2 Ekim 2021 Cumartesi

GÜNEYDOĞU BİR MASAL

                                                                                                                                                                                                   

Öyle bir yere varmış ki yolumuz;

Siirt'le Beytüşşebap arası.

Bıçak açmıyor ağzımızı.

Dağlar tekin değil

Köyler yakın değil

Su mudur, rüzgâr mıdır akan,

Belirsiz aşağıdan

Kanlı bir hançer gibi çıkıyor ay.

Vay benim vay halime vay!

Sanki "dur!" diyecek bir yerden birisi

Ya bu kurt sesi, ya bu kuş sesi!..

CEMAL KIRCA



BOTAN VADİSİ
(Fotoğraf: NİHAT KAYMAZ)


   Diyarbakır'da, bir öğle sonu, daracık eski sokakların arasından geçerek şimdi (1970 yılı-k.n.) Trahom Hastanesi olarak kullanılan binayı görmeye gittim. Cahit Sıtkı bu evde doğmuş ve genç yaşta burada uzun zaman hasta yatmıştı. Amacım, aynı zamanda bir "köklü aile" evi görmekti. 

   Pirinçcizadeler soyundan gelen Cahit Sıtkı'nın evi, insanı derhal saran bir mistik güzellik içindeydi. Kocaman bir iç avlu, havuz, ağaçlar ve çiçekler, dört tarafı kuşatan odalar, merdivenler, teraslar ve nakışlar.. Yakıcı kavurucu Diyarbakır öğlesinden kaçıp da bu iç avludaki serinliğe varış, bir mutluluk duygusu veriyordu insana.

  Cahit Sıtkı Tarancı, Camiikebir Mahallesi'ndeki kalın ve yüksek duvarlarla çevrili evin serin odasında şöyle duygulanırdı:

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.


Memleket isterim  

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.


Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.


Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.



   Güneydoğu'da dolaşırken, insanın aklına, Güneydoğulu bu ünlü şairin istediği memleket geliyor. Nerede dal yeşili, nerede ürünü olgunlaşmış tarlalar, nerede kuşlar ve çiçekler, nerede zenginle fakir eşitliği, nerede sen-ben kavgasızlığı, nerede yaşamak sevinci ve nerede öleceğim, bu güzel hayattan ayrılacağım korkusu!
   Ölsem de kurtulsam diye inkisar ediyor kendine Güneydoğulu, bunaldığı zaman, yani her zaman.
   Oysa nasıl da yaşamağa, yaşatılmağa lâyık insanlar!
   (...)
 Zaten Güneydoğu bir masal, gerçek değil. Gerçeğin zamanla ilişkisi vardır, oysa zamanın dışında yaşıyor Güneydoğu. Süryani meslektaşımız Mar-Yeşua, bundan 1500 yıl önce ne yazmışsa dert olarak, hepsi kalmış başımızda. Mar-Yeşua, Güneydoğu'da açlıktan hasta düşenleri, ölenleri, göç edenleri, şehirlere akın edip dilenen ve sokakta ölenleri yazıyor. 
  Şimdi Diyarbakır'da, Urfa'da, Siirt'te, Mardin'de 1500 yıl öncesinin trajik manzaraları görülmüyor ama, köylere gittiğiniz zaman, etrafınızı alan köylüler:
  "Açız, susuzuz, perişanız!" diye, eski Yunan trajedyalarındaki korolar gibi haykırıyorlar.
  İnsanların hali, evler, köyler de ispatlıyor bu sözleri.
  Güneydoğu, zamanı yaşamıyor altı bin yıldan beri.
  Şehirlerdeki değişmelere aldanmayın siz.
 Köyleri ve köylüleri değiştirmedikçe, tarihin kuyusundan yaşadığımız asra çıkmış sayılmayız. (SADUN TANJU - Kutsal İnekler)







Merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder