5 Ağustos 2018 Pazar

BİR GARİP ORHAN VELİ




   Orhan Veli ve Oktay Rifat, ilk kitaplarına neden ve niçin Garip adını verdiler? Garip şiir akımının üçüncü şairi Melih Cevdet'e göre Orhan Veli'nin ilk kitabı Vazgeçemediğimdir. Bunun öyküsünü ise Melih Cevdet şöyle anlatacaktır:
  "Bu şiirleri okuyanların dilinden 'amma da garip' sözü hiç düşmüyordu. Sanırım ilk Orhan Veli benimsedi buradaki garip sözcüğünü. Ben ilk askerliğim sırasında apandisiti aldırmak üzere Kasımpaşa Deniz Hastenesi'nde yatıyordum. Bir gün Orhan'la Oktay geldiler. Şiirlerimizin bir kitapta toplanmasını konuştuk. Orhan Veli kitabın kapağında üçümüzün de adının bulunmasını istiyordu. Oktay Rifat ise buna razı değildi, kitabın Orhan Veli tarafından düzenlenmiş bir antoloji olmasını istiyordu. Fikir birliğine varamadığımız için kitap Orhan'ın adıyla yayımlandı. İşte Garip'in kısaca hikâyesi budur." (REFİK DURBAŞ / Şiirin Gizli Tarihi - Cumhuriyet Gazetesi)







KİTABE-İ SENG-İ MEZAR

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını, 
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanımayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helâl ederler elbet.
Alacağına gelince,
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.







   Kitabe-i Seng-i Mezar şiirinin ismi dikkat çekicidir. Türkçesi: Mezar Taşı Yazısı... Orhan Veli, Mezar Taşı metaforuyla neyi vurgulamak istemiş olabilir. Eee o zaman biraz Osmanlı mezarlarına bakmakta fayda var. Osmanlı devlet adamlarının statüleri yaşadıkları dönemle sınırlı kalmıyordu. Ölümünden sonra mezarlarında da statüleri devam ediyordu. Mezar taşlarına baktığınızda kiminin sağlığında daha statülü olduğu anlaşılıyordu. Çünkü tarih, büyük adamlarındı! Tek derdi yaşamak ve devlet sahiplerini büyütmek olan halka ise kara kuru bir taş kalıyordu başına dikilmek için. Çünkü onların hikayesi yoktu. Aslında vardı ama anlatmaya gerek yoktu. Orhan Veli işte bu gösterişsiz yaşamları, gösterişli bir biçimle Süleyman Efendi'nin mezar taşına kazıyarak anlattı. Aslında kendilerini hayatın öznesi olarak görmeyen milyonların şiirdeki ifadesiydi Süleyman Efendi. (İSMAİL AFACAN - Evrensel.net)









   Türk şiirine yeni bir heyecan ve ruh getirmek için yola çıkan Orhan Veli ve nesli şiirdeki tutumlarından dolayı alışılmış şiirin esaslarını alaya aldıkları iddiasıyla eleştirileri üzerlerine çekmiş, ne var ki onları tenkit edenler daha sonra onlara hak vermiştir, tıpkı Prof. Dr. Mehmet Kaplan gibi:
  "Yazık oldu Süleyman Efendi'ye mısraını ihtiva eden 'Kitabe-i Seng-i Mezar' isimli şiir berber dükkânları sohbetlerine varıncaya kadar dedikodu konusu olmuştu. Bu bir rezaletti. Hiç böyle şiir olur muydu? Hiç unutmam, bir gün Bab-ı âli yokuşundan aşağı doğru inerken elinde eskimiş çantası, ayağında patlamış ayakkabıları, buruşmuş yüzü zavallı paltosu ile ara sokaklara dalan küçük bir memur gördüm. Birden bire 'Kitabe-i Seng-i Mezar' şiirini hatırladım. Kendi kendime, 'Şairin bahsettiği Süleyman Efendi böyle birisi olmalı' dedim. Ve ona karşı içimde bir merhamet ve şaire karşı bir sevgi hissettim. Daha önce başkalarıyla beraber benim de alay ettiğim şiir, hayatta o zamana kadar benzerlerini çok gördüğüm fakat kendilerine karşı alâka duymadığım insanların çehrelerine adeta bir ışık tutmuş onların boş ve manasız varlıklarını bir muamma haline getirmişti."
   Aslında Orhan Veli, Süleyman Efendi'nin ta kendisidir ve şiiri de onun üstüne başına benzer bir mütevazılıktaydı. Sıradan posta memuru, çeviri atölyesinde alelâde bir çalışan, şiirlerini 'yapraklara' yazan bir garip, İstanbul gazetelerinde iş arayan, mektup atmaya parası olmayan bir yoksuldur Orhan Veli. (ÖZGÜR VİRLAN - Aydınlık Gazetesi)


   










Merhaba!

   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder