8 Ocak 2023 Pazar

ALBERT CAMUS

 

   "Saçma kavramından üç sonuç çıkarıyorum: Başkaldırım, özgürlüğüm ve tutkum. Ölüme daveti, bilincim sayesinde bir yaşam kuralına dönüştürüyor ve intiharı reddediyorum." Albert Camus'nün tüm yaşamı ve eserleri bu temel ilke üzerine kuruludur.


  Sisifos Söyleni adlı denemesinde "saçma" kavramını irdeler: Tanrılar, kendilerine karşı gelen Sisifos'u koca bir kayayı dağın tepesine kadar yuvarlamaya mahkûm etmişti. Taş kendi ağırlığıyla aşağıya yuvarlandığında, Sisifos da aşağı inerek yeniden başlamak zorundaydı. 
   Sisifos, tüm çabalarımızın boş olduğunu, hayatın bir anlamı olmadığını gösterir. Ancak yaşadığı yerden başka bir dünya olmadığını, "mutluluk ve absürt kavramlarının aynı toprağın iki oğlu" olduğunu öğrenmiştir. Kan ter içinde ama sızlanmadan yuvarlar önündeki koca taşı.
   İşte bu nedenle dünyayla uzlaşabilir çünkü tepeye ulaşmak imkânsız olsa bile, "salt zirvelere doğru mücadelenin insan kalbini doldurmaya yeter olduğunu" kavramıştır. Bu yüzden evren her ne kadar anlamsız olsa da intihar bir çözüm değildir.
   (...)
   Esas ilke şudur: Her şeye rağmen yaşamak, yoldan çıkmadan, kayamızı yuvarlamaktan korkmadan, sonuna kadar, yaşayabildiğimiz kadar yaşamak. İşte bu yüzden "Sisifos'u mutlu hayal etmeliyiz".
   (...)
  Camus'nün Paris'te verdiği bir konferansta telaffuz ettiği şu sözleri hatırlayalım: "Nefes almamıza yardım eden, varlığını ve özgürlüğünü ancak her bireyin özgürlüğünde ve mutluluğunda bulan bir insan soyu vardır. Bu yüzden yenilgilerde bile yaşamak ve sevmek için nedenler bulurlar. Onlar yenilseler dahi asla yalnız kalmayacaklardır."  


   "Günümüzde de insanlığın vicdanını zorlayan sorunlara ışık tutan" eserleri nedeniyle 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görüldükten üç yıl sonra, bir trafik kazasında öldüğünde Albert Camus 46 yaşındaydı.
   İlginçtir ki, ölümünü çevreleyen tuhaf ayrıntılar aracılığıyla bile "saçma" felsefesine somut bir örnek teşkil etmiş gibidir. 
  Yaşamının son yılında dostlarıyla sohbetlerinde, en anlamsız ölüm şeklinin trafik kazası olduğunu çok kez yinelemişti. Üstelik ölümünden iki hafta önce büyük aşkı Maria Casarés'le son görüşmesinde birden "Bir gün artık görüşemeyeceğimizi düşünmüş müydün hiç? Ben asla!" demiş ve gözünden yaşlar boşanmıştı. (Çok şaşıran Casarés, bu sözleri sonradan bir önsezi olarak yorumlamıştır.) Kaza sonrası ölüm belgesini dolduran görevliyle soyadları aynı çıkar: Dr. Marcel Camus! Ve ölünün paltosunun cebinde bir tren bileti bulunur:
   Camus, Güney Fransa'dan Paris'e trenle dönmeyi planlamışken ziyaretine gelen editör dostu Gallimard'ın ısrarı üzerine onun kullandığı arabayla dönmeyi tercih etmiştir. Çantasından ise Birinci Dünya Savaşı'nda ölen ve hiç tanıyamadığı babasının izini sürdüğü otobiyografik romanın el yazmaları çıkar.
  İlk Adam adını verdiği bu kitap kaderin bir cilvesi gibi son yapıtı olacaktı. Kaldırıldığı morgda, yazar dostu Emmanuel Roblés, Camus'nün yüzünü son kez görmek ister: "Çıplak bir lambanın ışığı altında, çok yorgun bir uykuda gibiydi" der ve ekler: "Alnında uzun bir çizik vardı, bir sayfanın altındaki son çizgi, bizzat ölümün imzası gibi..."  

    (FERDA FİDAN - Cumhuriyet Kitap)





Merhaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder