11 Mart 2018 Pazar

"ONLAR"




   Şevket Süreyya, Nâzım'ı Ankara'nın en yetkili kişilerinden bazılarıyla görüştürüyor: İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Emniyet Müdürü Şükrü Sökmensüer... Toplumcu - gerçekçi ilk yazarlardan Sadri Etem Ertem'in davet ettiği yemekte şair, Şükrü Sökmensüer'le konuşuyor. Sökmensüer: "Kapitalistleri, emperyalistleri yerdiğin zaman, bunlardan bizi mi kastediyorsun? Onlara karşı savaşan biz Kemalistler değil miydik," diye soruyor. "Pencereden dışarıya bak, gelişmek için bocalayan bir Ankara göreceksin. Bu davaya hizmet etmek hepimizin; bilim adamlarının, halktan kişilerin, şairlerin, memurların görevi değil mi?"
   Şevket Süreyya, gecenin devamını da anlatıyor: "Hava yumuşamıştı. Nâzım, İspanyol İç Savaşı hakkındaki şiirini okuduğu vakit, sert Emniyet Müdürü'nün dahi gözlerinde yaşlar vardı. Nâzım'a dönüp şu ilginç sözleri söyledi: 'Bu şiirde bir halk isyanı var, aynı bizim Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi. Nâzım, bizim Kurtuluş Savaşı destanımızı hiçbir şaiirin yazmamış olması yazık değil mi? İspanyol İç Savaşı, bizim Kurtuluş Savaşımızın yanında bir oyuncak. Sen bizim Kurtuluş Savaşımız hakkında bir destan yazmalısın.' Başka şiirler okundu, meclis sabaha kadar sürdü, dostça vedalaştılar." (Aydınlık Kitap)




Onlar ki toprakta karınca,  
                            suda balık, 
                                         havada kuş kadar
                                                      çokturlar;
korkak,
     cesur,
             câhil,
                     hakîm
                               ve çocukturlar
ve kahreden
          yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.


NÂZIM HİKMET











   "Hayatı yaratan, 
olayların yönünü çizen ve bunların karakter ve rengini veren tek başına insanlardır, 
Napolyonlar değildir, halkın kendisidir."

LEO TOLSTOY










biz sevdayı madenlerden tanırız
sevda ile dağları delen de bizden
paslanmaz bir yürekle sev de
demir bir yüzük ver sevdiğine istersen.


SENNUR SEZER











Dolayısıyla ülkeler bombalanmakta, iç savaşlar tetiklenmekte,
 küresel paylaşım mücadelesi sürmekte ve bunun sonucunda memleketlerinden ayrılmak zorunda kalanlar da ucuz işgücü olarak küresel kapitalizmin tedarik zincirine dahil olmaktadır. (EREN KORKMAZ - soL Haber)





  ...Bugün ambargolar altında kıvranan küçücük Küba, BM Gıda ve Tarım Örgütü tarafından dünyada açlıkla savaşta örnek ülke olarak gösterildi.
  Çünkü neden? Dünyada aslında her bir insana karşılık 7 kat fazla gıda üretiliyor. Ama mesele paylaşımda da ondan...



... 70'li yıllarda SSK'nın işçi primleriyle kurulan hem hastaneleri vardı, hem de jenerik ilaç fabrikaları.
   Bugün ise bir kanser ilacının neredeyse bir dozunu Hollanda firması Türkiye'de 200 - 300 bin lira gibi fiyatlardan satıyor.
   Amerikan, Fransız, İsrail firmaları da hakeza.
   SSK oldu SGK, jenerik ilaç fabrikaları çoktan kapatıldı.
   Her kullandığımız ilaca dünya kadar emperyalizm vergisi ödüyoruz.
 Michael Moore'un "Sicko" belgeselinde ABD'den alıp Küba'ya götürdüğü hastalar, Havana'daki eczaneden kullandıkları ilaçları birkaç kuruşa alınca mutluluk ve üzüntüden ağlıyorlardı.
   Çünkü aynı ilaçlar ABD'de 100 katına satılıyordu.
   Bizim hastalar da artık Kübalı değil, Amerikalı gibi. ( HÜSEYİN VODİNALI - Aydınlık Gazetesi)












Onu çocuklara bakarken gördünüz mü hiç.
Nasıl bir sevinç vardı gözlerinde.
Nasıl bir tutku.
Nasıl bir çareyi bilip de...
Onu çocuklara bakarken gördünüz mü hiç.
Neden kalmadı Küba'da, neden bilir misiniz yerleşmedi.
Çocuklar ölüyordu ilerde.
Çocuklar açtı. Çocuklar...
İşte.
Gözlerinde umut ve öfke, sürdü motosikletini, sürdü yaşamını sarpa.
Yol boyu çocuklar onu bekliyordu.
Çantasında ilaç, çantasında şeker ve devrim ellerinde...
Sonra çocuklar...
Sonra çocuk gülüşleri kanadı göğsünde.
Bir doktordu o...
Çocuklar And dağlarının tepelerinde onu selamlarlar.
O hep ordadır: Çantasında ilaç ve şeker, ellerinde devrim...
Ve göğsünde kanayan çocuk gülüşleriyle.

SENNUR SEZER











    Ne yapacağız ağabey, üretmeyelim mi?
  -Yok öyle şey, bütün sahneler bizim. Sonuna kadar üreteceğiz. Kardeşlik diye, eşitlik diye, aşk diye, şarkı diye, türkü diye, dans diye, resim diye, heykel diye, roman diye, şiir diye, ağaç diye, kuş diye, su diye, kadın diye, çocuk diye, erdem, vicdan, şeref diye diye üreteceğiz.
  Tiyatro suya yazılan yazıdır derler, halt ederler, tiyatro oyunu dediğin; hayatın bağrında, insan aklını zenginleştirmek için yazılır, oynanır ve oraya kazınır.
  Zalimin tiyatrodan korkması da bu yüzdendir.


ORHAN AYDIN












   Sanatı politikadan ayıramazsın. Memlekette kötü giden şeyler yükseldikçe sanat da tırmanır, engel olamazsın. Her şey sütliman giderken de sanat eleştirir. Yapıcıdır, onarıcıdır ve yol göstericidir. Sanata sırtını dönen iktidarlar ne kendilerinin ne de halkın hayallerini asla gerçekleştiremezler. Özetle;
 Güneşle ilgili hayalleri olmayanın, aydınlık geleceği de olmaz.


MENDERES SAMANCILAR














Merhaba!


                                      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder