. Hoca dersi Almanca anlatıyordu. Çevirmen Türkçeye çeviriyor, öğrenciler not tutuyorlardı. Hepsi üç-beş öğrenci. Kaytarmak imkânı yoktu. Hoca bir gün önce anlattığını ertesi gün istiyor. Sıkı çalışmak şart. Ama geçim için para da gerek. Muazzez bir yandan da iş aramaya başladı.
  Sabahları fakülteye ısınmak için koşa koşa gidiyorlardı. Fakülte hamam gibi sıcaktı. Küçük bir çay ocağı vardı. Çayla içleri de ısınıyordu. Hiçbir sorunu büyütmeden, üşüyünce ağlamadan, aç kalınca sızlanmadan, ışık yok diye hayata küsmeden, masasız çalışılır mı diye isyan etmeden okumaya kararlıydılar. Yatılı olma hakkını kazanınca rahatlayacaklardı. Devlet yatılı öğrencilere çok iyi bakıyordu.* 
  Muazzez ünlü bir Sümerolog olacak, Türkiye onu Muazzez İlmiye Çığ olarak tanıyacaktı. (TURGUT ÖZAKMAN - Cumhuriyet Türk Mucizesi / Bilgi Yayınevi) 

  *Muazzez İlmiye Çığ yatılı olmayı şöyle anlatıyor: "O fena odadan sonra bize yatakhane cennet gibi göründü. İki tane yatak, kar gibi kolalı çarşaflar, emrimize ait iki beyaz dolap. Eğer cennet varsa, o işte burasıydı... Yatılı olduktan sonra çalışmama gerek kalmadı. Öyle bir yatılıyız ki bir elimiz yağda bir elimiz balda. Hep turfanda yemek yerdik. Günde altı tür yemek. Giyimimizi veriyorlar. Harika bir öğrencilik geçirdik." (M. İlmiye Çığ Kitabı, Çivi Çiviyi Söker, Söyleşi: SERHAT ÖZTÜRK)  


***



ZEYNEP ORAL & MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ


  Yaş gününü kutlamak için aramıştım. Telefonu "Canım benim sana uzun ömürler diliyorum" diye açtı. Sesi cıvıl cıvıldı. Benimkinden çok daha genç ve dinamikti. En son 2019 yılının kasım ayında buluşmuştuk. Mersin'de Kongre ve Sergi Sarayı'nda sahneyi iki ulu çınarla; biri 106, biri 91 yaşındaki iki ulu çınarla Muazzez İlmiye Çığ ve ressam, hattat Etem Çalışkan'la paylaşmıştım. Harf devrimini, Cumhuriyet devrimlerini, Atatürk sevdasını konuşmuştuk. Muazzez Hanım konuşurken sık sık ellerimi yakalıyordu. Ve hiç unutmuyorum ellerim kuş oluyor, su oluyor, ateş oluyor, bir elim Sümer ve Hitit'e; bir elim Atatürk'ün harf devrimine uzanıyordu... (ZEYNEP ORAL - Cumhuriyet Gazetesi)





Umut nerede?   
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder