17 Ağustos 2025 Pazar

"UYAR"LAR

 


Tarabya'da karada değil, denizde yaşanır. Denize hiç bakılmasa, sandal sefasına çıkılmasa da denizde, denizin içinde otağ kurulur.
Tomris Uyar o günlerini şöyle anlatacaktır:
- Günün her saatinde denizdeydik. Rum, Ermeni demez, bütün Tarabyalı delikanlılarla arkadaşlık ederdik. Garip bir ulussuzluğu çekip çekiştirirdik denizde. Kadınlık, erkeklik gündemde değildi. Hesapsız, kitapsız bir içtenlik içinde geçerdi yaşamımız. Canımız mı sıkıldı, cop denize. Üstümüzdeki uyuşukluğu mu atmak istiyoruz, cop denize. Gece erkenden yatmak işimize gelmiyor mu, cop denize. Mayolar üstümüzden hiç mi hiç çıkmazdı. Kıyıda bile hep mayolarla ve yalınayak dolaşırdık.
(...)
Tomris, buradaki evde çocukluğunu gerilerde bıraktıktan sonra tam 13 yıl (1955-1968) oturmuştur. 1968 yazını da yine burada, kocası Turgut Uyar'la geçirmiştir. Daha sonra da sanatçı karı-koca kendilerini Büyükdere'ye transfer etmişlerdir. Orada da beş yıl yaşarlar ki Turgut bütün yaşamı boyunca denizle pek haşır-neşir olmadığını o vakit çakmıştır. Turgut, orada ilk günlerde Boğaz'ın ne menem şey olduğunu da pek çıkaramamıştır. Kendisine soracak olursanız, sonradan da çıkaramamıştır ya... Bu yüzden bir gün karısına:
- Yahu, Boğaz'a gidip bir yemek yiyelim!
diyerek onu şapalaklıktan şapalaklığa sürüklemiştir.


Ey gözüm ışığı Boğaz insanları, zamanla Turgut da Büyükdere'nin yerlisi sayılmaya başlar. Satıcılar Tomris'in Büyükdere'ciliğinden ötürü -yazarımız ne kadar Tarabya'dan ise o kadar da Büyükdere'dendir- onu enişteleri bellemişlerdir. Dahası, soğan-salata üzerine iş tutmuş bir bezirgân, Turgut ne zaman bir kıvırcık alsa, yanına bedavadan bir maydanoz iki demet soğan sokuşturmayı alışkanlık haline getirmiştir. Hazır olun, Turgut'un bir sözü daha geliyor:
- Büyükdere'de balıktan çok soğan-salata ve de radika satılır.


Turgut'un Büyükdere'ye alışmışlığı biraz da meyhaneler yüzü suyunadır. Ama kendi kafasına uygun harabat'ı nasıl bulsun? İlkin Piyasa Caddesi'ni tarar. Vay utanmazlar, orada böyle bir şey yoktur. Yalılar, dalyan, kilise vardır ama meyhane nanay mı nanay.
Bir vakit gelir, Çayırbaşı'na doğru yürümeyi akıl eder. Belediye tersanesinin karşısında küçük, karanlık bir dükkân. Tahtadan bir evin alt katı. Üstünde de şu yazı:

TERSANE

İÇKİLİ LOKANTA

ENVER KORHAN

Tam karşıda da burnunu caddeye bindirmiş bir gemi iskeleti. Kızağa yeni konmuş. Daha doğrusu, omurgası konmuş da kaburgaları çatılıyor. 
Turgut meyhaneye dalsın mı, dalmasın mı?
İlkin çekinir. Bir geçer önünden. Sonra bir daha geçer. Niyeti, mezeye yüz vermeden iki tek parlatmaktır. Ama meyhaneci bu mezesiz içki amatörünü ne yapsın? Alış-veriş dolabı bozulur mu, bozulmaz mı? Adaaam, iki adımda Turgut, Tersane'nin içindedir:
- Bir duble votka.
Eh, bundan sonraki sözü Turgut'a bırakalım ki meyhaneci onu nasıl karşıladı ve Turgut oradaki akşamcılara nasıl laf ve güzaf vurdu, araya kimse girmeden öğrenelim:
- Önce yadırgadılar elbet. Üç-beş gün sonra alıştık birbirlerimize. Zaten gedikli müşteriler altıyı, yediyi geçmiyordu. Sonraki günlerde anlattıklarına göre ilkin polis sanmışlar beni, nerem benziyorsa. Daha daha Bahriye'den yeni ayrılmış bir subay ya da astsubay demişler. Evet, Şoför Mehmet Bey'i -en saygı toplayan müşteri oydu-, yine şoför Tevfik'i, Belediye Müfettişi Cevat Bey'i, yetmiş beşlik balıkçı, midyeci, bostancı, her şakaya şakadan kızıp içkicileri hoşnut eden Andon'u orada tanıdım. Bunlar, daha da var ya, doğma büyüme Boğazlı'ydılar. Hırçın ama hoşgörülü idiler. Hemen hemen topu da geçmiş özlemi içinde idi. İçlerinde, Aero Espresso'nun Büyükdere'ye deniz uçağı seferlerini anımsayıp hayıf getirenler bile vardı. Haa, Andon'un gizli Müslüman olduğu da söylenirdi. Ramazanlarda gelip kafayı çekmezdi. Ötekiler de içmezdi. Ben, ilk zamanlar, Andon'un Ramazanlardaki perhizini arkadaşlarına olan saygıya verirdim. Andon'un yetmişlik bir karısı da vardı. Yirmi yıldır yatalaktı. Ona gıkını çıkarmadan bakardı. 1973'te miydi neydi, karısı ölünce, o da kendini öldürdü. Ölüsünü denizden çıkardıklarında güç tanıdılar. Sünnetli olduğunu kimse bilmiyordu. 

(SALÂH BİRSEL - Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi,1982)




TURGUT  II.

Turgut'un yepyeni bir oğlu var, hiç görmediğim ağ'babasına benziyor
Saçları sararmadan kıvırcık, denmiş ki tıpkı teyzesi, oysa teyzesi yok
Besbelli eşeğe de binecek bu ve okuldan kaçacak
Yahu, Tomris, adı ne?
Hani Fuzûlî'nin adı Memet'miş de..
Ama bu oğlancık niye alabildiğine kendi

Hey gidi, dün el ele ilk yürüdük, insanoğlu tökezliyor
Bir yan yan baktı ki bana, sanki amcası falan değilim
Kuka oynamak isteyen bir yeğen bu, güvercintaklağı'na da var 
Semirik kedileri tırmalıyor uzaktan kucağına alıp
Ve -elbet şimdilik güzel- şiir miir bilmiyor

Ha, ortalıkta fingatan buğu maviye de boşveriyor cingibi
Tuttum kaygan kulak memesini, kaçın kur'ası o
Cayar mı hiç çocukluktan; kaydıraklardan sekseklerden geçmiş
Sanki kırk yıl mapuslarda ölüp ölüp dirilmişcesine
Tâ tepelerde bir rengârenk uçurtmaya dikti gözlerini.

METİN ELOĞLU


***

TURGUT UYMAZ

"Büyük iş yapanların hemen hepsi, bu işleri temelli bir güçlükten, bir çıkmazdan kurtulmak için yapmışlardır."

Turgut da böylesine çıkmazların adamlarındandı. 
Oncağızımı 1956'da, sanırım askerlikten ayrıldığı günlerde, çoluğu çocuğuyla sivilleşme mutluluğu, daha doğrusu ummacası içinde yaşadığı dertlerde tanıdım. Sonraki yıllarda, sivile soyunmakla işin bitmeyeceğini, memleketin kendisinin koca bir kışla olduğunu acı acı anlamıştı, bunun üzerinedir ki, Türkçede hiç denenmemiş bir şiir tarzına attı kapağı. Kaçıncı yeni olduğunu kimsenin çıkaramayacağı bir şiirdi bu. Asker kaputları gibi nefti ve uzun dizelerle soyuyordu kendini, sivilleşiyordu özümüze, benliğimize doğru. Taç yapraklarını dizi dizi koparıp atarak çiçeğin göbeğini bulmaya yönelen bir uryanlaşma süreciydi bu. Neylersin ki, şiirin bitiminde anadan doğma bıraktığı gerçeklik yeniden kuşanıveriyordu üniformalarını, bir başka şiire başlayıncaya dek. Bu, Sisifos'kari bir cehennem çilesiydi, bir Hades çıkmazıydı... Turgut, bütün yumuşak başlı görünüşüne karşın, tanıdığım en serkeş, en dik başlı, en anut, en uymaz insanlardan biriydi. Sonuna dek Ferhat sabrı ve direnciyle o çıkmazdan çıkma kararına bağlı kaldı. Gazası mübarek olsun!..

(CAN YÜCEL, 1989)    



  

 
Merhaba!
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder