14 Haziran 2020 Pazar

BİR GARİP YAHYA KEMAL




RİNDLERİN AKŞAMI

Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasından güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül.


YAHYA KEMAL BEYATLI


   1949 yılının Ankara'sına, Karpiç lokantasına gidelim, ev sahibi, daha doğrusu davet sahibi Yahya Kemal'dir. Misafirleri ise her zaman eleştirdiği ve pek anlaşamadığı "Garip" şairlerinin çıkardığı Yaprak dergisinin şairleri ve yazarlarıdır. Sofrada Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Eyüboğlu ve Mahmut Dikerdem vardır. 


   Yahya Kemal'in bu davetteki amacı aruz vezniyle yazdığı şiirleri okuyup Yaprak dergisi şairlerini sarıp sarmalayarak yaprak dolması yapıp tek tek yemektir. Hemen bir şiirini okur. Bunun üzerine Oktay Rifat, "Yalancı Dolma" adlı şiirini okur ve sofrada eksik olan dolmayı da tamamlar:

Şu zeytinyağlı dolma
Yemek değil rezalet
Rezalet rezalet rezalet
HÜRRİYET MÜSAVAT ADALET

   Yahya Kemal, şiirin kendisi ile dalga geçilmek için yazıldığını sanarak bozulur, öksürmeye başlar ve sürekli öksürür. Bu öksürüklerin Yahya Kemal'in onlara masadan kalkıp gidin anlamına geldiğini misafirler anlarlar ve kalkarlar. Bu olayı sonradan duyan Metin Eloğlu, "Çilingir Sofrası" şiiri ile Oktay Rifat'ın ellerinden tutar:

Bu zıkkımın yanında,
Arnavut ciğeri ister, bir
Çiroz salatası ister, iki
Cacık ister, üç.

Adalet, müsavat, hürriyet demeye
Sadece yürek ister.


METİN ELOĞLU



***



SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

YAHYA KEMAL BEYATLI


   Ahmet Muhip Dranas 14 Kasım 1950'de Ankara Radyosu'ndan bir şairin ölüm haberini tüm yurda duyurur: ölen şairin adı Orhan Veli Kanık'tır. Şairin cenazesi 17 Kasım 1950'de, Beyazıt Camii'nden kaldırılır. Cenaze, yazar, sanatçı ve arkadaşlarından oluşan kalabalık tarafından Sirkeci'ye kadar taşınır, oradan bir otomobil ile Aşiyan Mezarlığı'na götürülerek defnedilir.Gelin cenazenin birkaç saat öncesine gidelim... Yahya Kemal 17 Kasım 1950 cuma günü öğle namazından bir saat önce tıraş olup giyinirken, yanına gelen Cahit Tanyol'a "İyi ki geldin Tanyol, Orhan'ın cenazesine gidelim" derken de gidip gitmeme konusunda kararsızdır. "Tanyol, bu cenazeye gitmemiz doğru olur mu? Bu gençlerin şiir anlayışı bizimkine muhalif, hatta onun da önemi yok, fakat bunlar çıkardıkları 'Yaprak' adlı gazetede birçok defalar aleyhimde bulundular. Şimdi benim bu cenazeye gitmemi istismar ederler, sömürürler ve bundan bir nevi sığınma manası çıkarabilirler. Belki de gazeteler 'Yahya Kemal de cenazede vardı' diye yazarlar. Ve bu onların şiir anlayışı için reklam olabilir. Şiiri bizim anladığımız gibi düşünenlerin yolunu şaşırtabiliriz. Oysa biliyorsun, ben bunların şiirlerine inanamıyorum. Şiir ne nükte ne de zihin oyunudur. Şiirin tabiatı realitedir. Şiir mücerret kavramlardan kaçar. Descartes, Kant, Hegel zihni spekülasyonda hiçbir şairin yetişemeyeceği mertebeye ulaşmışlardır" der ve gitmez...

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız,
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!..

İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.

YAHYA KEMAL BEYATLI
(Deniz Türküsü)




Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...


ORHAN VELİ KANIK
(Hürriyete Doğru)


   Yahya Kemal, Orhan Veli'nin kendi şiir anlayışıyla çok farklı olan bir büyük şairin cenazesinde yaptıkları hakkında en ufak bir bilgiye bile sahip değildir! 28 Aralık 1936 günü Orhan Veli, Beyazıt'ta yürürken dört hamalın Emin Efendi Lokantası'nın önüne üstü örtüsüz bir tabut bıraktıklarını görür. Tabutun etrafında iki elin parmakları kadar insan yoktur. Yaklaşır ve "Cenaze kimin?" diye sorar. "Mehmet Akif Ersoy'un..." yanıtını alınca telaşla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne koşar. Abdülkadir Karahan'ı görür, durumu anlatır. Hemen fakülteden ve üniversiteden yaklaşık dört yüz öğrenci Emin Efendi Lokantası'na koşarlar ve ilk iş lokantadan aldıkları bayrak ile tabutun üzerini örterler, sonra tabutu omuzlarına alıp Beyazıt Camii'ne getirirler. Cenazenin Mehmet Akif Ersoy'un cenazesi olduğu duyulunca kalabalık artar. Cenazeyi yüzlerce kişi yürüyerek Edirnekapı Mezarlığı'na kadar omuzlarında taşır. (FATİN HAZİNEDAR - Balkondan Düşen L)



DÜŞÜNCE

Ülfet belalı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?
İnsanlar anlaşıldı. Cihanın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
En tatlı bir hayal için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!
"Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.
Gördüm ve anladım yaşamak macerasını,
Bakiyse ruh eğer dilemezdim bekâsını.
Hulyası kalmayınca hayatın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!

Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

YAHYA KEMAL BEYATLI









Merhaba!
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder