15 Eylül 2019 Pazar

MUTLULUK NEREDE?




   ... belki de güneşin ışığındadır. Bir buğday tanesinde, insan gücünde, çalışma imkânında veya istirahattedir. O her şeydedir. Ve biz insanlar onun bir zerresini ele geçirdik mi, onun tamamını bulduğumuzu zanneder ve kısa bir zaman sonra yanıldığımızı anlarız. Mutluluk hayatın kendisindedir, onun bir unsuru değil, mutluluk hayatın ta kendisidir. Bütün zerrelerinin birbirini tedirgin etmeden birleştikleri bir ahenktir ve hayat işte bu ahenk olmalıdır. Mutluluk bölünmez bir bütündür. Eğer siz mutlu değilseniz, ben mutlu olamam. Başkalarının mutlu olmadığı bir dünyada tek kişi mutlu olamaz.  



SUAT DERVİŞ
(Ankara Mahpusu)



***



   HAFİZE ÇINAR GÜNER (Cumhuriyet Kitap):

   Aziz, Gaziantep'in Suriye sınırına yakın küçük bir köyde anası, ninesi, köpeği Boğar ile birlikte yaşayıp giderken birden kendini taşı toprağı altın denilen İstanbul'da bulur. Savaş sınıra dayandığından beri, köylerinde komşularının malları yağmalanmakta, korku köyün daracık sokaklarında kol gezmektedir. Aziz'in babası o daha bebekken askerde hayatını kaybetmiştir. Annesi de bir tanecik oğlunu adına savaş dedikleri, ölenleri de şehit mertebesine yerleştirdikleri bu yıkımdan korumak istemiş olacak ki her şeyi geride bırakmayı ve hiç görmediği büyük şehre göç ederek oğlunun amcasının evinde bir sığıntı gibi yaşamayı göze alır. Ancak bu zalim şehirde ekmek aslanın ağzındadır. O da her mücadeleci kadın gibi boş durmaz. Evlere temizliğe gider, oğlunun okula devam etmesini sağlamaya çalışır. Aziz okulu da okumayı da çok sever. Ancak amcasına yük olmamak, cep harçlığını çıkarmak için metroda mendil satar. Her gün çıktığı şehrin gri, pis sokaklarına bir türlü alışamaz...
   Oysa ki hiç de zor değil hayat. Kitabın kahramanı Aziz de biliyor bunu. Zaten bu zalim şehirde tüm şaşkınlığı da bu yüzden ya. Onun geldiği yerde derelerin çağladığını, sütleğenler ve papatyalar açtığını, başakların rüzgârda savrulduğunu, davarların otlağa yayıldığını, insanların tarlada soğan ve biber ektiğini, çocukların kahkahalarının vadi rüzgârlarına karıştığını okuyoruz. Mutlu muyuz diye sormuyor Aziz'in geldiği yerdekiler, sadece yaşıyorlar. Şehirde ise mutlu olmak için hep bir şeye ihtiyacı var insanların: Güce ve paraya ama o da yetmiyor işte, daha daha fazlasını istiyor insan! Sebepsiz yere mutlu olmayı bilen Aziz'in de zamanla gözü panolardaki rengârenk spor ayakkabılarına, kahkaha atan bakımlı insanlara, denizde top oynayan çocuklara, iştah açıcı gofret reklamlarına takılıyor. Yazar, tüm bu panoların başında MUTLULUK yazıyor koca harflerle, diyor. Mutlu olmanın dayatılan bu formülü küçücük bir çocuk olan Aziz'in de kafasını haliyle karıştırıyor...


FÜSUN ÇETİNEL
(Küçük Pis Yeşil Böcek)



***



   Geçmişin karabasanlarını, geleceğin mutlu düşlerine dönüştürmek değil midir yazarın, sanatçının görevi? Edebiyatın, sanatın işlevi bu değil mi? İnsanların kendi yarattıkları uygarlığın bütün zenginlikleriyle güzelliklerinden eşit pay alması/alabilmesidir aslolan. Edebiyatın sanatın gerçeği, barış içinde birarada yaşanacak dünyadaki bu paylaşımda yatar.


ADNAN ÖZYALÇINER
(Söyleşi: NAZMİ BAYRI-Cumhuriyet Kitap)









Merhaba!

    


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder