23 Ocak 2022 Pazar

NASIL YAPMALI?

 

 "Yaşamımı düşündüm o zaman: Yanlış yapmamaya karar verdikçe yanlışlar yapan bir çizgide ilerliyordum. Durup düşünmeliydim, ağırbaşlı olmalı, yaşamın bana verdiklerinden mutluluk çıkarmalıydım. Fallara, yıldızların yaşamımızı etkilediğine, rastlantıların gücüne inanmak işimi kolaylaştırıyordu. 

  (...)

  Oğlanın geleceği her şeyin önüne geçti. Bu nedenle Saffet Devrim, gölgemizden bile korktuğumuz için devrimle ve devrimcilikle ilgili hiçbir şey işitmeden büyüdü. On bir yaşına geldiğinde, primary hobby'si yüzme olan, Amerikan tarzı spor ayakkabılardan hoşlanan bir kolej öğrencisi olarak pek şirindi ama kapıcının kızıyla oynamayı reddediyordu.

  Olumsuzun gücü niye bu kadar büyük?

 Oysa kızın Rânâ hem sosyalizm hem feminizm biliyormuş, şaştım, halbuki gençliğinde bunlarla hiç de ilgili görünmezdin. Seni hep ağacın kokusunu ciğerlerine çeken, dağa bakıp sevinçle haykıran biri olarak anımsıyorum. Bundan mı? Ben kara kara içimi izlerken, senin uçuçböceğini eline alıp üflemenden mi çıkıyor bu kadar fark?" 

 (GÜRSEL KORAT - Ay Şarkısı / Yapı Kredi Yayınları)  


***


  (...) Astroloji nedir ya? Gazetelerde ilk astroloji köşeleri 1930'da İngiltere'de büyük buhrana karşı uydurulan bir yalandı. Sakince aklımızı başımıza toplayıp içinde yaşadığımız düzende esir olduğumuzun farkına varmamız gerekiyor, özgür değiliz. Özgür olabilmemiz için içinde olduğumuz toplumsal düzenden kurtulmamız gerekiyor. Liberalizmin en büyük kazığı. Hiçbir özgürlük onu diyalektik olarak tanımlayan zorunluluklardan bağımsız olamaz. Özgürlük istiyorlar ama zorunlulukları istemiyorlar. Özgürlük istiyorsak özgürlüğü kazanmak için zorunluluklara katlanmak zorundayız.

   (...)

  Birey ve toplum bir diyalektik bütündür. Toplum bireyin içinde büyüyeceği koşulları yaratır, birey o koşullarla mücadele ederek büyür ve toplumu bir sonraki kuşağa taşır.




"TOPLUM ÇÜRÜYOR"

  Tarih tekerrür etmez ama kendisini çok acımasız bir biçimde dayatır. Eğitimli emekçiler Batı'ya göçüp kendilerini kurtardıklarını zannediyorlar. Bugün bunu yapabiliyor olduklarıyla ilgilidir. Yakın gelecekte bu da imkansız hale gelecek. O çürüme kendisini ilk defa da değil çok ağır bir şekilde dayatacak. 1873'ten II. Dünya Savaşı'na kadar olan tarihi okuyun. Aynen bugünkü gibi. Eğitimli insanlar hurafelerle uğraşıyorlardı. Büyücülük, falcılık... 19. yüzyılın son çeyreği böyleydi. Muazzam bir felaket ve buna verilen yanıtla son buldu. Ekim Devrimi'dir bu. Emekçi insanların kendisine karşı işlenen suçlara verdiği yanıtlardan daha büyüktü. Toplum çürüyor. Kesinlikle çok büyük felaketlere yol açacak. Yaşananlar şaka gibi kalacak. İnsanlık çok büyük cevaplar verecek. Bu cevapları vermeye hazırlıklı olup olmamakla ilgili. Kumdan kalelerin nasıl yıkıldığını görecekler. Bu felaket Afganistan'a geldiğinde Berlin'e uğramayacak mı zannediyorlar? 

  (NEVZAT EVRİM ÖNAL - Söyleşi: EDA KÖPRÜ YILMAYAN / www.gazetepencere.com)


***


  (...) Veba'da her şey ölü farelerin görülmesiyle başlar. Camus, doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ülke olan Cezayir'in Oran kentini seçmiştir. Fare ölümleriyle kendini gösteren vebaya başlangıçta inanmak kimsenin işine gelmediği için teşhis konulamaz, teşhisten sonra ise şehir karantinaya alınır. 

  Romanın başkahramanı, "Ben sadece insan olmaya çalışıyorum" diyen ateist, nihilist doktor Bernard Rieux'dür. Söz konusu salgın olunca elbette başkahraman doktor olmalıydı ama diğer kahramanlar da boşuna seçilmiş değildir.

  Devleti temsil eden vali, kamuoyunu telaşlandırmamak için ilk etapta salgını ciddiye alıp "veba" adını koymak istemez.

  Kiliseyi temsil eden Rahip Paneloux, kötülükleri cezalandırmak için hastalığın Tanrı'dan geldiğine inanır, ta ki gözlerinin önünde bir çocuğun vebadan çırpınarak ölmesine kadar. İnancı sarsılan rahip, "Ölünceye kadar çocukların işkenceden geçtiği bu dünyayı sevmeyi reddedeceğim" diyecektir.

  Basını temsil eden Raymond Rambert habercilik yapmak için geldiği Oran şehrinde kapılar kapatılınca mahsur kalır; sevgilisine kavuşmak için önceleri veba salgınına duyarsız davranıp şehirden kaçmak ister; ancak vicdanı rahat bırakmaz: "Tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan vardır" diyerek dostlarıyla kalmaya ve veba ile savaşmaya karar verir.  

  (...)

  Görüldüğü gibi veba karşısındaki tutumlarıyla devletin önemli kurumları karşımızdadır. Camus bu kahramanları bir araya getirerek salgın sürecinde kiliseyi, yargıyı, basını-özelde aşkı, düşünceleri, hayatı tartıştırır ve sorgulatır...

  Veba'da, "Sanat, bana göre kişisel bir zevk ürünü değil de insanların sahip olduğu ortak acıların ve zevklerin ayrıcalıklı bir tasvirini sunarak onların duygularına hitap etme biçimidir" görüşünü ilmek ilmek işleyen Camus, bireysel çıkışsızlıklardan kurtulmanın sevgiden, dostluktan, birlikte ortak amaç için çalışmaktan geçtiğini vurgular. Zaten sevgisiz bir dünya, ölü bir dünya değil midir?

VEBA SADECE VEBA DEĞİLDİR!

  Camus, romanının başına otururken gelmiş geçmiş tüm veba salgınlarını incelemiştir ve ortaya koymuştur ki "Veba" sadece veba değildir. Veba, İkinci Dünya Savaşı'nın Nazileridir. Veba, Fransa'nın Cezayir'i işgalidir. Veba, hissizleşen insandır. Veba, kırmızı cüppeleriyle kızıl baykuşa dönüşen yargıçlardır. Veba, dünyadaki kötülüğün kaynağı olan cahilliktir... 

  "Bir kenti tanımanın en bilindik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini nasıl sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır" demiş Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Albert Camus...

  (NURBANU KABLAN - Cumhuriyet Kitap)





Merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder