2 Ocak 2022 Pazar

YAZAR HALLERİ

 



   Çocukluğumun bir bölümünde dediler ki, "Amcaları, teyzeleri bakın, Fatin artık harfleri tanıyor." İşte böyle başladı harfler ile yoldaşlığım. Arkadaşlarımın bazıları kumda çakıl taşlarından evler yapmaya başladılar, derken büyüyüp müteahhit oldular. Ben harflerden düş kayıkları inşa etmeyi seçtim. Elimdeki harflerden sözcüklerin sığınacağı mendirekler ve limanlar inşa etmeye başladım. Sonra o sözcüklerden yarattığım hikâyeler için bir kitap inşa etmek istedim. Bir kez daha görüldü ki benden müteahhit olmaz! Kitaba en olmayacak yerden, balkon yapmaktan başlamıştım çünkü. Balkon yaparken de "L" harfini düşürmüştüm. Bu kitabım bir "düş kazası" yani!
   Balkondan Düşen L'yi yazarken masamın üstü bir hafriyat... pardon... harfiyat alanı gibiydi. Ama bu inşaat imece usulü yapılacaktı. Rıfat Ilgaz çakıl ve kum işini hallederken, Sabahattin Ali kamyonuyla taşıdı onları. Van Gogh vagon vagon çimento getirdi. Marangozluğu Ahmet Zeki Kocamemi üstlendi. Boya badana işlerini Bedri Rahmi yaptı! Edip Cansever meyvesiz, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal yemeksiz bırakmadılar. (FATİN HAZİNEDAR - Söyleşi: AKGÜN AKOVA - Cumhuriyet Kitap) 


***


   Elizabeth dönemi Londra'sında pek araba yoktu. Bir yerden bir yere gitmek için genellikle ata binilirdi. Tiyatroya gidenler de atlarını kapıda bir bakıcıya emanet ederler, oyun sonunda yine ondan alırlardı.
    En girgin, en güvenilir bakıcı, henüz çocuk yaşta sayılacak Will Shakespeare'di.
   Will, daha sonraları oyun yazarı ve oyuncu olarak gireceği tiyatronun kapısında kendisine bırakılan atları tutar, temsil sonunda sahiplerine teslim edip bahşişini alırdı.
   Zamanla ünü yayıldı; yayıldıkça da atların sayısı arttı. Will, başka çocukları gündelik vererek kendisine bağladı. Shakespeare'in Çocukları örgütünü kurdu.
   Tiyatro topluluğuna katılınca bu işi bıraktı. Ama kapıda atları bekleyen bakıcılar yıllarca Shakespeare'in Çocukları olarak nitelendirildi. (ÜLKÜ TAMER - Aydınlık Kitap) 




   ... okur, çevirmenin karda yürüyüp izini belli etmemesini ister. Karda yürüyüp de iz bırakmamak olası mı, bunun olanaksız olduğunu okur da bal gibi bilir elbette ama yine de çevirmenin izlerini gizlemesini, izlerin görünmemesini ister.
  Can Yücel'in çevirilerinden belki de bazı okurlar bu yüzden rahatsız olmuştur. Ben herkese, Shakespeare'in (genelde "Olmak ya da olmamak" diye çevrilen) "To be or not to be" dizesinin "Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?" biçimindeki Can Yücel çevirisinden daha kusursuz bir çevirisi olabilir mi diye sorardım, sorduğum kişiler, boyun büker susardı. "İyi ama" ... derlerdi. (ÜLKER İNCE - Cumhuriyet Kitap) 


***




   1914 yılında Litvanya'da doğan Roman Kacew, İtalya ve Polonya'da yaşadıktan sonra Fransa'ya yerleşir ve Romain Gary adını alır. İkinci Dünya Savaşı'nda savaş pilotluğu, sonrasında büyükelçilik yapar. Bu tarihten sonra yazmaya başlar. Polonya'da Bir Kuş Var adlı ilk romanının yayımlanmasının ardından 1956 yılında yayımlanan Cennetin Kökleri adlı romanıyla Goncourt ödülünü kazanır ve edebi üretimine devam eder. Ancak bir süre sonra Gary, takma bir isimle yeniden karşımıza çıkar. O artık Emile Ajar'dır ve yazmayı sürdürür. Gary, Emile Ajar kimliğini gizlemede öyle başarılı olur ki, 1980 yılında intihar ettiğinde geride bıraktığı mektuba kadar kimse bu gerçeği öğrenemez. Bilinen Emile Ajar'ın Romain Gary'nin yeğeni olduğudur. Bu yüzden de her yazara bir defa verilen Goncourt ödülünü ikinci defa kazanan tek yazardır Gary. (İLKE KAMAR - BirGün Kitap)


***




   Brüksel'den çok ilginç bir davet alır Halikarnas Balıkçısı, "Dünya Şairler Kongresi"ne çağrılmaktadır. "Her iki Türk'ten üçü şairdir ama ben değilim" demesine karşın ısrarla beklediklerini söylerler. Dünyanın dört bir yanından şairlerin katıldığı kongreye Balıkçı da gider. 75 yaşındadır. "Kesin beni yanlışlıkla çağırdıkları ortaya çıkıp geri gönderecekler" diye beklerken salonda bir takdim duyulur: "İlk olarak Türkiye'nin önemli şairlerinden Halikarnas Balıkçısı'nı çağırıyorum. Bildiğiniz gibi her şair için konuşma süresi 10 dakikadır." İçinden "Hapı yuttuk, rezil olacağız" diye geçirir Balıkçı; alkışlar eşliğinde mikrofonun başına gelip, aklına gelen ilk cümleyi söyleyiverir: "Tarih üç büyük şair yazmıştır: Homeros bir, Dante iki!" Susar. Salondan "Peki üçüncü?" diye sorular gelir, "Ben nereden bileyim, herkesin üçüncü şairi başka, belki de kendisidir!" yanıtını verince salonda inanılmaz bir etkileşim olur, alkış başlar. Balıkçı'nın cesareti yerine gelir, Sappho'dan girip Ahmet Yesevi'den çıkar, bir Anakreon'dan bir Yunus'tan bir Nâzım'dan şiirler okur. O sırada kongre başkanı söze girmek zorunda kalır: "Değerli şairler, şu ana dek elime ulaşan beş yazıda, bunları gönderen şairler kendi haklarından vazgeçtiklerini, bu sürenin de Balıkçı'ya verilmesini istiyor. Kabul edenler, etmeyenler?" Oylama yapılır, Balıkçı kürsüden bir saat sonra iner. (DEVRİM DEVECİOĞLU - Oksijen Gazetesi)





Merhaba!
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder