30 Temmuz 2014 Çarşamba

EDEBİYATA DAİR



 Victor Hugo: "Nedir edebiyat? İnsan zekasının harekete geçirilişi! Nedir uygarlık? Yürüyen insan zekasının her adımda yaptığı sürekli buluşlar. İlerleme bundan doğar." Der ve halkların edebiyatlarına göre değerlendirilmesi gerektiğini savunur.





    VİCTOR HUGO (d. 1802 Besançon,-ö .1885 Paris) Hugo'nun en büyük ve en sevdiği kızı Léopoldine, 19 yaşındayken Seine Nehri'nde bir gemi kazasında öldü. O zaman Fransa'nın güneyinde seyahat etmekte olan Hugo, kızının ölümünü oturduğu kafede okuduğu bir gazeteden öğrendi.






        "Yazar, yeri, zamanı gelince yıllar önceki soluğuna sinen ayrıntıları yazmaya, açmaya, anılarını, şiir, öykü, roman yoluyla süzmeye başlar. Bu süreç bütün kış dağ başına yağan karın, yağmurun, süzülerek aylar sonra dağın dibinden pınar olarak kaynamasına benzer. Artık o pınar suyu, ne yağan kardır, ne de yağmurdur. Süzülmüş, tertemiz bir pınardır."



     OSMAN ŞAHİN ( d.1940, Aslanköy-Mersin) Öykülerinde kullandığı ilk dil yatağı Toroslardır. Bu dil, Yörük ve Türkmen dilidir. Bu dil, Toros insanının ana memesidir. Bu dil, düşüncenin toprağıdır.Yörük ve Türkmenlik ise büyük bir doğa ve insanlık birikimidir. (Son Yörük adlı kitabının arka kapak yazısından)




  "Şiir yazmakla okuma yazma birbirine benzemez. Şiir yazmak acıkmak gibidir, yıkanmak gibidir, öpmek gibidir. Bunların okumayla, yazmayla ilgisi yok. Ben okuma yazma bilmeden büyük bir rastlantıyla şiir denen 'tansığı' sezdim. Bu, anne babaya, kardeşe benzemiyordu. Bu gökyüzüne benziyordu."

   


        FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA (d.1914, İstanbul / Osmanlı İmparatorluğu-ö. 2008, İstanbul / Türkiye)
                  1967'de ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından " En İyi Türk Şairi" seçilmiştir.


   

Senin dudakları pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkiyalar basardı,
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!




   CAHİT KÜLEBİ (d.1917 , Zile-Tokat, ö.20 Haziran 1997 Ankara) Halk şiirinden, türkülerden yararlanarak çağdaş bir şiir oluşturmuş, konu olarak yurt, insan ve doğa sevgisini işlemiştir. "Atatürk Kurtuluş Savaşı"nda adlı eseri, Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu'na temel olmuştur.

                                                                         
          
                                                  

   Yazar Alper Akçam'ın sözcükleriyle, edebiyatı bir tür dil oyunu, insanın tanımını da Hollandalı filozof Johan Huizinga'nın yaptığı gibi Homo Ludens (oynayan yaratık) olarak kabul ettiğimizde çok önemli bir tarihsel zenginlikle karşı karşıya kalırız.



TOROSLAR'DA YÖRÜKLER





Merhaba!

22 Temmuz 2014 Salı

SAVAŞA DAİR-FİLİSTİN





     " Hiçbir ordu, vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir."

Demiş Victor Hugo ve devam etmiş:

  " İnsanın bütün bilgeliği şu iki kelimededir: Uzlaşma ve yeniden uzlaşma; düşünceler için uzlaşma, insanlar için yeniden uzlaşma! İnsanlığın gerçek kurtuluşu budur. Kini yıkmak."


 
 Öner Yağcı'nın sözleriyle:

   Filistin halkı için İsrail'in kurulduğundan beri uykusuzluk, yoksunluk, acı, ölüm var yalnızca. Zorla yurtlarından sürgün edilme var. Köklü bir halkın özgürlüğünün elinden alınması var. Kundağındayken kanlar içinde bırakılan bebekler var. Bir halkın katledilmesi, varlığının yağmalanması var. O gün bugündür Filistin'in şairleri hep özgürlük çığlığı attı.



                                                                                    ÖNER YAĞCI


Yurdumda ölmek bana yeter,
gömülmek yurdumun toprağına,
toprakta dağılmak, karışmak toprağa, yok olmak,
sonra dönmek bir gün yeryüzüne tekrar,
bir yeşil ot olarak, dönmek bir gün
ülkemde büyüyen bir çocuğun elinde
bir demet çiçek olarak
yeryüzüne tekrar.
Yeter bana yurdumun bağrında olmak,
toprak, ot, çiçek.

FETVA TUKAN
(d.1914 Nablus-ö. 14 Aralık 2003 Nablus-Filistinli kadın şair)

   

   Mehmet Faraç'ın yazdığına göre İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında 7 Temmuz'dan bu yana ölen Filistinliler'in sayısı 600'e ulaştı. Yaralı sayısı 3200'ü geçti.
   İsrail Başbakanı Netenyahu her ne kadar uluslararası tepkileri engellemek için Gazze'ye yönelik operasyonun "teröre karşı" yürütüldüğünü iddia etse de, İsrail Meclis Başkan Vekili Moshe Feiglin 'in son açıklaması, İsrail zulmünün ardında Gazze'nin "insansızlaştırılması" çabaları olduğunu net biçimde deşifre etti.
   Gazze'ye yönelik saldırının "daha da acımasızca" yapılmasını da isteyen Feiglin şöyle demiş:
   "Gazze bizim vatanımızın bir parçası, sonsuza dek burada kalacağız...Gazze, bölgedeki terörizmin temizlenmesinden sonra, İsrail'in bir parçası haline gelecek ve Yahudiler buraya yerleşecek, bu aynı zamanda İsrail'deki konut krizinin hafifletilmesine de yardımcı olacak..."
   Şöyle devam ediyor Mehmet Faraç:
   İsrailli yöneticinin bu vahim itirafı, bu vahşetin asıl amacını da dışa vuruyor; Musevilere konut yaratmak için Filistinliler mezara gönderiliyor!...





Edip Cansever'in dediği gibi:

"Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor." 


Filistinli çocukların gökyüzüleri çalındı  yaşamlarından!




Merhaba!

19 Temmuz 2014 Cumartesi

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU





BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
(d. 1911 Görele,Giresun-ö. 21 Eylül 1975 İstanbul)


  1934'te akademi diploma yarışmasında "Yol İnşaatı" konulu resmi ile üçüncü olan Bedri Rahmi, bu sonuçtan memnun kalmayarak yeniden yarışmaya hazırlanmak için mezun olmayı istemedi. 
  Güzel Sanatlar Akademisi'nin 1936 yılındaki diploma yarışmasında "Hamam" adlı çalışması ile birinci olarak mezun oldu.





Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak 
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsa misali
Yunus misali 
Tonguç misali
Nazım misali





   Halikarnas Balıkçısı'nın başlattığı mavi yolculuk turlarına pek çok sanatçının yanı sıra Bedri Rahmi'de katılmış. Tadına doyulmaz sohbetlerin eşliğinde uğradıkları bazı koylara ait anılar biriktirmişler, bazılarına da somut anılar bırakmışlar. İşte bu şanslı koylardan biridir Bedri Rahmi koyu.



  1949'da bir gün İstanbul Büyük Kulüp'teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut'u okumaya başladı:

Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem  
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.


     Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözünden yaşlar süzüldü. Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı, tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu. Çünkü şiirde "kadınım-kısrağım-karımsın" dediği kadın, karısı değildi. Bu şiiri üç yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı. Mari Gerekmezyan için.
     Bedri Rahmi'nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi'nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti.O dönem askerliğini yapmakta olan şair- ressamın sinesine "kara saplı bir bıçak" gibi saplanmıştı.
     Mari, Bedri Rahmi'nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari'nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı. Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.
    Yorgun yürek "Karadut" 1946'da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve Mari Gerekmezyan'ın ölüm haberi geldi
    Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı.
    Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı. Başardığını sanıyordu. Ta ki Büyük Kulüp'teki o geceye kadar. ("ATAKAN'LA ŞİİR DÜNYASI " PROGRAMI -RADYO 59)



  


Kimi eskidiği için yaşar
Kimi yaşadıkça eskir
Ne tohumda keramet
Ne toprakta 
Ne başakta
Marifet yaşamakta






Merhaba!



11 Temmuz 2014 Cuma

EMEĞİN DEMOKRASİSİ






"Dünya ve insanlık emeğin üzerine kuruludur. Uygarlık emek demektir. Emeğin olmadığı yerde hayat yoktur. Gelmiş geçmiş ne varsa oy sandığından çıkmamıştır."

                                                        OSMAN ŞAHİN






  "İnsanlık tarihinde, sınıflardan arınmış tek bir devlet olmadığı için sınıf karakteri taşımayan bir demokrasi de olamaz ve yoktur. Herhangi bir devlette demokrasi, yalnız egemenliği eline geçirmiş sınıf için demokrasidir."

                                                                                                                                             KİM İL SUNG 









  Sadun Tanju'nun "Kutsal İnekler" adlı kitabında şöyle bir cümle vardır:

  İnsanlara eşit koşullar içindeymiş sanısını verip, eşitsizliğin tokadını her istediği zaman yapıştıran bir yönetim, bir siyasal felsefe, aslında hapishanelerin en büyüğüdür.
  
  






                                                            





Amerikalı sosyalist yazar Leo Huberman ise şöyle der Sosyalizmin Alfabesi'nde:

"Kapitalizm adaletsiz olmak zorundadır; çünkü temel taşı eşitsizliktir."








"Hareket etmeyen zincirlerini fark edemez"

ROZA LUXEMBURG



Merhaba!

6 Temmuz 2014 Pazar

ADAM GİBİ ADAMLAR




   "AZİZ NESİN'in bütün özellikleri, daha da çok direnme gücü onu çağımızın büyük güldürü yazarı yapmıştır.
   Gülmesini bilen yaratık, sevmesini de oynamasını da bilir.
   Aziz Nesin'de tıpkı Nasrettin Hoca gibi güldürürken düşündürür de.

                                                                                         YAŞAR KEMAL


   Aziz Nesin 12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra yapılan bir panelde "korkmuyoruz" diye seslenen bir dinleyiciye, "ben korkuyorum, ama korkudan yüce duygular vardır" demişti.
                             
                                                                                    MUSTAFA BİLGİN



AZİZ NESİN (d. 20 Aralık 1915-ö. 6 Temmuz 1995) İkinci kitabı "Azizname"yi 1948'de çıkardı. Taşlamalardan oluşan bu kitap için 1949 yılında İngiltere Prensesi 2.Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır Kralı 1.Faruk birlikte Ankara'daki elçilikleri aracılığıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı'na resmen başvurarak, bir yazısında kendilerini aşağıladığı iddiasıyla aleyhine dava açılınca altı ay hapse mahkum edildi.



"Bazen insan öyle özlenir ki özlenen bilse, yokluğundan utanır."

AZİZ NESİN


Merhaba!



5 Temmuz 2014 Cumartesi

ANADOLU



   İznik'in Simavna kasabasında kadılık eden bir beyin oğlu bilgin Şeyh Bedrettin'in yönettiği, sonra Balkanlar'a, Bulgaristan'daki Ağaç Denizi'ne sıçrayan büyük halk ayaklanması 15. yüzyıldadır. Anadolu'nun yoksul Türk, Yunan, Yahudi ve Ermeni köylülerini aynı sancak, aynı kardeşlikte toplayan ilke: "Yarin dudağından gayri her şeyde ortak" olma özlemiydi.
      Bilginler olsa, ilkel toplumculuk derdi. Bana sorarsanız hiç de o kadar ilkel değil. Daha yalın terimlerle söylersek, bu, bütün emekçilerin, tarih boyunca kardeşçe, özgür yaşama duydukları özlemdir.


          ABİDİN DİNO
         (d. 23 Mart 1913, İstanbul- ö. 7 Aralık 1993, Paris)
          1979 yılında Fransa Plastik Sanatlar Birliği'nin 
                                  Onursal Başkanlığı'na seçilmiştir.                              
                                                                                
                          
                      
                           




  " Dünyanın hiçbir yerinde, insan serüvenini bu denli temsil eden bir toprak bulunamaz: Savaş toprağı, istila toprağı, karşılaşma toprağı ve hatta bazen kıyım toprağı. Ama aynı zamanda da birlikte yaşama, sentez ve ahenkli anlaşma toprağı. Fakat özellikle bu diyalektik yazgının ötesinde İyonyalı filozofların çağından beri, Diyojen'den Selçuk çağı ozanı  Mevlana'dan geçerek, Cumhuriyet'in kurucusu Kemal Atatürk'e kadar, yaşamlarını kendi düşüncelerinin somut örneği haline getirmeye çalışmış insanların toprağı. Sert bir topraktır Anadolu: Ne ikiyüzlülüğü ne değişkenliği kabul eder. Bizans olsun, Osmanlı İmparatorluğu olsun, ana hoşgörüsünün temel ilkelerine ihanet etmeye cüret eden bir siyasi örgütü cezalandırır."



            MÜMTAZ SOYSAL (d. 1929- Zonguldak)1961 Anayasası'nın imza sahiplerinden hukukçu ve siyaset adamı.      




   Gazetede, Önder Manoğlu'nun yazısı ilgimi çekmişti:

   Viyana'da gezerken İmparatorluk saray kapısının kaşısındaki meydanda, turistler etrafı çevrili bir taş duvara bakıyorlardı. Sordum."Bizanslılar'dan kalma " dediler.Ülkemizde işi ile ilgilenen bir turizm bakanı olsa, yüksek bir yere çıkıp bağırırdı;" Siz medeniyet mi görmek istiyorsunuz, gelin Midyat'a görün." Öyle 3-5 medeniyet değil.Bakın kimler geçmiş, yaşamış Mardin'de, Midyat'ta:
  Hassunalar, Halaflar, Uruklar, Hurriler, Akadlar, Hititler, Mitanniler, Asurlular, Aramiler, Medler, Büyük İskender, Selevkoslar, Abgarlar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Romalılar, Süryaniler, Sasaniler, Bizanslılar, Artuklular, Osmanlılar ve son olarak da Türkiye Cumhuriyeti.
  İtalyanlar, Napoli'nin iki bin yıllık tarihi ile övünürler. Mardin kaç yıllık bir tarihe sahip biliyor musunuz? Tam sekiz bin yıllık.




MARDİN
ve
MİDYAT






Merhaba!