10 Aralık 2017 Pazar

YAŞAMIN ANLAMI




   Ölçüyü her zaman kendi elinde tutan kişi, gerçek ağırlığını unutur. Bir sanatçıyı, bir komutanı ve bir iktidar insanını arzu ve isteklerinin sürekli gerçekleşmesi kadar hiçbir şey zayıflatamaz, ancak başarısızlığında öğrenir sanatçı eserleriyle gerçek ilişki kurmayı, ancak yenildikten sonra öğrenir komutan hatalarını, ancak gözden düştükten sonra öğrenir politikacı gerçek siyasi kavrama yeteneğini. Sürekli zenginlik insanı gevşetir, sürekli alkış ruhsuzlaştırır...



STEFAN ZWEIG










 ...İnsanlar kolaylık isterler. Sıkıntı, yorgunluk gereksizdir. Düz olmalıdır yürüdüğümüz yollar. Edebiyat da. Hatta düzenden, yerleşmiş düzenden yana olan yazarlar hiç istemezler başka yazarların, şairlerin bilinen patikaların, asfaltların dışında dolaşmalarını, ormanlara girmelerini, dikenli yollardan geçmelerini... Taşkent'teki bir toplantıda Yevtuşenko "Şairin görevi ormanları düzene sokmaktır" demişti kendisini alışılan yolların dışına çıkmakla suçlandıran bir Rus yazarına... İnsanlığın nice balta kesmez ormanları var, içinde dışında, doğal olarak karşısında bulduğu, çoğu kez de kendi yarattığı... Edebiyat güçlüklerle çarpışacaktır, şair yazar yeni yeni şifreler çözecektir, şifreler kuracak, yaratacaktır. Barthes'ın sözündeki gibi...



ROLAND BARTHES


   "Yaşamın anlamını öğrenmeden yaşamaya başlamayacağım" der yazar kendi kendine. Bu anlamı aramak için de yazar yazar... Bir ömür boyu... Sorun, bulmak değildir zaten, aramaktır. Okurlarını da kendisiyle birlikte düşündürerek, duygulandırarak, kısacası yaşatarak... (OKTAY AKBAL - Yaşasın Edebiyat)










   Epeyce eskiden iki kez başka bir ülkede çalışmam için teklif geldi. İkisini de hiç düşünmeden reddettim. Ben bu halkın çocuğuyum ve halkıma hayranım. Dünyada böyle renkli, canlı, hareketli bir ülke, böylesine politize, keyifli, her olaya ilişkin bir fıkrası bulunan, uyanık ve çarıklı erkânıharplerden oluşan bir halk bulamazsınız. Bektaşi fıkralarını, Nasreddin Hoca'yı, Neyzen Tevfik'i hatırlayın. Yurdışında bir lokantada bir masadan kahkahalar yükseliyorsa, çok büyük olasılıkla o masadakiler Türk'tür.
   Hayat dediğiniz nedir ki? Yiyip içmek, uzanıp televizyon seyredip, yalnızlığınızı beslediğiniz köpeklerle gidermek mi?
   İnsanı insan yapan mücadeledir. Bu mücadele bazen doğaya karşıdır, bazen diğer insanlara. İnsanı geliştiren bu çabalardır.
  Geçen yıl bir yemekte 30 yılı aşkın süredir İsviçre'de yaşayan bir Türk ailesiyle sohbet etme imkanım oldu. Yanılmıyorsam 12 Eylül Darbesi sonrasında yurdışına çıkmak zorunda kalmışlar; sonra da oraya yerleşmişler.
   Yaşamlarını sordum. Rahattılar. İyi para kazanıyorlardı. Ne yaptıklarını sordum. Çalışıyorlar, geziyorlar, evlerinde televizyon seyrediyorlarmış. Her gün aynı şey. Hiç heyecan yok. Uğrunda mücadele edilen bir amaç yok. Türkiye'yi konuştuk. Başka ülkelerdeki insanların sömürülmesinden elde edilen kaynakların bir bölümüyle sağlanan rahatlık onları rahatsız etmiyordu. Sıkılıp sıkılmadıklarını sordum. Sıkılıyorlarmış; ancak İsviçre'nin sağlık sistemi iyiymiş. Dostlarının olup olmadığını sordum. Oralarda öyle dost filan olmadığını anlattılar. Hele politika konuşanlara filan pek sıcak bakmazlarmış. İnsanlar yalnızlıklarını alkolle, depresyon ilaçlarıyla, besledikleri köpeklerle ve bazen uyuşturucuyla gidermeye çalışıyormuş.
   Durgun göllerde tembel sazanlar yetişir. Hırçın akan soğuk suların balığı ise alabalıktır.
  Emperyalist ülkenin sömürüsünden pay alan sazanlar yerine, emperyalizme karşı mücadele eden alabalık olmak daha zevkli. (YILDIRIM KOÇ - Aydınlık Gazetesi)











     
Resim: SEMA ÇULAM




Zehmetle yeyilen acı soğan, minnetle yeyilen baldan şirindir.










Merhaba!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder