27 Eylül 2015 Pazar

YAŞAR KEMAL ANADOLUDUR





Yazar bir yere aittir evet, o aidiyetini yazdığı dil belirler. Bu anlamda Yaşar Kemal Türkçedir, Anadoludur.

FERİDUN ANDAÇ








"Türkçe Yaşar Kemal'in çocukluk arkadaşıdır adeta, birlikte büyümüşlerdir."

HAYDAR ERGÜLEN






   Yıl 1974...Yaşar Kemal, Elia Kazan ve ben bir yolculuğa çıktık...İstanbul'dan başlayıp otomobille Truva, Bergama, İzmir..."Amerika, Amerika" filminin yasaklanması nedeniyle Elia Kazan'ın Türkiye'ye gelmeye korktuğu, daha doğrusu gizli geldiği günlerdi. Yol boyunca Yaşar Kemal bize Homeros'u, İlyada'yı anlatıyor. Anlatıyor mu dedim? Anlatmıyor, yaşıyordu...
   Bergama'da dolaşmaktan yorgun düşmüştüm. Bir taşa tüneyip dinlenirken onlar hoplaya zıplaya uzaklaştılar. Bir ara yanıma bir delikanlı geldi. Bütün gün her taşa, her sütuna eğilerek geziyi sürdüren Elia Kazan'la Yaşar Kemal'i göstererek "Kim bunlar" diye sordu. Ben de ona, "Neden sordun ki", dedim. Çocuk, "Deminden beri onları izledim. Biri Türkçe konuşuyor, öteki İngilizce ama bir anlaşıyorlar, bir anlaşıyorlar; ben bu işten bir şey anlamadım" dedi. "Biri İngilizce öğretmenim, (gizli geldi ya, öyle diyorduk) öteki Yaşar Kemal" deyince çocuğun yüzü aydınlandı ve şöyle dedi: "Ha o zaman anlaşıldı. Yaşar Kemal Toroslar'da ağaçlarla, sularla, dallarla, çiçekler, böcekler, arılarla bile konuşur anlaşırmış. Bu İngiliz'le mi anlaşamayacak!"
    
ZEYNEP ORAL










Koca Yaşar Kemal. Ulu çınar. Anadolu'nun yüce çınarlarından biri. "Daldan eğme değil, kökten sürme."

Topal karıncanın dostu, karıncanın su içtiği yer. Türkçeye su veren usta.

HAYDAR ERGÜLEN







   2007 yılı. Sonbahar. İtalya'nın ünlü La Scala Operası'nda Yaşar Kemal'in 1953'te yazdığı "Teneke" operasının prömiyeri var. Milan'dayım. 
   Eseri besteleyen Fabio Vacchi...Sahneye koyan sinema dünyasının efsanevi yönetmeni Ermanno Olmi...Sahne ve kostüm tasarımını yapan ünlü heykeltıraş Arnaldo Pomodoro...Benim "devlerin buluşması "diye nitelediğim muhteşem bir yaratıcı ekip!
   Görkemli opera salonu ağzına dek doluydu. Şeref locasında ev sahibi rolünde kraliçe edasıyla oturan Leyla Gencer'in yanında oturan Yaşar Kemal, kocaman bir çocuktan farksızdı...Heyecanını gizlemeye çalışan kocaman bir çocuk...Opera sona erip, millet ayağa fırlayıp alkışladığında, tüm kadroyla birlikte Yaşar Kemal'de sahnedeydi...Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Durdu durdu, herkesle birlikte bir kaç kez selam verdi, sonra...Sonra bir anda döndü, hemen yanı başında duran Arnaldo Pomodoro'yu kucaklayıverdi. Ama ne kucaklayış!  Sıcaklığı, tüm operayı sardı! Adamın ayakları yerden kesildi;Yaşar Kemal'in kollarında kayboluverdi. Sanki "Sen misin  Anadolu'yu sahneye taşıyan, işte Anadolu kucaklaşması" der gibiydi...
   Bu sahneyi benim gibi gözyaşlarıyla izleyen bir İtalyan arkadaşım, sonradan şöyle diyecekti: O kucaklaşma anı, tıpkı romanları gibiydi. Öylesine sahici..."

ZEYNEP ORAL










"İri cüssesi ve tok sesiyle, herhangi bir mekana girdiğinde, o mekan silme Yaşar Kemal kesilirdi."

IŞIL ÖZGENTÜRK








Merhaba!

20 Eylül 2015 Pazar

SAVAŞ VE GERÇEK




   "Önce ekmekler bozuldu sonra her şey...Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı. Savaş kelimesi dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. Radyolarda marşlar, nutuklar şaşkın insan sürülerinin üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu. Tramvaylar, vapurlar sabahları, akşamları tıklım tıklım daima aceleci, sinirli, telaşlı bir kalabalığı şehrin bir ucundan öteki ucuna taşıyıp duruyorlardı."



OKTAY AKBAL
(Önce Ekmekler Bozuldu)






                                                                          

                                                                           
Ailesiyle Suriye'deki savaştan kaçan 13 yaşındaki Kenan'ın sözleri de sığınmacı dramının faillerini ve Batı ülkelerinin sığınmacılara yönelik tavrını tüm gerçekliğiyle gözler önüne serdi. Gittikleri ülkelerde hoş karşılanmadıklarını söyleyen Kenan dünyaya önemli bir mesaj verdi:









   Ölüm tacirleri son dönemde özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki ülkelere sattıkları silahlardan milyarlarca dolar kazanmaya devam ediyor. Bu işten en çok kârlı çıkan doğal olarak silah satan ülkeler ve bunlara aracılık eden taşeronlar. Yılda en az 250 milyar dolar hacmi olduğu bilinen Ortadoğu silah pazarının da "büyük oyuncuları" ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa...Ortadoğu'da son dönemde yaşanan Suriye, Irak ve Yemen benzeri krizlerin Amerikan silah sanayii için ortaya çıkardığı yeni "fırsatları" geçtiğimiz aylarda New York Times gazetesi yazmıştı. Ortadoğu'daki çatışmalara fiili müdahalede bulunmaya başlayan petrol zengini körfez ülkelerinin Amerikan silah şirketleriyle milyarlarca dolarlık yeni silah anlaşmaları için masaya oturduğunu aktardı. 
   Son bir yılda Fransa'dan Lübnan'a 3 milyar dolarlık silah gönderildi. Silahların maliyeti Suudi Arabistan tarafından karşılandı. Suriyelilerin yurt dışında sığındığı ülkelerin başında 1 milyon 140 bin mülteciyle Lübnan başı çekiyor.
   Almanya'nın toptan silah ticaret hacmi 5 milyar 850 milyon euroya yükseldi.  

(GAZETELER)






"Gerçeği susturup, yeraltına gömseniz bile, büyüyecektir."



EMİLE ZOLA








Merhaba!

13 Eylül 2015 Pazar

ÖNCE EKMEKLER BOZULDU




"Kapitalizm, er ya da geç kendi krizini yaratacaktır."


KARL MARX







   Birleşik Amerika, özel teşebbüsün gücüne inanan yalnız kovboyunu; onun hayalperest ve iyimser bireyciliğini; aslında uluslararası sermaye örgütlenmesini rahatlatmak için, çocukluğundan başlayıp, herkese aşılıyordu.
   Bulmacanın çözümü, medyayı - sinema dahil - krema burjuvazi dışındaki kalabalığı avutmak ve oyalamak için, usturuplu kullanabilmekte yatıyordu: Eğer halk, eğitim ve öğretimde, 'akıllı' yöntemlerle 'cahil' bırakılırsa; gözden ve kulaktan alacağı telkinler, onu 'Amerikan Rüyası' na inandıracaktı.




ATTİLA İLHAN







İnsan olmanın suç sayıldığı karanlık ormanda,
Sevenin eli sevilenin elini elyordamıyla arayıp buldu.
Görür dedi, gözün görmediğini ozanın sözü,
Gördü Marx'ın gördüğünü: Önce ekmekler bozuldu.

HÜSEYİN HAYDAR
(Oktay Akbal için)


OKTAY AKBAL








   M'ba, Afrika 'milliyetçisi' piyano siyahı o zenci kız, Montparnasse'daki Dupont'un orta katında oturur, bardağını pembe avcunda  ısıtarak, akşam yemeğinden sonra, bir Calvados içerdi; o zamana kadar, hemen hiç kafa yormadığım, yeni sömürgecilik bahsinde, hayli kitap karıştırmıştı; sık sık derdi ki:
   "...eskiden, toprağı sömürge edinirdi bunlar, Üçüncü Dünya'nın uyanışından sonra, ülkeyi değil pazarı sömürge ediniyorlar! Arada fark çok: ikincisinde sen kendini 'hür' ve 'bağımsız' sanıyorsun: hatta, 'kalkındığına' bile inandırabilirler: Pazar, bütünüyle ona bağımlı olduktan sonra, 'kalkınmışlığın' ne yazar: malı onlar götürüyor!"
   Nüansı, epeyce sonra anlayabildim: pazarı sömürge edinmek, zaten senin bir miktar kalkınmışlığını gerektiriyor; onu, orman ve gıda, turizm ve tekstil gibi hantal endüstrileri sana bırakarak sağlıyorlar; tabir-i meşhuruyla 'bölgenin manavı, kasabı, bakkalı oluyorsun', son zamanlarda, 'tuhafiyecisi' ve 'manifaturacısı'; peki, bunların getirdiği dövizi sana bırakırlar mı, yağma yok, işte o zaman onlar için senin pazarın bir sömürgeye dönüşüyor; çünkü kazandığın dövizleri, onlardan ithal edeceğin mallara yatırıyorsun!
   O 'mallar' neler? Ülkenin gerçek kalkınmasına gerekli 'yatırım malları'mı? Elektronik, petro / kimya, sibernetik ya da uzay teknolojisi üretmek için araç gereç mi? Bekle! Seni, alacağın şeyler için de 'şartlandırıyor', bu maksatla kullandığı en büyük alet, media dediğimiz o yanar-döner dünya: sinema, televizyon, şov ve pop dünyası, hatta renkli ve lüks baskılı dergiler, magazin basını vs. Söylemiştim ya, bizim nesil, coca-cola'yı filmlerde gördü, pizza yemeyi oradan öğrendi; 'araba merakını', 'beyaz perde'den kaptı. Çocukluğumuzda, Henry Ford'un fabrikalarında günde bilmem kaç araba üretildiğini, bizim gazetelerimizde okur, şaşardık, bunları kim alır diye; meğer, bizim çocuklarımız ya da torunlarımız alacakmış! Üstelik, kendi toprağımızda üretildiği için, kendi malımızdır zannederek!
   ABD Ticaret Bakanlığı'nın iki yıl süren büyük bir araştırmadan sonra, Türkiye'yi en çok gelişen 'stratejik pazarlar' arasında saydığını yazmıştım değil mi?




ATTİLA İLHAN
(4 Mart 1998)







"Yabancılarla içli dışlı oldunmu, sana milli politika güttürmezler.
Direnmeye başlarsan, birini musallat edip yenik düşürürler."


KEMAL TAHİR








      MUHAMMED MUSADDIK, İran'da petrolün millileştirilmesini sağlayan başbakandır. Başbakanlık yaptığı süre içinde maaş almadığı gibi başbakanlık kurumunun masraflarını da bizzat üstlenen Musaddık, XX. yüzyıl İran tarihinin en önemli devlet ve siyaset adamlarındandır. Musaddık'ın başbakanlıktaki ilk icraatı petrolün millileştirilmesiyle ilgili kanunu uygulamaya koymak oldu. İngilizler'in tehditlerine boyun eğmeden İran petrollerini elinde tutan Anglo-İranian Oil Company'yi tasfiye ederek İngiliz teknisyenlerini yurt dışına çıkardı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ile Lahey Adalet Divanı'nda icraatını savunan konuşmalar yaptı; bu başarılarından dolayı Time dergisi tarafından yılın devlet adamı seçildi. 17 Temmuz 1952'de çıkar çevrelerinin baskısı sonucu istifa etmek zorunda kaldı. Milliyetçilerin ve komünist Tudeh Partisi'nin başlattığı isyanlar üzerine 22 Temmuz günü tekrar başbakanlığa getirildi ve Savunma Bakanlığı da onun uhdesine verildi. Musaddık ordudaki muhalif subayları görevinden uzaklaştırdı; Şah da 16 Ağustos 1953'te Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin gizli planlarına uygun olarak onu azlettiğine dair bir kararname yayımladı. Musaddık, halkın desteğiyle bu kararı akamete uğratıp Şah'ı Roma'ya kaçmak zorunda bıraktıysa da sokak gösterilerinin üçüncü günü Amerikan ve İngiliz istihbarat örgütleriyle iş birliği yapan General Fazlullah Zâhidi'nin düzenlediği bir hükümet darbesiyle iktidardan düşürülerek tutuklandı (20 Ağustos 1953); Şah da yeniden İran'a döndü. Yargılanan ve 21 Aralık 1953 tarihinde önce idam cezasına çarptırılan, ardından cezası üç yıl hapse çevrilen Musaddık 5 Mart 1967'de Tahran'da vefat etti ve Ahmedâbâd'daki evinin bahçesinde toprağa verildi.




MUHAMMED MUSADDIK








Bir suda iki balık kavga ediyorsa bilin ki oradan bir süre önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.

(Kızılderili atasözü)










Merhaba!

4 Eylül 2015 Cuma

ÇOCUKLAR VE ZAMANA DAİR







  Geçen gün satın aldığım bir kibritin arkasında şunlar yazılmıştı:
" Zaman, iki maaş gününün arasındaki zırva."
Egemenliği altında yaşayan insanların çoğuna kapitalizmin sunduğu işte bu bilinç kirliliğidir.

JOHN BERGER
(Zamanın Bir Ressamı-1958)






Bugünden tezi yok diyorum,
Korkmadan, utanmadan
Soyunup pazar enayiliklerini,
Giyinip sevi giysilerini
Bir bayram denemesi yapmalıyız...
Sayılı günler başlamadan.

ÖZDEMİR ASAF









Söylemek istediklerini zamanında söyle. Sonra söz de yemek gibi bayatlar, bozuluverir.

KENAN KARABAĞ
(Kura Çözüldü)







Beni ne kadar çok çocuk okursa, o kadar çok yaşarım.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA









Nasıl ki gecesiz gün yok, gülüşsüz çocuk olur mu? Peki onların ömrünü uzatmak, gelecek düşleriyle onları büyütmek varken; bunca kötülüğü dünyanın derdi olarak çoğaltmanın ne anlamı var?

FERİDUN ANDAÇ










   Yoğun bir günün ardından eve geldiğinde kendisine adeta yapışıp duran ve birlikte oyun oynamasını isteyen çocuğuna oyalanması için bir şeyler arayan babanın gözüne dünya haritası takıldı. Haritayı alıp parçalara ayırdı. Karıştırıp ülkeleri, dünyayı bilmeyen çocuğuna uzattı. "Bunu düzelt!" diyen babasının elinden parçaları alan çocuk kısa bir süre sonra döndü. Babası şaşırdı. Çocuğunun uzun süre oyalanacağını sandığı için şaşkındı. Evden birinin yardım etmediği de ortadaydı. Baba sordu: "Bu kadar kısa bir zamanda nasıl yaptın?" Çocuk "Parçalara ayırdığın haritanın arkasında insan resmi olduğunu gördüm. İnsanı düzeltince, dünya da kendiliğinden düzeldi" yanıtını veriyor.

MAURİCE MERLEAU - PONTY









AYLAN KURDİ
(Fotoğraf: Nilüfer Demir - 2 Eylül 2015)

(Ailesiyle birlikte Türkiye üzerinden Yunanistan'a gitmeye çalışırken teknenin batması sonucu Bodrum'da cansız bedeni sahile vuran Suriyeli bebek.)








Ne ah edin dostlar,
ne ağlayın!
Dünü bugüne 
bugünü yarına bağlayın!

NAZIM HİKMET
(Şeyh Bedrettin Destanı)










Merhaba!