27 Aralık 2015 Pazar

DOĞAYA DAİR






   Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...

Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?

Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?

Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?

Koklamak, duymak, dokunmak yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

MÜŞFİK KENTER









   Goril Koko, şüphesiz dünyanın en meşhur gorili. Goril Koko'yu meşhur eden özelliği ise işaret dili ile iletişim kurabilmesi. Goril Koko, 1971 yılında San Francisco Hayvanat Bahçesi'nde dünyaya geldi. En yakın arkadaşı Francine "Penny" Patterson ile Amerikan İşaret Dili'nin özel bir şeklini kullanan Koko, binden fazla işaret biliyor.
   Goril Koko, Paris'te devam eden İklim Zirvesi'ne şu video mesajı gönderdi:
   "Ben Koko. Ben çiçeğim, ben doğayım. İnsanları seviyorum, dünyayı seviyorum, ancak insanlar salak, salak! Çok üzülüyorum, ağlıyorum. Zaman azalıyor, dünyayı düzeltmeliyiz, Ona yardım etmeliyiz. Çok çabuk olmalıyız, doğa sizi görüyor. Teşekkürler."
   Bir hayvanın kendi türünün ya da diğer hayvanların yararına iletişime geçmesi oldukça nadir rastlanılan bir durum, ancak Koko bunun yaşayan bir kanıtı. Sevgili dostumuz Koko, mesajında kullandığı cümlelerde dünyadaki tek türün insan olmadığını bizlere bir kez daha hatırlatıyor.




   Goril Koko ile Robin Williams arasında da müthiş bir arkadaşlık vardı. 2014 yılında hayatını kaybeden Robin Williams, bir belgesel çekimi için 2001 yılında, Goril Koko ile bir araya gelmişti. Williams, daha sonra yaptığı röportajda Koko ile geçirdiği zamanın unutulmaz olduğunu belirtmişti. Williams'ın ölüm haberini alan Koko'nun, o sıralar sessizleştiği ve içine kapandığı belirtilmiş, vakfın çalışanları da Koko'nun ağladığına şahit olduklarını bildirmişti.














Hayvanlar konuşmadıkları için
Kim bilir ne güzel düşünürler

MELİH CEVDET ANDAY








Merhaba!

20 Aralık 2015 Pazar

NÂZIM HİKMET







   Ekmek paramı çıkarmak için cezaevinde berberlik yapıyordum. Bir gün otururken, Nâzım Hikmet içeri girdi. Orada bulunanların hepsi ayağa kalktı. Ben de aynanın önünde oturuyordum. Benim yanıma gelip, "Merhaba İbrahim, senin resmini yapmak istiyorum" dedi. Ben istemedim, "Ben de ressamım, kendi resmimi aynaya bakarak yapabilirim" dedim. O zaman "Sen benim resmimi yap" dedi. Daha resmini bitirmeden kağıdı elimden çekip aldı ve diğer resimlerimi de görmek istedi. Sonrasında resim çalışmalarını birlikte hızlandırdık. O benim ustamdı. Bana boyalar, fırçalar verdi. Çok destekledi. O yıllarda kendisini ziyarete gelen önemli kişilere, resimlerimi gösterip, beni tanıtıyordu. Hatta Kemal Tahir'e yazdığı mektupta "Ben burada, içeride bir ressam Yunus Emre keşfettim. Köylü, köy mektebinde okumuş. Yaptığı resimleri görünce, milletimle bir kere daha övündüm" diyordu. Ayrıca bana sosyoloji, ekonomi politika ve felsefe konularında da bilgiler verdi, kültürle donattı. Gerçekten büyük adamdı. Adeta bir güneşti. Beni ışığıyla aydınlattı. Onun gibi insanlar kolay kolay gelmez. 




İBRAHİM BALABAN





Köprüden emanetçi Nuri Efendiye verip
bir servi sandık yollasa bana memleketim İstanbul
bir gelin sandığı
Çınnn diye çıngırağını çınlatıp kapağını açsam
iki top şile bezi
iki çift bürümcük gömlek
kılaptan işlemeli mermerşahi mendiller
Edirne sabunları
tülbent torbalarda lavanta çiçeği
ve sen çıksan içinden
Vay anam vay ne kadar güzelsin
Gülüşünde İstanbul'un abu havası
İstanbul'un lezzeti bakışında
A benim sultanım efendim, izin versen
ve cüret edebilse Nâzım Hikmet kulun
koklayıp öpmüş gibi olacak yanağını İstanbul'un

NÂZIM HİKMET










    "Ben büyük değilim. Halkımın sıradan ve gariban bir ozanıyım. Buna inanıyorum ve onur duyuyorum. Bazı adamlar "Son elli yılın en iyi kitabını ben yazdım" diyorlar. O, kendi iddiası muhteremin. Nâzım Hikmet'in memleketinde böyle laflar edilir mi?"


AHMED ARİF










Merhaba!

13 Aralık 2015 Pazar

ALIN TERİNİNDİR YARINLAR





İBRAHİM BALABAN





Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova'nın tütünü, Kütahya'nın çinisi,
Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yar dizi
Güzel değildir.

ENVER GÖKÇE








   Karl Marx, Komünist Manifesto'da (1848) geleceği görerek şöyle demişti: "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti! Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek için ittifak kurdular."
   25 Aralık 1991'de Kremlin'deki kızıl bayrak indirilene kadar dünya burjuvazisi bu hayaletin nefesini ensesinde hissetti. Elbette bu kovalamacanın dünya halkları için olumlu sonuçları da oldu. Bugüne kadar dünya işçi sınıflarının bütün hakları sosyalizm mücadelesi, daha doğrusu dünya burjuvazisinin komünizm korkusu sayesinde kazanılmıştır. Orta sınıflar bu korku sayesinde var olmuşlardır. Komünizm korkusu dünya burjuvazisinin, özellikle 20. asrın ortalarında sosyal demokrasiyi güçlendirmesini sağladı. II. Enternasyonal'in mirasını sırtlayan sosyal demokrasinin burjuvaziyle izdivacı "refah devleti" anlayışını doğurdu. Kârları artırmak, ekonomiyi sürekli büyütmek tehlikeliydi; "toplumsal kalkınma", "refahın tabana yayılması", yanı sıra insanların eğitim, sağlık, güvenlik ihtiyaçlarını kısmen de olsa karşılamak gerekiyordu. Aksi halde "kaos/anarşi" çıkardı; siyasi grevler olur, ipin ucu kaçarsa işçiler silahlanır, maazallah komünizm hayaleti ufukta belirirdi; zira Lenincilik, Maoculuk kapitalist ülkelerde kol geziyor, gençliğin zihnini tutuşturuyordu.
   Sosyalizmin varlığı kapitalizmi ehlileştirmiştir.
   O beğenmediğiniz "Berlin Duvarı" yıkıldıktan sonra dünya burjuvazisinin korkuları sona erdi. Willy Brandt, François Mitterand gibi adamlar sahneden çekilirken, Tony Blair gibi alçakların "üçüncü yol" numaraları nasıl ortaya çıktı sanıyorsunuz? Her şeyin maddi ve siyasi bir temeli vardır.
   Bugünün dünyasında komünizm hayaleti yok. Kapitalizmin vahşi piyasaları milyonları öğütüyor; orta sınıflar yok olmak üzere; meslek sahibi hızla proleterleşiyor; Akademi çürümüş; sosyal hayat sanal alemlere taşınmış, insanlar yüz yüze görüşecek ya da kitap okuyacak yerde internet bağımlısı olmuş. Kapitalizm insanların zihnini ele geçirmiş. Kazanılmış bütün haklar birer birer geri alınıyor. "Sosyal refah, kalkınma" falan hikaye! Şu gelir eşitsizliğine, silahlanma yarışına, paylaşım savaşı iştahına bakın! Güçlü bir uluslararası sosyalist akım olsaydı emperyalizm mazlum milletlere bunca alçaklığı yapabilir miydi?
   Paris komünü iki ay, insanlığın Ekim Devrimi'yle başlayan sosyalizm deneyimi ise aşağı yukarı bir asır sürdü. Fakat tarih devam ediyor. Yine korkacaklar! (YAVUZ ALOGAN-Aydınlık Gazetesi)






Alın terinindir yarın
Yok olup gitmenin telaşında katiller
Durduramaz savaş ortasında yürüyüşü
Saflarda düşenler

SENNUR SEZER










Merhaba!

6 Aralık 2015 Pazar

BİR GARİP AŞIK






   
   "Bir gün defterimi istedi ve başladı yazmaya, sonra da 'Al bakalım düşes' dedi, bana 'düşes' derdi: 'Size şiir yazdım.' Baktım, 'Sere Serpe' şiiri!"





   Bir başka gün, yine yan yana sessizce oturuyorlar. Bella ders çalışıyor, ancak Orhan Veli bu kez sadece susmakla kalmıyor hiçbir şey yapmıyor. "Oysa ya resim yapar, ya şiir yazar ya da bir şeyler okurdu. Ben de 'İyi misiniz, gemileriniz mi battı' dedim. 'Bir şeyim yok' dedi, 'Ama ne yazıyorsunuz ne de çiziyorsunuz, bir şeyiniz var' diye üsteleyince 'Evet var, biliyorum ama anlatamıyorum' demişti. Sonra da o ünlü 'Anlatamıyorum' şiirini yazıp 'Buyrun bunu size hediye etmek isterim' demişti."


Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilemezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.


   Bella Orhan Veli'nin çok yakın bir arkadaşıydı. Şairin en çalkantılı şiirlerini yazdığı yıllarda kur yaptığı kadınlardan biri. Bu sevdayla karışık hoşlanmaya hiçbir zaman karşılık vermedi Bella Hanım. Lâkin adı gibi biliyordu Orhan Veli bir şairdi ve şairler birçok kadına aşık olabilecek kapasiteye sahipti huyları kurumasın. Ama arkadaşlıkları Orhan Veli ölene kadar devam etti. Cenazesinde gizli bir köşede ağlayan küçük kadın da sere serpe yatan Bella Eskenazi'ydi.






şiir gibi bakan kadınları
 şiirden anlayan adamlar sevmeli.
sevmeli ki, ziyan olmasın o mısralar..

ya da, şiir gibi bakan kadınlar
şiirden anlayan adamları sevmeli.
sevmeli ki, ziyan olmasın o mısralar..

ya da onun gibi bir şey işte..

ERTUĞRUL BAYAM







Merhaba!

29 Kasım 2015 Pazar

UMUT ŞİİRDE



"Bir toplumda ozan yoksa, yetişmemişse, yetişmiyorsa o toplum bir süre sonra tarihten de silinir. Ozanı olmayan, şiirden yoksun bir toplum yok olur gider."


OKTAY AKBAL





Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!




TEVFİK FİKRET




Ah yaktık şu mübarek vatanın her yerini
Saçtık eflake kadar dudunu ateşlerini
Kapadı gözde olanlar çıkacak gözlerini
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini

(Ah şu mübarek vatanın her yerini yaktık
 Dumanını ve ateşlerini de göklere kadar saçtık
Gözde olanalar çıkacak gözlerini kapadı
Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı
Yazısı kara anasını kurtaracak yokmuş)




NAMIK KEMAL





Atatürk, Namık Kemal'e ve Tevfik Fikret'e çok şey borçludur.
Namık Kemal vatan yokken vatan diyor.
Tevfik Fikret özgürlük yokken hürriyet diyor.
Başka ülkelerde bu yok.
Fransa, Almanya vb. gibi değiliz.
Biz özgünüz.
Türkiye'yi şairler yarattı.
Gerçekten Namık Kemal Osmanlı İmparatorluğu varken, vatan üzerine şiir yazıyordu.
Tevfik Fikret Osmanlı'da şeriat hukuku geçerliyken 'mürit'ten, 'kul'dan, 'tebaa'dan değil, 'insan'dan söz açıyordu.
Türkiye'yi şairler yarattı.
Edebiyatçılarımızın varoluşumuzdaki katkıları çok büyüktür.
Mayamızda şiir var.




İLHAN SELÇUK






Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile,
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası. 
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?




AHMED ARİF







"Şiir yazılan toplumda asla umut kesilmez."


CEYHUN ATUF KANSU







Merhaba!

24 Kasım 2015 Salı

HALKIN ÖĞRETMENİ




Mademki biliyorsun, neden öğretmiyorsun?
Zamanını boşa geçirdin ne işe yaradı?

(Sümer Atasözü)








Ben bir öğretmenim
Işık sürerim ekmeğime
Sevgi sürerim
Mesleğime boynuz takamam
Sonra nasıl bakarım
Çocuklarımın yüzüne



ALİ YÜCE







   Köy enstitülü öğretmenlere kadar, Türkiye'deki öğretmen okullarının mezunlarının büyük bölümü, okul ve ev dışındaki zamanlarını şehirlerdeki öğretmen derneklerinin lokallerinde veya şehir kulüplerinde kağıt oynayarak geçiren, halkla ilişkisini sınırlı tutan, öğrenciyi yaratıcı ve sorgulayıcı biçimde yetiştirmek ve halkı eğitmek gibi bir derdi olmayan, günün koşullarına göre iyice bir aylık alan bürokratlaşmış öğretmenlerdi.
   Halbuki köy enstitülerinin mezunlarının çok büyük bölümü üretken, sorgulayıcı, ekip çalışmasına alıştırılmış, dik başlı, özgüvenli, atak, toplumsal sorumluluk duygusu taşıyan, mesleğini çok önemseyip seven, mesleğini kimliği haline getirmiş, Türkiye'nin demokratik devriminin kazanımlarının önemini kavramış öğretmenlerdi. Kendilerinin cumhuriyeti koruma ve halkı eğitme gibi bir misyonlarının olduğuna inanmışlardı ve birçok sorunun çözümünün eğitimden geçtiğini düşünüyorlardı.(YILDIRIM KOÇ- Aydınlık Gazetesi)





Yıl 1946
Düziçi Köy Enstitüsünde
Bu dünyaya ayak bastım ben
Ekmeğime ışık sürdü Tonguç
Eşitlik özgürlük sürdü
Sevgi doldurdu gönlüme
Bin yıllık uykudan uyandım
Bir gramcık bilgi için
Tırmanmadık yokuş koymadım ben
Saç döktüm ömür tükettim
Öğrenmeye doymadım ben


ALİ YÜCE
















Merhaba!

20 Kasım 2015 Cuma

PERDE ARKASI







Yaşamak gerekiyorsa eğer,
Bir çocuk oyunu kadar renkli olsun.
Dünyayı kardeşlik dallarında,
Uçan kuşlar doldursun.
Sen dargınlık ağacı barış ve yemiş ver.

Birleşiniz bütün dünya çocukları,
Kalp kırılmadıkça sürüp gider oyun.
Yorulunca bir dost sesiyle uyuyun,
Sabah, kalbinize örtsün şafakları...

CEYHUN ATUF KANSU









   Silah satan ülkelerin en büyük pazarı Orta Doğu. Orta Doğu'da önümüzdeki 10 yıl içinde 110 milyar dolarlık bir satış pazarı olduğu belirtiliyor.
   2014'te en çok silah satan ülkeler:
   1- ABD: 23,7 milyar dolar
   2- Rusya: 10 milyar dolar
   3- Fransa: 5 milyar dolar
   4- Birleşik Krallık: 4,2 milyar dolar
   5- Almanya: 3,6 milyar dolar
   6- İtalya: 2 milyar dolar







Batı'nın perde arkasına bakmasını beklemeyin, çünkü orada Batı'nın ta kendisi var.







   Mülteciler için Avrupa'ya acil çağrı: Ege cesetlerle doldu hemen harekete geçin.
   Sevincini ve daha güzel yarınlar umudunu bizlerle paylaşan Yunanistanlı doktor şunları ifade ediyor: "Hayatımın en güzel anlarından bir tanesi. Bir bebeğin Midilli'nin Skamia bölgesinde Ahaialı  doktorlara gülümsemesi..." (Milliyet Gazetesi)














Merhaba!


15 Kasım 2015 Pazar

PATATES KITLIĞI






   1960 yılında Dışişleri Bakanlığı'nda göreve başlayan Taner Baytok, Abu Dhabi, Kopenhag ve Bern'in yanısıra İrlanda'nın başkenti Dublin'de de görev yapar. "Dış Politikada Bir Nefes" adlı anı kitabında 19. yüzyılda İrlanda'da neler yaşandığına dair ipuçları da verir:
   "...Dublin'de daha eski evimizdeyken, asansörün başında yaşlı bir hanım beni kolumdan tutarak durdurdu. Oğlunun benimle tanışmak ve golf oynamak istediğini söyleyerek, kulübüne davet etti. 'Biz Droghedalıyız. Biliyorsunuz, 1847 patates kıtlığı döneminde milyonlarca insan açlıktan ölürken, yardımımıza koşan Türkler oldu. Bize üç gemi dolusu yiyecek yolladınız ve Osmanlı Sultanı'nın bu jestine karşılık, biz de Osmanlı ay yıldızını şehrin sembolü haline getirdik' dedi."
   1845 yılında, Avrupa'da ortaya çıkan yiyecek sıkıntısı çok geçmeden, o yıllarda İngiltere'nin sömürgesi olan İrlanda'yı da etkiler. Umutlarını, patatese bağlayan İrlandalılar, bir süre sonra daha esaslı bir kâbusa uyanırlar. Tarlaları etkisi altına alan bir virüs, ürünün çürümesine ve bütün halkın böylece perişan olmasına yol açar. Açlık ve beraberinde gelen salgın hastalıklar, bir milyona yakın İrlandalı'nın ölmesine, aşağı yukarı aynı oranda insanın da yerlerinden yurtlarından ayrılmalarına neden olur. 
   Bugün başta Amerika olmak üzere, çeşitli ülkelerdeki İrlandalı ailelerin önemli bir kısmını, o yıllarda ülkelerinden göç edenlerin oluşturduğu bilinir.
   Büyük felaketin karanlık gölgesinde yardım çığlıkları atan ülke halkının sesini ise, çok uzaklardan duyanlar olur.
   Dönemin Osmanlı Sultanı I. Abdülmecit, felaketi öğrendiğinde, İrlanda'ya 10 bin sterlin göndermek üzere girişimlerde bulunur. Ne var ki İngiltere Kraliçesi Viktorya, ülkesi topraklarında yaşanan dram için ancak iki bin sterlin ayırabilmiştir.Elbette mevzu bahis, "devletin onurunu" korumak olduğunda, insanların sefalet çekip açlıktan ölmeleri ikinci planda kalmaktadır!
   Büyük Britanya için "Üzerinde güneş batmayan ülke" tanımını ilk kez Viktorya'nın kullandığı bilinir. Onun "aydınlık ülkesinde" yaşananlar ise, tüm çıplaklığıyla görülür. Osmanlı İmparatorluğu'nun altında ezilmek istemeyen kraliçe , bu nedenle İstanbul'daki İngiliz elçisi aracılığıyla Abdülmecit'ten yapacağı yardım miktarını azaltması için ricacı olur. Sultan, şaşırsa da çaresiz bir biçimde İrlanda'ya gönderilecek parayı bin sterline düşürür. Bununla birlikte Sultan yardımını, Britanya'ya doğru yola çıkardığı ambarları tıka basa tahılla dolu üç gemiyle pekiştirmeyi düşünecektir. Fakat Abdülmecit'in bu girişimi de İngiltere Hükümeti tarafından engellenmek istenir. Gemilerin ülkenin Dublin ve Belfast gibi büyük limanlarına girmelerine izin verilmez.
   İrlanda'ya yardım gemileriyle birlikte yola çıkan heyet, bu inanılmaz tutum karşısında inisiyatif alır. Tahılla dolu çuvallar, her ne pahasına olursa olsun sahiplerine teslim edilecektir! Gemiler böylece rotalarını değiştirip kuzeye doğru yönelerek, tüm tehdit ve engelleme çabalarına rağmen Drogheda Limanı'na yanaşmayı başarırlar.
   İrlandalıların, kendilerine ihanet eden yöneticilerine karşın, hiç tanımadıkları bir milletten yardım görmelerine akıl sır erdiremedikleri muhakkaktır. Öte yandan bu şaşkınlık kısa zamanda minnet duygularına dönüşür. Gemilerin kaptan ve tayfaları, bugün otel olarak hizmet veren dönemin belediye binasının üst katında ağırlanırlar.
   Ambarları boşalan gemiler, birbirlerine sarılan İrlandalılar tarafından mutluluk gözyaşları ve şükran duygularıyla uğurlanır. 
   Türklerin gidişinden birkaç gün sonra, şehrin girişindeki mütevazı Drogheda kalesinin burçlarından, onların gemilerinde dalgalanan bayrağa benzer bir flama sarkıtılır. İşte Drogheda United takımının amblemindeki ay yıldızın sırrı da buradadır. 
   Son söz mü?
   İrlanda, Türkiye'den üç bin kilometre uzakta bulunur.
   İnsan ruhu bazen, yardıma koşmak için mesafe tanımaz.
   Bir de, kimi zaman...
   Kardeşin duymaz eloğlu duyar!
   (ERK ACARER-Bir Gün Gazetesi)





Yıkılma bunları gördüğün zaman
Umudu kesip de incinme sakın 
Aç yüreğini bir merhabaya
Kardeşin duymaz eloğlu duyar


ZÜLFÜ LİVANELİ








Merhaba!

8 Kasım 2015 Pazar

PAPATYALARI SEVEN ADAM




Güler toplamış kırdan
Bir tabağın içine koymuş
Suyunu da unutmamış

Bir saat sonraydı
Can, bak dedi
Papatyalar ayaklanmış!

Nasıl beyaz, nasıl sarı
Nasıl yeşil!

Dur hele, dedim Güler'e
Bu 142'ye girmesin sakın!

CAN YÜCEL




   ...Bahçede oturuyorduk, Güler Abla seslendi:
  - Nâzım gelsin ona bir şey söyleyeceğim!
   Tekrar yanına girdim. Güler Yücel, "Bak şuna" diyerek küçük bir bakır tası gösterdi:
   -Fotoğrafını çek!



   Sonra yardımcısına seslendi:
   -Nâzım'a kahve fincanlarını göster dedi.
   Mutfak bölümüne geçtim. Üç adet fincanın fotoğraflarını çektim.


   
   Güler Yücel'in yanına döndüm. Soran gözlerle bakıyordum.
   O bana bir gazete yazısının çatısını kuruyordu:
   -Can'ın üç vasiyeti vardı. Biri beni Datça'ya gömün demişti. İkincisi benim adımı kârhaneye vermeyin... Bir ara galeriye onun ismini vermeye kalkanlar olmuştu. Üçüncüsü de Tohum Bankası kurun diye vasiyet etti. Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer onu yaptı.
   Ben heyecanla onu dinliyordum. Gözüm de başucunda duran bakır tasa kayıyordu. Anladı ve açıklamaya başladı:
   -Bu tas ve içeride fotoğraflarını çektiğin üç fincan nedir biliyor musun?
   -Bilmiyorum ama çok merak ediyorum.
   -İşte onlar Hasan Âli Yücel'den oğlu Can'a kalan mirasın tamamıdır!


   Hasan Âli Yücel 1938 ile 1946 yılları arasında milli eğitim bakanı olarak görev yaptı. Köy Enstitülerinin babası kabul edilir.
   Kısa iktidar dönemlerini fırsat olarak görüp çoluk-çocuğunu zengin edenlerin çokça çıktığı bu topraklarda oğluna bir bakır tas ile üç fincan ve onurlu bir geçmiş armağan eden kaç bakan vardır? (NÂZIM ALPMAN-BirGün Gazetesi)





papatyaları çok seven insanları sevin
narindir onların yüreği
incinir ama asla incitmez kimseyi

T.TUĞBA BAŞ
   






Merhaba!

1 Kasım 2015 Pazar

BİLİM VE SANAT



"Resim, hissedileceği yerde görülen bir şiir;
 şiir, görüleceği yerde hissedilen bir resimdir."




LEONARDO DA VİNCİ








   "Resim düşündürebilmeli, hatta dünyanın değiştirilebileceğinin ipuçlarını verebilmeli. Bunun için resim diğer birçok sanat dalı gibi geleceğin insanına katkıda bulunmalı, bundan soyutlanmamalı. Her bilim insanı ve sanatçı gibi ressam da yaşadığı çağın tanığı olabilmeli, birlikte yaşadığı toplumun önünde yer almalı, ondan kopuk değil, onun bir unsuru olduğunu unutmamalı."


İRFAN ERTEL






Adı bilinen bilinmeyen her ülkede
İnsan bir gariptir bayım
Siz pek bilemezsiniz sanırım
İnsan hep aynıdır
Önce küser mavisiz ve ekmeksiz
Sonra kızar işsizliğe ve ölülere
Yaşamaya mecbur değildir elbet
Ama yaşamaya mecbur olmasa bile
Yaşatmalıdır çocuklarını
İnsan düşünmeye başlar bayım
İnsan konuşmaya başlar
Ve alışır direnmeye...


SENNUR SEZER






   Bilim ve sanat aydınlanmanın iki ayağıdır. Bilim insanın aklını, sanat ise ruhunu özgürleştirir. Başka bir anonim değişle; "Bilim ve sanat bir kuşun kanatları gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olurlar. Tavuk toplum önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz." (ETHEM GÖNENÇ-Aydınlık Gazetesi)






Merhaba!

25 Ekim 2015 Pazar

ÇOCUKLARA KIYMAYIN EFENDİLER




   Ah en zengin sofra çocukların gülüşlerinin olduğu sofra değil midir Agafya?
   Çocukların gülüşleri, narın ikiye ayrılması gibidir, kırmızı kırmızı gülüşler dökülür sofraya, birçok nar tanesi nasıl dökülürse bereketiyle eve...Düşer eline, yemeye kıyamayacağın kadar güzel gülüşler...

ERTÜRK AKŞUN
(Agafya)







   "1946'larda TBMM'de Toprak Kanununa karşı çıkanlardan birkaç milletvekili, Hasanoğlan'a geliyor. Üretilen dedikoduların belgelerini toplayacaklar.Birkaç gün derslere girip çıkıyorlar, kız erkek ilişkilerine bakıyorlar, havadan orakla çekice benzediği keşfedilen! yapıları gözden geçiriyorlar. Enstitüleri karalamaya yetecek tutamak bulamıyorlar. Ayrılacakları gün biraz erken kalkıp sabah hayatını da gözlüyorlar. Öyle 'kaldır kolları, indir kolları' biçiminde bir kültürfizik çalışması yok! 1200 öğrenci geniş bir alanda daire olmuşlar. Ortada mandolinler, sazlar ve kocaman bir davul, zeybek oynuyorlar. Oyun başı, 'Kollar' deyince, 1200 kişi kolları kaldırıyor; 'sek!' deyince sekiyor, 'çök!' deyince çöküyor. Halay horon hep böyle birlik halinde oynanıyor. Sonra türkülere geçiyorlar. 1200 kişi hep bir ağızdan aynı türküyü söylüyor: 'Atımı bağladım nar ağacına.'
   Hemen Tonguç'a koşuyorlar: 'Yahu, bunlar her gün bu oyunları böyle oynarlar mı?' 'Oynarlar.' 'Türküleri söylerler mi?' 'Söylerler.' 'Bu Enstitülerden kaç tane var?' '20-21.' 'Hepsinde de sabahlar böyle mi başlar?' 'Evet, böyle başlar!'
   'Hımmmm' diyorlar. Hım diye diye Ankara'ya koşup kara kazanların altını ateşliyorlar."

FAKİR BAYKURT
(TÖS Gazetesi-20 Nisan 1968)





   Okulda öğrendiklerini köylerde uygulamaya başladılar. Köylüye kooperatif kurdurdular. Köye su, elektrik getirdiler. Köylüye modern tarımı, hayvancılığı öğretmeye başladılar. Motor ve teknik bilgilerini köye taşıdılar. Köylüye her konuda yardımcı oldular. Hastaya iğne yaptılar. Köylünün saban demirini onardılar; evinin temelini attılar, çatısını çattılar. Köyde zihniyet değişmeye başlamıştı. Yüzyıllardır köylünün sırtından geçinenler bu uyanışa izin veremezlerdi. "Böyle giderse çobanlık yapacak kimse bulamayacağız" diye dert yanıyordu bir ağa. 
   Önce Hasanoğlan Müdürü Rauf İnan görevinden alındı. Tonguç "Bir kez kelle verirseniz bir daha önünü alamazsınız" diye uyarmıştı İnönü'yü. 1947'de Tonguç görevden alındı. Arkasından Hasan Ali Yücel'in bakanlığına son verdiler. Köy Enstitüleri programı değiştirildi; tarım ve teknik program uygulanmaz oldu. Tüm Enstitü müdürleri değiştirildi. Öğretmenlerin okulla bağları koparıldı. Hasan Ali'nin yerine gelen Reşat Şemsettin Sirer "Tonguç'un belini kıracağım" diyordu. İki seneden az görevde kalmasına karşın Enstitüleri bitirdi, köy çocuklarının çanına ot tıkadı. Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyetin aydınlanma kurumlarını kendi eliyle boğmuştu. Aydınlanma çocuğu daha serpilip gelişemeden bağırta bağırta boğulmuştu. İşlenen bir cinayetti.
   Sonuç çok acı oldu. Köyler akın akın kentlere geldi. Onları kentlerde din tüccarları bekliyordu. Dini politikaya alet edenler kente yeni gelenleri avuçlarının içine aldı ve başımıza iktidar oldu. Tonguç'un belini kıracakken Cumhuriyetin beli kırıldı.(Aydınlık Gazetesi)


   Karalama kampanyalarına rağmen Köy Enstitülerinin  toplumsal bellekteki olumlu izi silinemedi ve mezunlarının sesi yurdun dört bir yanında duyuldu.
   Yoksul köylü çocuklarının devrimci, toplumcu, halkçı, aydınlanmacı birer Cumhuriyet aydınına dönüşmelerinin ve kendileri gibi kuşaklar yetiştirmelerinin öyküsü kuşaktan kuşağa aktarıldı.
  







   Pamukpınar Köy Enstitüsü'nde yetişen Emin Özdemir'in "Gençler Anadolu'ya" parolasını  iliklerinde duyan 17 yaşında bir genç olarak başladığı köy öğretmenliği büyük bir düş kırıklığıyla sonuçlanır. Cehaletin elinden güzel bir kız çocuğunu kurtaramaz, okuldan zorla alınıp evlendirilmek üzereyken çocuk intihar etmiştir. Çok güzel, etkili konuşan Emin Bey, cenazenin başında köylülere tek bir söz söyleyemez, tutulur kalır, yere tükürür sadece.


EMİN ÖZDEMİR






Merhaba!