27 Aralık 2020 Pazar

SAMED BEHRENGİ

 



   Samed Behrengi 1939'da, Azerbaycan'ın yoksul bir köyünde, sayısını bilmediği kadar çok kardeşinin bulunduğu bir evde doğar. Doğduğunda, annesinin yanı başında ne bir doktor ne de bir ebe vardır. Fukara doğar yani. Ve fukaralık o günden sonra Behrengi'nin yakasını bırakmaz, yaşama gözlerini açtığı günden itibaren onun yakasından elini çekmez. İlk ayakkabısına altı yaşında, ilkokula başlayacağı hafta sahip olur. Kim bilir o ilk ayakkabıya sahip olduğunda ne kadar çok sevinmiştir? Okul yoluna düştüğünde bir gözü ayakkabıda bir gözü de okulun onun önünde açacağı yeni ufuklardadır. İlkokulu birincilikle bitirir.

   1957'de, öğretmenlik okulundan 18 yaşında mezun olur olmaz, İran'ın en fakir köylerinde öğretmenlik yapmak için gönüllü olur. Bildiği bir yaşamın içine eğitmen olarak dönmesi Behrengi için büyük bir başarıdır. Behrengi, doğup büyüdüğü Azerbaycan'ın o fakir köylerine geri dönmüştür. Kendi yaşadığı o yoksul köylere, yüzleri yanık çocukların içine girip, neyi varsa sunmaya hazırdır. Masallarının kahramanlarının yanına gitmektedir. Onlar, Behrengi'ye yazması için büyük bir güç verecektir.

   Behrengi yoksul köy yollarına düştüğünde yine tek bir çift ayakkabısı vardır. Bu bir çift ayakkabının uçlarına baka baka, ilk ayakkabısı olduğunda sevindiği günü düşünerek köye ulaşır. İçinde birikenleri savurmak istercesine bir of çekerek, yalın ayak dolaşan çocuklara bakmaktadır. Çocuklar ve yalın bir yaşam karşısında durmaktadır, hiç örtünmeden hem de.

  18 yaşındaki bu genç, Azerbaycan'ın henüz elektrik girmemiş fakir köylerinde öğretmenlik yapmaya, çocuklara okuma yazma öğretmeye başlar. Öğretmenlik yapmak için gittiği bazı köylerde bırakın sırayı, karatahtayı, okulun kendisi bile ortada yoktur! Nerede bir boş mekân varsa orasını derslik olarak kullanır ve çocukların eğitimini hiç aksatmaz. Dedik ya, fukaralık yakasından elini hiç ama hiç çekmez Behrengi'nin. Samed Behrengi, zorluklardan yılmayan biri olduğu için çözüm üretmesini bilir. Azeri çocuklarına "dünyanın en güzel masallarını" anlatmaya başlar. Masallarında derenin ötesindeki nehri, nehrin ötesindeki denizi hayal eden kara balık; bir karga ailesiyle dost olan küçük çocuklar; karıncalarla, güneşle konuşan bir şeftali ağacının öyküsü vardır. Düşünce dünyası her koşulda zengindir. Büyük hayalleri vardır Behrengi'nin. O hayallerini nasıl ki masal kahramanlarına benimsetiyorsa köy çocuklarına da benimsetir.

  Yaşamın ve zorlukların karşısında yılmayı değil, tam tersine güçlü olmayı öğretir. Sadece okuma yazmayı değil, zorlu hayatta, nasıl karşı konulması ve direnilmesi gerektiğini de kavratır çocuklara. Hayalinin en büyüğü sosyalist bir ülkenin yaratılmasıdır ve bu yüzden her işinin sosyalist kültüre hizmet etmesi için çabalar. (KEREM PORAZAN - Milliyet Blog/2010) 



   Bir sabah İran Azerbaycanı'nda köylüler Aras Irmağı'ndan genç bir adamın cesedini çıkardılar. Kısa sürede boğulanın kimliği halk arasında yayıldı. Ünü İran'ın dışına taşmış, İtalya'da Buluni altın ödülünü kazanmış bir masal yazarıydı Samed Behrengi. Öyle krallar, prensesler, saraylar, hazineler, perilerle işi yoktu Behrengi'nin. O, çocuklara daha küçükken evren üzerinde düşünmek, öğrenmek, araştırmak, "Bu evrende başka türlü bir yaşam olmalı" inancını vermek alışkanlıklarını yaratmaya çalışırdı. Bu yüzden de sevmezdi onu iş başındaki yönetim. Gizli polis Savak peşini bırakmazdı. Ölüsü Aras'tan çıkarılınca, 29 yaşında ünlü bir yazarın kaldırıp kendini ırmağa atmış olabileceğine kimse inanmadı. Hele arkasından Behrengi'nin çocuk masalları üzerine konulan yasaklar ve sansürler gelince, halk arasında, ecelin çağdaş masalcıya acımasız bir elle sunulduğu kanısı yerleşti. 
   Samed Behrengi'ye altın ödül kazandıran Küçük Kara Balık masalını okudum geçenlerde bir öğle üstü. Radyo, evrende başka türlü bir yaşam olabileceğini düşünmeyen, kendi küçük dünyaları ve geri düşünceleri için de hepimizi zincire vurmak isteyen politikacıların artık ezberlenmiş, iyice can sıkan sözlerini yayıyordu gürültü ile. Ne kötü masalcıydı bunlar! Oysa Samed Behrengi'nin Balık Nine'si etrafına topladığı 12 bin yavru balığa Küçük Kara Balık'ın macerasını anlatırken, küçük kafalarda ne çağdaş idealler, küçücük yüreklerde ne pembe ümitler yaratıyordu!
   Yaşam, bana sunulduğu gibi tatsız olmamalı diyordu, Küçük Kara Balık. Evren, insanın yaşadığı çevreden ibaret olamazdı. Yaşam, şu yaşayıp geldiğimiz, böylece sürüp gidecek bir ömür olamazdı. İçinde yaşadığım şu dere akıp gittiğine göre ötelerde bir yerde bir şeye kavuşuyor olmalı diyordu Küçük Kara Balık.
   Durmadan öğreniyordu Küçük Kara Balık. Öğreniyor ve gücünün arttığını, korkusunun azaldığını görüyordu. Nasıl yaşamak gerektiğini, kendisine öğretilen yaşam biçiminin nasıl hainlikler, tuzaklar ve çıkarcı pazarlıklarla dolu olduğunu artık çok iyi biliyordu. Samed Behrengi'nin Küçük Kara Balık'ı günün birinde, derenin ırmağa ve ırmağın denize kavuştuğu yerlerdeki yeni yaşamların sevincini en büyük coşkuyla duyduğu sırada bir karabatak tarafından yutuluyor ve kara kuşun midesini hançeriyle yararak, onunla beraber, yükseklerden, o çok özlediği, düşlerinin dünyası açık denize gömülüyordu.
   Şöyle bitiyordu Samed Behrengi'nin masalı:
   "On iki bin küçük yavru balık iyi geceler dileyerek yatmaya gittiler. On bir bin dokuz yüz doksan dokuz küçük balık iyi geceler diledikten sonra yuvalarına gidip uzandılar, hemen de uykuya daldılar. Balık Nine'de uyudu. Ama küçük bir kara balığın gözüne uyku girmedi. Bütün gece boyunca hep denizi düşündü, düşündü..." 
   Bir masal, on iki bin küçük balıktan bir küçük balığın uykusunu kaçıracak kadar etkili olsa da hoşuna gitmez kurulu düzen yanlılarının. Böyle masalları anlatanlar düşmandırlar. Masal, uyku getirsin, tatlı düşler görülsün, çocuklar bizim istediğimiz gibi büyüsün diye anlatılır. Masallar uyutmamaya başladı mı insanları, dört açılır gözleri egemen yöneticilerin, kim zehirliyor bunları diye. Aslında aradıkları, kendi verdikleri zehrin etkisini yok eden panzehirin nereden bulunduğudur. Bu nedenle, kurulu düzen yanlılarının , tutucu politikacıların ve yöneticilerin en büyük düşmanı, uyandırıcı sözler ve fikirlerdir.
   Dünyanın en namuslu masalcılarından Samed Behrengi'nin Aras Irmağı'ndan çıkarılan ölüsü, Küçük Kara Balık'ın kendisini yutan karabatağı en can alıcı yerinden hançerlediğini anlatıyor bize. (SADUN TANJU - Kutsal İnekler)








Merhaba!    

20 Aralık 2020 Pazar

ÇALINMIŞ ZAMANLAR




   

   Tahir Alangu, ülkücü bir yazarın, Ömer Seyfettin'in romanını 25 yılda yazdı, çalınmış zamanlarda... Öğretmendi, Anadolu'da dolaşıyordu, sonra İstanbul'a geldi ve onun gibi titiz bir öğreticinin bütün zamanlarını dolduracak kadar uğraşı varken, yaşamından saatler çalarak, Ömer Seyfettin biyografi romanını yazdı. Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman'ı yazdı, tercümeler yaptı, gazetelerde edebiyat eleştirileri yazdı ve öldü işte bir eli öpülesi adam daha... (1973'te öldü Tahir Alangu)
   Dostumdu Tahir Alangu.
   Ömer Seyfettin biyografi romanının kapak içindeki sunuş yazısı bana ondan bir hatıradır:
   "Aman ne zor imiş burçak yolması / Burçak tarlasında Tanju, adam olması."
   Nasıl da bilirdi bu ülkede halk yararına iş yapanların, ülkücülerin çilesini... Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman adını taşıyan üç ciltlik antolojisinin önsözüne şöyle yazmıştır:
   "Haklarında ne hüküm verilirse verilsin, eserlerini, yaşama şartlarının çetinliği pahasına vermek zorunda kalanlara karşı duyduğum hayranlığı ifade etmek isterim."
   Türkiye'de yazarın ikinci bir iş yapmadan sanatı ile geçinme olanağını bulamadığını iyi bilirdi. Bilirdi ki, iyi güzel, çağdaş, ülkücü, halk yararına, halkı yücelten ne varsa sanatta, edebiyatta, hepsi de çalınmış zamanlar ürünüdür. (SADUN TANJU - Kutsal İnekler)



TAHİR ALANGU


   Ben muntazam günlük tutan biriyim. Tahir Alangu diye bir edebiyat hocamız vardı Galatasaray Lisesi'nde. Onun sayesinde oldu bunlar. Tahir Alangu bizim sınıfa ilk derse girdi. Lise 1'deyiz önümüzde edebiyat kitapları var. "Kaldırın o kitapları mollalar" diye girdi sınıfa. Elinde bir Sait Faik kitabı. Koydu birinin önüne, okuyun dedi. Yan sınıfta "Küfe Melahat" var. O da edebiyat hocası. O sınıftan hiç yazar çıkmadı. Bizim sınıftan Nedim Gürsel, Selim İleri, ben, bir de Osman İlter vardı Şahap Sıtkı İlter'in oğlu çok genç öldü, o da çok iyi bir yazar olacaktı. Bunları Tahir Alangu'ya borçluyuz. "Küfe Melahat" ın sınıfında olsak mefâilün fâilâtün. (FERHAN ŞENSOY - Söyleşi: ENVER AYSEVER / Cumhuriyet Gazetesi) 







Merhaba!

13 Aralık 2020 Pazar

SALGIN, AÇLIK, İKLİM KRİZİ; SAVAŞ VE BARIŞ

 


   Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, BM Genel Kurulu'nda düzenlenen Covid-19 Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, "Zengin ve güçlü ülkelerin aşı izdihamında fakir ülkelerin ezilmesine müsaade edemeyiz." dedi. Salgının üzerinden neredeyse bir yıl geçtiğini ve "tünelin sonundaki ışığın daha parlak hale geldiğini" belirten Ghebreyesus, pandemiden sonra ise dünyayı daha zorlu sorunların beklediği uyarısında bulundu. Ghebreyesus, "Yoksulluk ve açlığın aşısı yok, eşitsizliğin ve iklim değişikliğinin aşısı yok." diye konuştu. Pandeminin küresel bir kriz olduğuna dikkati çeken Ghebreyesus, çözümün de adil ve küresel olması çağrısı yaptı. (AA)


***


   Marksist sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeni Slavoj Zizek: "İğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyoruz"  

   Bu salgının gelecek gerçek krizin yalnızca küçük bir testi olduğunu söyleyen Zizek, "Toplum iğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyor. Umut etmek istiyorsak, eski hayatımızın bittiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normal icat etmeliyiz. Üçüncü dalga bir akıl hastalığı dalgası olacak" diyor. 

   Kitabınızda, bir felaket kapitalizminin panzehiri olan bir "felaket komünizminden" bahsediyorsunuz. Şöyle yazıyorsunuz: "Devlet, maskeler, test kitleri ve ventilatörler gibi temel malzemelerin üretimini organize etme, otellere ve diğer tatil yerlerine el koyma, yeni işsizlerin geçimlerini sağlama gibi konularda çok daha aktif bir yol üstlenmekle kalmamalı, bütün bunları piyasanın mekanizmalarından vazgeçerek yapmalı."

  Her şey ya çok daha kötüye gidecek ya da çok daha iyi olacak. Bu tamamen bize bağlı. Covid-19 öylece kaybolmayacak. Aşılara rağmen, insanoğlunun da davranış ve yaşam biçimini değiştirmesi gerekecek. Ama beni en çok kaygılandıran şey, çok başka bir şey. Sibirya'daki sıcaklığı gözlemlediniz mi? Temmuz ayında 35 derecenin üzerinde sıcaklıklar ölçüldü. Bundan gerçekten korkmalıyız. (Söyleşi: Tomasz Kurianowicz, Çeviri: Nurcan Dikme Yaşar, BirGün Gazetesi)   


***


   Silahlı çatışmalar, iklim krizi dünyada açlıkla karşı karşıya kalanların sayısını her geçen gün artırmaya devam ediyor. Yapılan araştırmalar, Covid-19 salgını ile birleşen çatışmaların ve ekonomik krizin gıdaya erişim sorununu rekor seviyeye çektiğini gösterdi.

   Birleşmiş Milletler'e (BM) bağlı kuruluşlar, 20 ülkede yaklaşık 250 milyon insanın önümüzdeki dönemde gıda krizi ve hatta kıtlık tehdidi altında olduğu konusunda uyarıda bulundu. BM Gıda ve Tarım Örgütü raporlarında, "Krizde veya daha kötü seviyelerde akut gıda güvensizliği ile karşı karşıya kalan insan sayısı çarpıcı bir şekilde artış gösterdi" dendi. Örgüt, çatışma, gıda fiyatları ve geçim kaynaklarını etkileyen Covid-19 salgınının etkilerinin sorunu daha da kötüleştirdiğini söylüyor. Dünya Gıda Programı ise şiddet ve çatışmaların Batı Afrika'nın Orta Sahel bölgesinde 7,4 milyon insanı şiddetli açlığa sürüklediğini bildiriyor. 


    Yeni yayımlanan raporlar, Yemen'deki açlığın rekor seviyeye ulaştığını gösteren sayıları da gözler önüne serdi. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), BM Dünya Gıda Programı (WFP) ve UNICEF Yemen'deki açlık için uyarıda bulundu. Yemen için Yeni Gıda Güvenliği, kıtlık benzeri koşulların yeniden başladığını, açlık sınırında yaşayan insan sayısının artışa geçtiğini belirtti. 
   Raporda, 2021 yılının ilk yarısında Yemen'de, açlık kriziyle boğuşan kişi sayısının 3,6 milyondan 5 milyona çıkacağı yönünde uyarı da yer alıyor. BM ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde yaklaşık 22 milyon insanın, geçen yıla kıyasla endişe verici bir artışla gıda güvensizliği ile karşı karşıya olduğunu ifade ediyor.
     Dünya Gıda Programı'nın raporları Güney Madagaskar'daki açlığın boyutlarını da gözler önüne serdi. Artan açlık, bölge nüfusunun yaklaşık yarısını etkilerken krizle karşılaşan çoğunluğu, kadınların ve çocukların oluşturduğu vurgulanıyor. Bir raporda ise beş yaşın altındaki çocukların neredeyse yarısı kronik yetersiz beslenmeden mustarip olduğu için Madagaskar'ın şimdiden dünyanın en yüksek bodurluk oranına sahip olduğu bilgisi yer aldı. (BirGün Gazetesi) 


***


  2020 Nobel Barış Ödülü'ne Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) layık görüldü. Nobel Barış Ödülü madalyası ve sertifikasını genel merkezlerinde alan WFP İcra Direktörü David Beasley şunları söyledi: 

"Gıdanın barışa giden yol olduğunu inanıyoruz"

  Her gece yatağa aç giren 690 milyon insanın açlığını nasıl sona erdirebileceklerinden bahsetmeyi istediğini ancak ellerinde başka bir kriz olduğunu vurgulayan Beasley, şöyle devam etti:
  "Nobel Barış Ödülü bir teşekkürden fazlasıdır, bu bir eylem çağrısıdır. İklim değişikliği, pek çok savaş, açlığın siyasi ve askeri bir silah olarak yaygın kullanımı ve bunların hepsini katlayarak daha kötü hale getiren küresel sağlık salgını nedeniyle 270 milyon insan açlığa doğru yürüyor."
  Beasley, açlığa yürüyen 270 milyon insandan 30 milyonunun hayatta kalabilmek için yardımlarına muhtaç olduğuna dikkat çekti. Dünyada 400 trilyon dolarlık bir servet olduğunu ve salgının zirve yaptığı günlerde bile 2,7 trilyon dolarlık ek bir servet yaratıldığının altını çizen Beasley, "Bizim, 30 milyon insanı kıtlıktan kurtarmamız için 5 milyar dolara ihtiyacımız var" dedi. Beasley, Covid-19 salgınına yönelik ihtiyaç ve talepleri karşılayamamanın açlık salgınına yol açacağını kaydetti. (AA) 


***



Resim: İBRAHİM BALABAN



Bir tas sıcak süttür barış 
ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! ışık! - diye fısıldarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.

(...)

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanları
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış.
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
Tüm evren,
taşıyarak tüm düşlerini
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.   

YANNİS RİTSOS
(Çeviren: ATAOL BEHRAMOĞLU)







Merhaba!

6 Aralık 2020 Pazar

ZAMANA DAİR - 2

 


Yaşamı seviyor musun? Öyleyse zamanı harcama, çünkü yaşamın yapıldığı madde zamandır.

BENJAMIN FRANKLIN



***



"Boş zaman yoktur, boşa geçen zaman vardır."

RABINDRANATH TAGORE



"Sadece iki şey sonsuzdur. Evren ve insan aptallığı. Evrenin sonsuzluğu konusunda emin değilim."

ALBERT EINSTEIN


EINSTEIN & TAGORE



***



   Vakit öldürüyoruz, diyorlardı. Kimin haddine düşmüş vakti öldürmek! "Vakit" onu yaşatmayı bilmeyenleri öldürür; bitkileri, insanları, imparatorlukları, uygarlıkları, çağları hep yok eder.

HALİKARNAS BALIKÇISI (Mavi Sürgün)



***



   Bir de biz insanlar, hep kocaman laflar etmeyi severiz. Hep çok konuşmayı, hep çok tartışmayı, hep çoklukları sevdiğimiz gibi... Bazen de deriz ki: "Zamanı yönetmek büyük sanattır." Ya da "Zamanı yönetmeliyiz." Ah büyük çocuk, güzel insanlık! Zaman zaman kötü, zaman zaman naif insanlık! Ah bu zamanda akan insanlık! Biz zamanı yönetmeyi sandığımızda ya da bu sanata erdiğimizde bile, zaman bizi yönetir aslında... Çünkü çok eskilerden miras kalan kadim bir insanlık sözündeki gibidir her şey: "Yarın ne olacağı belli olmaz." (ÜNAL ERSÖZLÜ - Yeryüzü Misafiri)






Merhaba!

29 Kasım 2020 Pazar

JAMES BALDWIN: "ARAP JIMMY"

 



ENGİN CEZZAR & GÜLRİZ SURURİ & JAMES BALDWIN


  Sürekli savaş halinde olmaktan yorgun düşer insan; ölen, yaralanan, savrulan yine kendisidir. Ara sıra durup dinlenmelidir ki güç toplayabilsin. 60'lar Baldwin için kolay geçmedi. Amerika'daki siyahi özgürlük hareketine yaklaşımları her ne kadar birbirinden farklı olsa da Martin Luther King, Medgar Evans ve Malcom X gibi mücadelenin sembol isimlerinin arka arkaya hayatını kaybetmesi Baldwin'in hassas ruhunu iyice hırpalamıştı. Kimliğine karşı yapılan saldırılardan nefes alamaz hale geldiği dönemlerde İstanbul'a geldi Baldwin.
   Baldwin'in yarım kalan eseri "Remember This House" tan uyarlanan "I Am Not Your Negro" belgeselinde de sıklıkla belirttiği gibi, ırkçılık öğrenilen bir şeydi ve 60'lı yılların Türkiye'sinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu için ne Amerika'daki sivil hareket ne de renge dayalı ırkçılık pek bir anlam ifade ediyordu. Belki de bu yüzden burası Baldwin için güvenli bir limandı. Baldwin, Actors Studio'da beraber çalıştığı yakın arkadaşı Engin Cezzar ve eşi Gülriz Sururi sayesinde İstanbul'un entelektüel kalabalığının merkezinde kendine konforlu bir alan yarattı. En bilinen romanlarından biri olan 'Bir Başka Ülkede' dahil, birden çok eserini İstanbul'da kaleme aldı. Baldwin kendini yalnız hissettiği zamanlarda Engin Cezzar'ın 'kan kardeşi', Yaşar Kemal'in 'Arap Jimmy' si oldu. (gq.com.tr) 






   "İstanbul onun için güvenli bir limandı. Açlığını çektiği huzurlu bir yazın atmosferi sağladı. Another Country kitabını düşünün. 10 yıl boyunca kitap müsvedde olarak durmuştu. Kafasını bir türlü toplayamadığından bahsediyordu mektuplarında kitapla ilgili olarak. Ama Türkiye'ye ulaşmasından birkaç ay sonra kitabı bitirebildi. Çünkü yeni bir ortamdaydı, insanlar onu seviyorlardı ve yardım ediyorlardı. Burası bir yazar olarak güçlerini yeniden keşfettiği bir sığınak oldu onun için. Evet Türkiye onun için bir sürgündü ama her şeyden çok yazarlık anlamında çok üretken bir duraktı. Aynı zamanda buradaki kültürden de çok beslendi. 
   İstanbul'da hemcinsler arasındaki ilişkiler çok farklıydı. Erkekler el ele dolaşıyordu ki bu o dönemki 'Mesafeni koru' diyen Amerikan homofobik kültürü için görülmemiş bir şeydi. Kültürel olarak bu kadar farklı bir yerde olması, benim görüşüme göre onu özgürleştirdi." (MAGDALENA J. ZABOROWSKA - James Baldwin: Türkiye'de 10 Yıl)


***


"Gemi limanda güvendedir ama gemiler limanda beklemeleri için yapılmaz."

PAULO COELHO
(Hac)


***



YAŞAR KEMAL & JAMES BALDWIN
(Fotoğraf: ARA GÜLER)


   Biyografisini kaleme alan James Campbell'ın tarifiyle "son derece çekici, müthiş arkadaş canlısı, alabildiğine dışa dönük, olabildiğince içine kapanık, karamsar, müthiş eli açık, kendini beğenen, kendine acıyan, çoğunlukla komik, arada bir de öfkeli, hep iyi niyetli, verdiği sözden caymaktan pek çekinmeyen ve bütün bu özellikleri öğle yemeği ile akşam yemeği arasında, akşam yemeğiyle sabaha karşı 4'teki son viski arasında ortaya koyabilen" James Baldwin, İstanbul'a ilk kez 1961'de, Gülriz Sururi ve Engin Cezzar'ın evliliklerini kutlamak için geldi. Cezzar onun 'kan kardeşi'ydi. 1957 yılında New York'ta, Baldwin'in 'Giovanni'nin Odası' romanını tiyatroya uyarlamak için Actors Studio ile çalıştığı sırada tanıştılar.  
   James Baldwin ülkesindeki ırkçı rüzgârdan nasibini almış, itilip kakılmış ve beyazlara güvenini kaybetmişti. Cezzar ona "Arkadaş nedir bilmiyor olabilirsin ama kardeş nedir biliyorsun" dedi, kan kardeşi oldular. Aralarındaki mesafeye rağmen 1987'ye dek sürecek dostluk böyle başladı. 
   1961 yılında İstanbul'a geldiğinde Sururi ve Cezzar'ın çevresi tarafından sarılıp sarmalandı. Edindiği dostlardan biri Yaşar Kemal'di. James Campbell'ın 2007 Haziran'ında Times gazetesinin edebiyat ekinde yayımlanan yazısından öğrendiğimize göre Yaşar Kemal ona "Arap" diye hitap ediyordu. "Benim açımdan Baldwin siyah değildi" diye anlatmıştı Campbell'a, "Türkiye'de o anlamda siyahi bulunmaz. Bizde öyle bir sınıflandırma yoktur. Yalnızca esmerler ve daha esmerler vardır."
   İstanbul, o dönemde ırkçılığın yükseldiği ABD'de baskı altında yaşayan Baldwin için bir sığınak olmuştu. Yaşar Kemal'e "Türkiye'de kendimi özgür hissediyorum" diyordu. Kemal'in cevabı haksız mıydı sanki? "Jimmy, Amerikalı olduğun için öyle hissediyorsun". (hurriyet.com.tr)






Merhaba!     
    

22 Kasım 2020 Pazar

YAŞAMA DAİR

 


   "Sosyalizm tarihe karıştı" diyenler bir gün kendilerinin tarihe nasıl gömüldüklerini göreceklerdir. Eğer onlar, kendi akıbetlerini görmezlerse onları tarihçiler anlatacaklardır. Ama gelecek nesiller kapitalizmin yok oluşuyla sosyalizmin nasıl ufukta doğduğunu mutlaka seyredeceklerdir. Devlet gadrinin yok olduğu, insan zihnine kilit vuran kurumların ortadan kalktığı, her insanın katkısı ve sonra ihtiyacı oranında pay aldığı sistem elbette gelecektir. (YILMAZ KARAKOYUNLU / Perîze - Ezan Vakti Beethoven)


***


   Altındandır bütün imparatorların kaidesi, temeli tahtların, taçlar ve asalar ne kadar yoğun parlarsa altından, o kadar çok tebaası kralın kalır hayran! 

   Kaftanlar altınla sırmalarla süslenince, eğilir başlar, bu yüzden altınla yıkanır yüce günahlar, çünkü altın parlar, altın güçtür ve sır tutar. Bütün yükselme dönemleri "altın çağ" adını alır, düşüşler adsızdır. Ama gerçekte kaplanamaz kalpler altınla, bu yüzden tarihte bulunmaz kalbi altın tek bir imparator! (BUKET UZUNER - Benim Adım İstanbul)


***



   Hiçbir ekonomi kitabı okumadan, Zonguldak'ta kömür işçilerinin durumunu gözledim: 'Zonguldak'tayım. İşçilerle birlikteyim. Üretim! Üreticinin hakkı! Emekçi için yepyeni, adil bir düzen istiyorum ben. Kömürü çıkaranlarla, kullananların derin ayrılığı.' CEYHUN ATUF KANSU - Cumhuriyet Bayrağı Altında)


***


   Aklıma Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü adlı kitabında aktardığı İngiliz bir madenci çocuğunun minik öyküsü geldi.

   Çocuk annesine sorar:

   -Anne üşüyorum, sobayı yakamaz mısın?

   Anne yanıtlar:

   -Kömürümüz yok oğlum.

   -Neden?

   -Çünkü paramız yok.

   -Neden?

   -Çünkü baban işini yitirdi.

   -Neden?

   -Çünkü madende kömür fazlası var. (ÜNAL ERSÖZLÜ - Yeryüzü Misafiri)


***


  "Savaş çok korkunç, bize rastlaması daha da korkunç."

  "Savaş demek, Cehennem Tüneli demektir Hettie. İnsana ne zaman rastlayacağı tam olarak bilinmez ama rastlama olasılığı çok yüksektir. Eğer dünyaya dört yüzyıl önce gelseydik Yüz Yıl Savaşları'nın içinde olacaktık. Tam bir asır sürecek olan savaşların yangınını bir düşün. Bir yüz yıl sonra neler olacak kim bilir? Cehennem Tüneli... Seni o tünelden korumak için yolladım Londra'ya. Savaşlarda herkes ölür. Çanakkale cehennemi de bu savaşlardan biriydi."

   "Ama yöneticilere bir şey olmuyor."

  Ritali acı acı gülümsedi, sigarını yaktı, derin bir nefes çekti ve ortalığı dumana boğarken, "Mahalleli ölür," dedi. "Sonuçta mahalleli ölür, Türküyle, Ermenisiyle, Rumuyla... Savaş artığı yetimler, öksüzler... Yöneticilerin dünyasına yansımaz bu mahalle ve bu mahallenin kederleri, çünkü yeryüzünü mahalle yönetmez. Her dönemde oldu bu. Çanakkale de büyük bir mahalle olarak payını aldı o hep tekrarlayan trajediden."

  Ne acı bir şeydi bu Cehennem Tüneli ve ne kadar da anlamsız. Sıradan insanların sıradan hayatları kaybolup gitmişti. Evleri, umutları, sevinçleri, anıları, her şeyleri... Sıradan insanlar, sıradan hayatlar... Ne kolaydı böyle bir sıfatla, bir anda küçültüvermek şu dünyanın büyük çoğunluğunu. Sıradanmış, diye mırıldandı. Oysa her nefes sıradanlığa bir meydan okuyuş değil miydi? Yaşamak tek başına bir meydan okuyuş değil miydi ölüme karşı? (SOLMAZ KAMURAN / Boreas - Çanakkale Rüzgârı) 


***


   Nâzım'ın kendisini hücresinde "ziyarete gelen" ölü dostlarıyla ölüm üzerine "sohbet ettiği", adı da "Ölüme Dair" olan bir şiiri vardır.

  Gelen ölülerden birinin adı "Osman oğlu Hâşim"dir ve "İstanbul limanında/kömür yüklerken bir İngiliz şilebine" ölmüştür Hâşim. Nâzım, "Ölüm âdildir" çünkü "aynı haşmetle vurur şahı fakiri" diyen bir Acem şairinden söz eder Osman oğlu Hâşim'e ve ironik bir şekilde sorar: Hâşim, neden şaşırıyorsunuz?/Hiç duymadınız mıydı kardeşim,/herhangi bir şahın bir gemi ambarında/bir kömür küfesiyle öldüğünü?...

   Duyamazsınız, çünkü hiçbir şah, hiçbir kral, hiçbir patron, bir gemi ambarında kömür küfesi taşırken ölmez ve tam da bu nedenle ölüm adil değildir; çünkü aynı şiirde söylendiği üzere "ölümün adil olması için hayatın adil olması gerekmektedir. (FATİH YAŞLI - soL haber)


***


Buyrun, oturun dostlar,

hoş gelip sefalar getirdiniz.

Biliyorum, ben uyurken

hücreme pencereden girdiniz.

Ne ince boyunlu ilâç şişesini

ne kırmızı kutuyu devirdiniz.

Yüzünüzde yıldızların aydınlığı

başucunda durup el ele verdiniz.

Buyrun oturun dostlar

hoş gelip sefalar getirdiniz.


Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?

Osman oğlu Hâşim.

Ne tuhaf şey, hani siz ölmüştünüz kardeşim.

İstanbul limanında 

                                                        kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,

                                                                                                      kömür küfesiyle beraber 

                                                                                                                                          ambarın dibine...


Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı

ve paydostan evvel yıkamıştı kıpkırmızı kanınız

                                                          simsiyah başınızı.

Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...

(...)

Yayalar-köylü Yakup,

                                    iki gözüm,

                                                                  merhaba.

Siz de ölmediniz miydi?

Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp

çok sıcak bir yaz günü

yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?

Demek ölmemişsiniz?


Ya siz?

Muharrir Ahmet Cemil?

Gözümle gördüm

                                            tabutunuzun 

                                                                                      toprağa indiğini.


Hem galiba

tabut biraz kısaydı boyunuzdan.

Onu bırakın Ahmet Cemil,

vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,

o ilâç şişesidir

rakı şişesi değil.

Günde elli kuruşu tutabilmek için,

yapyalnız

dünyayı unutabilmek için

                                                                           ne kadar çok içerdiniz...

(...)

Bir eski Acem şairi:

"Ölüm âdildir" - diyor, -

"aynı haşmetle vurur şahı fakiri."


Hâşim,

neden şaşıyorsunuz?

Hiç duymadınız mıydı kardeşim,

                               herhangi bir şahın bir gemi ambarında

                                                                                       bir kömür küfesiyle öldüğünü?...


Bir eski Acem şairi:

"Ölüm âdildir" - diyor.

Yakup,

ne güzel güldünüz, iki gözüm.

Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...

Fakat bekleyin, bitsin sözüm.

Bir eski Acem şairi:

"Ölüm âdil..."

Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.

Boşuna hiddet ediyorsunuz.

Biliyorum,

ölümün âdil olması için

hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

(...)


***

 

    İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, dünyanın en zengin 2.153 kişisinin elinde bulunan servetin, 4,6 milyar kişinin toplam servetinden fazla olduğunu açıkladı.

   Raporda, Eğer herkes 100 dolarlık banknotlardan oluşan servetlerinin üzerine otursaydı, dünyanın büyük kısmı yerde oturuyor olurdu. Gelişmiş bir ülkede yaşayan orta halli bir kişi sandalye yüksekliğinde otururken, en zengin iki kişi uzayda olurdu" denildi.

   Dünyanın en zengin kişisi olan Amazon'un kurucusu Jeff Bezos'un toplam serveti 116,4 milyar dolar seviyesinde. En zengin ikinci kişi olan Fransız Bernard Arnault ise 116 milyar dolarlık servete sahip. 

   Gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılabilmesi için ülkeleri zenginlerden daha fazla vergi almaya çağıran Oxfam, sadece 0,5'lik vergi artışının dahi eğitim ve sağlık alanlarında 117 milyon yeni istihdam yaratabileceği vurgulandı. (BBC News - Türkçe)  

 

***


   Salgının ekonomi politiği konusunda bu köşede daha önce birkaç makale yazmıştık. Özetlersek, o yazılardaki tezlerimiz şunlardı:

   1. Virüsün bulaşıcılığı da tedavisi de sınıfsaldır: ABD'de salgında "Siyahların ve Hispaniklerin daha çok ölüyor olması" etnik değil, sınıfsal bir meseledir. Bağcılar ve Esenler'de vaka oranının, İstanbul'un diğer semtlerine göre daha yüksek olması, sınıfsal nedenledir.

   2. ABD başta pek çok ülkede salgın nedeniyle açıklanan ekonomi tedbir paketleri, halkı desteklemek için değil, şirketleri, kapitalist sistemi desteklemek içindi. 

   3. Halk açısından daha vurucu kriz, salgın ilerledikçe ve hatta salgın kontrol altına alındıktan sonra ortaya çıkacak: Egemen sınıflar, salgın krizinden sonraki ekonomi krizini aşabilmek için krizin yükünü her zaman olduğu gibi emekçi sınıfların sırtına yükleyecek.

   Bu tezleri dile getirdiğimiz makalelerimizi Nisan ayında yazmıştık. 6 ay sonra bir durum değerlendirmesi yapabiliriz. Çünkü elimizde yeni veriler var.

   İşte o verilere göre, "salgının ya da virüsün ekonomi politiği" dediğimiz konuda, iki yeni tez daha ileri sürebiliriz:

  1. En zengin Amerikalı milyarderlerin mal varlıkları, salgında ortalama yüzde 50'ye yakın oranda arttı. Yani salgın, zenginlere, hatta daha çok "en zenginlere" yaradı. 

   İşte o milyarderlerin bazıları ya da zenginlerin en zenginleri:

  Amazon'un sahibi Jeff Bezos'un serveti, bu yılın başında 113 milyar dolardı. Bugün servetine 73 milyar dolar daha eklenerek 186 milyar dolara çıktı!

  Facebook'un sahibi Mark Zuckerberg'in 54 milyar dolar büyüklüğündeki servetine yılbaşında bu yana 46 milyar dolar eklendi ve 100 milyar dolara çıktı!

 2. Salgın, yoksul sayısını arttırdı. ABD'de en zenginler zenginleşirken işsizlik arttı, yardım için başvuran Amerikalıların sayısı yükseldi, kısacası halk yoksullaştı; yoksullar daha da yoksullaştı. (MEHMET ALİ GÜLLER - Cumhuriyet Gazetesi)




Merhaba!

14 Kasım 2020 Cumartesi

ÇİZGİDEKİ KARANFİL

 

KARANFİL

Yârin dudağından getirilmiş

Bir katre âlevdir bu karanfil,

Rûhum acısından bunu bildi!


Düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer

Kızgın kokusundan kelebekler,

Gönlüm ona pervâne kesildi...

AHMET HAŞİM


***


   (...) Savaşın yarattığı kıtlık sonucu bir ekmeğe muhtaç olduğu günler de oldu. Herkes gibi memleketi için kaygılandı, kendisi için kaygılandı. Varşova'da ölen binlerce insan için de çarptı Orhan'ın kalbi. Hitler'in ırkçılığına hep karşı çıkmıştı; artık şiirleriyle de tepkisini ortaya koyuyordu.


                                                                                   ORHAN VELİ

   Savaşın başladığı günlerde yazdığı bir başka şiir de yine savaş karşıtı bir duruş sergiliyordu. Bir yandan da söz sanatlarıyla örülü, kendini bireyin iç dünyasına hapsetmiş, beğenilerine olduğu kadar toplumun sorunlarına da uzak kalan Haşim'in, "Karanfil" şiirine nazire yapıyordu, şiirine aynı başlığı koymuştu ama bambaşka şeyler anlatıyordu: 

Hakkınız var, güzel değildir ihtimal

Mübalağa sanatı kadar 

Varşova'da ölmesi on bin kişinin

Ve benzememesi

Bir motörlü kıtanın bir karanfile,

"Yârin dudağından getirilmiş."

   Şiirleriyle savaşa kayıtsız kalmadı Orhan; şiirini hiçbir zaman toplumsal olayların dışında tutmamış, anlattığı bireyi toplum içinde yaşayan, ondan etkilenen haliyle gözler önüne sermişti. Bunu da "Toplumcu şiir yazıyorum" havalarına girmeden, göze sokmadan, inceden inceye yapmıştı. (ADEM KOCAMAZ - Veli'nin Oğlu Orhan)


***


   "Ben Orhan'ı Yaprak'ı çıkarırken tanıdım. Yaprak'tan hiçbir şahsi istifadesi yoktu. Gazeteyi on beş günde bir bastırmak için yüzlerce lirayı bir araya getirdiği günlerde yamalı pantolonla dolaştığını bilirim. Yaprak'ı şöhret kazanmak için de çıkarmıyordu, onun şöhreti Yaprak okuyucularını çoktan aşmıştı. Orhan Veli, Yaprak'ı doğru bildiği düşünceleri savunmak için çıkarıyordu. Orhan, bir ödevi yerine getirdiğinde, memlekete hizmet ettiğine inanıyor, Yaprak'ın mutlaka yayınlarına devam etmesini istiyordu. Çünkü O, sanatkârın sorumluluğunun ne demek olduğunu anlamış, göklerden yere inmiş, kendini halk hizmetine vermiş bir şairdir." (MAHMUT DİKERDEM)


***


Adı, soyadı

Açılır parantez

Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti

Kapanır parantez.


O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı

Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.


Ya sayfa altında, ya da az ilerde

Eserleri, ne zaman basıldıkları

Kısa, uzun bir liste.

Kitap adları

Can çekişen kuşlar gibi elinizde.


Parantezin içindeki çizgi

Ne varsa orda

Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci

Ne varsa orda.


                                                                             BEHÇET NECATİGİL




Merhaba!

10 Kasım 2020 Salı

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

 

   Atatürk; emperyalist, sömürgeci devletlere karşı verilen ilk örgütlü bağımsızlık savaşının önderiydi. Başarıyla yürütülen ve zafere ulaşan bu bağımsızlık savaşı tüm mazlum milletlere örnek olmuştur. Bu bağımsızlık savaşı verilirken İngilizlerin en çok korktuğu, Kuvayi Milliye ve bağımsızlık düşüncesinin, kendilerinin yönettiği sömürgelere sıçrayacağı, yayılacağı ve oralarda filizlenip büyüyeceği idi. Nitekim Türk bağımsızlık savaşı, bütün mazlum milletlere, Hindistan'ın bağımsızlık kazanmasına, Cezayir bağımsızlık savaşçılarına örnek oldu. (ALEV COŞKUN - Cumhuriyet Kitap)


***


   Hindistan, Irak, Suriye ve İran'daki ilerici hareketlere; Çin'de, Yugoslavya'da, Küba'da, Cezayir'deki devrimcilere ilham veriyor bizim Cumhuriyetimiz. O nedenle İran Şahı Rıza Pehlevi; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı (1937) imzalandıktan sonra, Atatürk'e yolladığı telgrafta şöyle diyor: "İmzacı devletler, sizin emperyalistlere karşı verdiğiniz mücadele sayesinde var olmuşlardır. Bu sonucu size ve Türk milletine borçluyuz." (BARIŞ DOSTER - Cumhuriyet Gazetesi)


***



   1930'ların hemen başı. Ziraat Enstitüsünde öğrenciler bir tiyatro eserini sahneye koyacaktır. Aylarca çalışılır. Son provada Hadiye isimli genç kız düşüp ayağını kırar. Bu nedenle ertesi gün Halkevi'ndeki temsilde sahneye çıkamaz. Gazi'nin de eseri izlemeye geleceği anlaşılınca Hadiye'nin üzüntüsü daha da artar. Temsil günü Hadiye gözyaşı dökerken evin kapısı çalar. Gelen kişi "Bunu size Gazi Hazretleri gönderdi" diyerek bir kutu uzatır. Hadiye kutuyu açınca gülün üzerine iliştirilen bir notu görür: "Acil şifalar dilerim kızım. Kemal Atatürk". İşte bu anı bize 'İnsan Atatürk'ü layıkıyla tarif eder. Hadiye okulunu bitirir, Türkiye'nin ilk kadın ziraat mühendisi olur. (TOLGA AYDOĞAN - Atatürk'ün izindekiler / Cumhuriyetin Unutulan Kahramanları)




İzindeyiz!    

7 Kasım 2020 Cumartesi

BOLİVYA-LİTYUM-EMPERYALİZM

 

Bolivya, adını bağımsızlık mücadelesi kahramanı Simon Bolivar'dan alan Bolivya, merhaba!



   Darbeye bir de bu gözle bakın: Bolivya'da yapılan ABD destekli darbenin ardından ülkedeki lityum üretimini kamulaştırma süreci durdu. Darbenin ardından lityum pili kullanan Tesla şirketi başta olmak üzere çokuluslu şirketlerin hisseleri yükselişe geçti. (soL Haber - 12 Kasım 2019)


***


   Emperyalist düzenin yarattığı akılsızlık kültürel bir gelişime, teknolojik aşamalara sevinmemizi engelliyor, çünkü hemen süngüler emekçi sınıflara dönüyor. 

   Son yüz yıla damgasını vuran petrole dayalı binek araçlarından elektrikli olanlara geçişe tanıklık ediyoruz. Daha önümüzdeki yıl üretilen otomobillerin %6'ya yakınının elektrik ile de çalışacağı söyleniyor. Ancak elektrikli bir otomobilin tekrar şarj edilene kadar makul bir mesafe kat edebilmesi için binlerce cep telefonunu çalıştıracak kadar lityum piline gereksinimi bulunuyor. Bu gereksinim lityumu dünyanın en stratejik madenlerinden biri haline getiriyor. Hatta lityumun 21. yüzyılın petrolü olacağı iddia ediliyor.

   Sadece elektrikli otomobil diye düşünmeyin, birçok elektrikli araçta kullanılacak lityum pilleri pazarının çok geniş olduğunu hatırlatalım. Çin şimdiden lityum pil pazarında güçlü rakiplerine rağmen bir tekel oluşturmuş durumda. Çinli şirketler halihazırda dünya lityum pil üretiminin %60'ını kontrol ediyor. Ancak bu kadar lityum nasıl elde edilecek? Aşağıdaki grafik, lityum kaynaklarının ulusal ekonomilere dağılımı konusunda fikir veriyor.


   Fark ettiğiniz gibi Çin'in hatırı sayılır bir lityum kaynağı var, ayrıca lityum petrol gibi tükenmiyor ve tekrar dönüşüme uğratılarak kullanılabiliyor. Ama buna rağmen Çin'in kendi kaynağı yetmiyor ve dünyada nerede lityum kaynağı varsa Çinli şirketler oradalar. Avustralya'daki lityum madenleri bir Çin-Avustralya ortaklığı tarafından işletiliyor. Çin'in başlıca enerji tekellerinden Tiangi'nin Şili'deki lityum rezervlerini işleten şirketin hisselerini büyük ölçüde aldığı söyleniyor. Bolivya'da ise darbeden önce geçtiğimiz şubat ayında hükümetin bir Çin şirketiyle yaptığı anlaşma Çin'e Bolivya'daki dev rezervi önemli ölçüde kontrol etme şansı veriyordu. Oysa ABD'deki Tesla, General Motors gibi tekeller de lityum peşindeler, hele arka bahçeleri olarak görmeye alıştıkları Güney Amerika'ya Çin'in bu hızlı girişini engellemek için yapmayacakları şey yok. 
   Emperyalist hegemonya krizi yükselir ve kritik bir noktaya gelirken lityuma ulaşma ve kullanma hakkı başlıca bir gerilim yüzeyi haline geliyor. Bolivya'daki ABD yanlısı darbe doğal olarak lityum kaynakları ile ilişkilendiriliyor. (ERHAN NALÇACI - soL Haber) 



***




EVO MORALES


    Bolivya'da dün gerçekleştirilen başkanlık seçimlerini, ülkede ABD destekli darbenin ardından istifa eden eski devlet başkanı Evo Morales'in partisi Mas'ın adayı Luis Arce kazandı. 
    Bolivya'da bir önceki başkanlık seçimlerini kazanan Evo Morales'e karşı başlatılan ABD destekli sağcı muhalefetin saldırıları darbeyle sonuçlanmıştı. Seçim sonuçlarını tanımayan sağ muhalefetin şiddetin dozunu artırmasıyla iç savaşın eşiğine getirilen ülkede Morales, yurttaşlarının daha fazla zarar görmemesi için görevi bıraktığını açıklamıştı. Kendisi hakkında tutuklama kararı çıkarılan Morales, ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Morales'in istifa etmesinin ardından, İkinci Senato Başkan Yardımcısı Jeanine Anez, kendisini devlet başkanı ilan etmişti. 
  Bolivya'da 6 Eylül tarihinde yapılması planlanan başkanlık seçimleri, darbe yönetimi tarafından pandemi bahanesiyle sürekli ertelenmişti. Erteleme kararlarını kabul etmeyen Bolivya halkı, ülke çapında büyük protestolar gerçekleştirmişti. Halkın baskısı sonucunda Yüksek Mahkeme, seçim tarihinin en geç 18 Ekim'de olması kararı vermişti. (soL Haber - 19 Ekim 2020)



***



   Bolivya'da seçimleri sosyalistlerin kazandığının kesinleşmesinin ardından Elon Musk'ın firmasının hisseleri sadece bir saatte büyük bir düşüş gerçekleştirdi. 
  Cunta hükümetinin lityum işletmelerini özelleştirmek için adımlar attığı Bolivya'da darbe ittifakının seçimlerde kaybetmesinin ardından Telsa Inc'in hisselerinde ani bir düşüş yaşandı.
   Elon Musk daha öncesinde Bolivya'daki darbeye olan desteğini "Kime istersek ona darbe yaparız! Aşın bunları." ifadeleriyle dile getirmiş, ancak sonrasında söz konusu ifadeleri içeren sosyal medya paylaşımını silmişti.
   2019'da gerçekleşen ABD güdümlü darbeyi takiben lityum pili kullanan Tesla şirketi başta olmak üzere çokuluslu şirketlerin hisseleri yükselişe geçmişti. Darbenin hemen ardından Tesla şirketinin hisseleri, hafta başında yüzde 2,36 oranında artmıştı. (soL Haber - 19 Ekim 2020)



***



Bunlar, 
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar, 
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
   Tanı da büyü... 

     

AHMED ARİF







Merhaba!

1 Kasım 2020 Pazar

BAHAR YİNE GELECEK

 



   Sanki her şey bitecek, bir daha hiç başlamaz diye düşünürken araya giren umut, güneşli güzel günlerden: Pastırma yazı. Hem ne kalmıştır üstelik; aralık, ocak, şubat sadece; sabret, bahar yakın. Hayat döngüdür... Dönüp yerine gelecek yine kızaran güneşin kayısı rengi. Leylekler gitti; gamlanma, dönecekler. Çocuklar büyüyecek. Kadınlar güzelleştikçe güzel, erkekler her zamankinden güleç... (ONUR CAYMAZ - Aydınlık)



  Yaz sonu geldi yine.

  Dört mevsimde neler olup biter, düşünsenize.

  Hayat kendini tekrar ederken, biz hayatta kalanlar biraz daha yıpranırken, dünya hep yeniden başlar.

 Mesela bizim buralarda, Ayvalık'ta, toprak kısmen donar. Daha yukarılara çıkarsan kar da yağar. Toprak uykusundayken bahar yağmuru bir başka düşer üzerine. Haber verir ben geldim diye. Yağmur yumuşatır, güneş ısıtır toprağı, uyku biter ve uyanır uykuda olan ne varsa. Kökler salınır derinlere. Yüzeye çıtır çıtır genç bir yeşillik yayılır, arada papatyası, gelinciği gülüşür. Su yürür ağacın dallarına, çiçeğin yaprağına. Dallar bir sevgilinin kolları gibi güçlenir. Arılar sevgililer arasında bir meşk yolculuğuna çıkar, birinden diğerine taşır aşk sözcüklerini. Meyveye döner ağacın çiçekleri. Olgunlaşanlar kendiliğinden dökülür. Çifter çifter uçar kırlangıçlar. Salyangozlar gül dalına meyilli, sincaplar cevize sevdalı yürür.

  Sonra eski evlerde sobalar sökülür. (İCLAL AYDIN - Kalbimin Can Mayası)  


  


   Güneş, kış boyu soğuktan ışığı çekilmeye yüz tutmuş titrek dudaklarını sınıfımızın camına dayadığında, dünyanın doğusunda bir yerlerden büyük bir kervan çıkardı yola. Aralarında her türden bitkinin, meyvenin, rüzgârın, yağmurun, tırtılın, kelebeğin, kuşun, sineğin kısacası büyüklü küçüklü her cinsten hayvanın da bulunduğu ucu bucağı görünmeyen bu kervanın başında, elinde kavalı, ince uzun, filiz gibi tazecik ve yeşil bakışlı bir oğlan yürürdü. Eteklerine sürünerek geçtiği dağlarda uyuyakalmış kar tepelerinin donuk iskeletlerini çatırdatarak koca dağı yeniden hayata buyur eden ezgiler salardı ortalığa. Bu ezgilerle toprak ısınır, su kaynaşır, rüzgâr hızını keserdi. Biz bahar derdik ona! (AYŞE DÜNDAR - Gökbilimcinin Salyangozu)




Merhaba!