26 Eylül 2021 Pazar

DAHA GÜZEL BİR DÜNYA İÇİN

 

  Halk arasında, "Güzelin düşmanı çoktur" diye bir deyim dolaşır. Güzelin düşmanı çoktur da düşünürlerin, sanatçıların, yetkin kişilerin, insanca yaşamayı ilke sayanların düşmanı az mıdır? Toplumu aydınlatmaya çalışan şairlerin, yazarların, özgür düşünceden yana olanların, güzel sanat yaratıcılarının başına gelmeyen kalmamıştır. Onların arasında süslü sözcüklerle alkış toplayanlar var. Bir de nereden türedikleri belli olmayanlar çıkıyor ki onlar bir zamanlar aşağıladıklarını, koşullar değişince övgüleriyle göklere çıkarırken yüzleri kızarmayanlardır.

   O türleri gözümün önüne getirince, Cervantes'in ünlü romanı Don Quijote'nin girişinde geçen şu sözlerini bir süre dilimden düşüremiyorum:

   "Unutma, kendi çatısı camdansa eğer,

delidir taş toplayan,

komşuya atmak için!"


   (ADNAN BİNYAZAR - Cumhuriyet Gazetesi)


***



RAUF MUTLUAY


   "Terörün tırmandırıldığı 1979 yazında bir bomba atıldı Rauf'un evine; o sırada evde olan küçük oğul (Emre), bu bombayı tutup sokağa fırlatınca anlaşıldı bombanın tahrip gücü! 
   (...) 1979'daki bomba, Rauf'un yaşamını allak bullak etti. İlişkilerini daralttı. İçine kapandı. Yazı yazmaz oldu. Kendini unutturmaya çalışıyordu. Unutturdu da. Edebiyat okurlarının bellekleri pek güçlü değildir. Ve unutmaya hazırdırlar. Kimi insanların 'tek' ölümü olmuyor; 1979, Rauf'un 'ilk' ölüm yılı oldu." (FETHİ NACİ - Dönüp Baktığımda/Adam Yayınları) 



***


   Abidin Dino'nun okumalara doyamadığım Fikret Mualla kitabında kaleme aldıklarını hep aklımın bir köşesinde saklarım: "İpekböceği, kozasını ipekli kumaş tezgâhı uğruna yapmaz ki... Kozanın karanlığında ipliğini örer durur. Başka türlü baş edemez çünkü..." Sanatçılar da başka türlüsü ellerinden gelmediği için kozalarının karanlığına sığınmışlardır. Ama duyguları sözcüklerle algılamak yaşamın damarlarından koparmaz onları. Dünyaya kendilerinin ve insanın doğasında var olan özellikleri tamamlamak üzere geldiklerinin bilincindedirler. İnsanı, doğasındaki özgürlük gereksiniminden kopararak köleleştirmek isteyenlerin, egemen olamadıkları bu sanat ve düşünce adamlarına yüzyıllar boyunca düşman kesilmelerinin sırrı tam da budur. (EREN AYSAN - BİRGün Gazetesi)


***


"Sanatın özünde dünyayı değiştirme; daha güzel bir dünya yaratma amacı yatar. 
Bu nedenle sanatçı devrimci kişidir."  

(DURSUN AKÇAM)





Merhaba!  

19 Eylül 2021 Pazar

AY BÜYÜRKEN UYUYAMAM

 


  Nasıl ki

  kalkar, doğup büyüdüğün şehre

  gidersin bir gece

  ve bakarsın temelinden yıkılıp yeniden

  kurulmuş o şehir

  ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları

  onları yeniden bulmanın umudu içinde.

   

  YORGO SEFERİS

  (Çeviri: CEVAT ÇAPAN)




***

   

  Dolunayı gösteriyor gençlere.

   "Çok güzel, değil mi?"

   "Çok..."

   "Kim bilir kaç kez ışıldadı bu göğün üzerinde. Kim bilir kimlere neler anlattı. Ne çok gelene, ne çok gidene ışık oldu. Ben çok severim memleketimi. Urla bir başkadır be çocuklar! Bereketli bir topraktır. Ay da, güneş de bir başka sever bu toprağı. Hayat senden bir şey alır ama yerine bir başka güzellik koyar derler ya... Buradan da çok şey almış, çok şey bırakmış yerine. Mesela... Yıl 1900. Urla'da bir şair doğar. Doğumundan 63 yıl sonra Nobel Ödülü alacak bir Şair: Yorgo Seferis. Ama işte, hayat 1914'te onu buradan alır, ailesiyle Yunanistan'a gönderir. Onlar gittikten epey bir zaman sonra Yunanistan'da, Florina'da bir başka şair doğar. Necati koyarlar ismini. İki üç yaşındayken ailesinin kucağında gelir Urla'ya. İki göçmen aile çocuğu. Kendilerinden önce ve sonrakilerin acılarına tanıklık etmiş iki delikanlı. İkisi de büyük şair, büyük yazar olur. Biri Yunancanın, öbürü Türkçenin büyüklerinden şimdi. İnsan ölür, kelimeler kalır geriye... Urla'da bu büyük aya her baktığımda Necati Cumalı'nın bir cümlesi gelir ilişir sanki gökyüzüne: 'Ay büyürken uyuyamam'. Necati Cumalı'dan bir zaman önce bu sokaklarda koşup oynayan Yorgo Seferis'in sesini duyarım sanki..." (İCLAL AYDIN / Söylenmemiş Sözler - Artemis Yayınları)  



 






***


   Ah o taşra geceleri! O küçük kıyı kentinde akşam oldu mu işleyen saatler dururdu sanki. Akşam karanlığından gözü uyku tutuncaya kadar geçmek bilmez bir süre uzanırdı önünde. Evliler, yerli arkadaşları çeker giderlerdi evlerine. Mermer masalı bir lokantada, çoklukla yalnız, iştahsız iştahsız yerdi yemeğini. Bazı geceler üç beş arkadaş toplanır, içerler, poker oynarlardı. Gösterilen film iyi mi kötü mü diye düşünmeden kentin tek sinemasına giderler, filmden çok sinemaya gelen kadınlar kızlarla ilgilenirlerdi. Ama çoğu geceler şaşırıp kalırdı ne yapacağını. Dükkânları erkenden kapanan, ıssızlaşan, susan kentin küçük alanında, lokantadan çıkınca tek başına bulurdu kendini.

  (...) Ayın erkenden doğduğu bir gece, her akşamkinden daha yalnız kaldı. Yemekte iki kadeh rakı içti.

 (...) Gece yarılanırken, gidecek başka bir yer bulamayarak, biraz yorgun, oda kiraladığı eve döndü. Kapıyı gürültüsüz açtı. Alt katta, bir oturma, bir yemek odası, bir sofa vardı. Pencerelerden sızan ay ışığı sessizliğini bozuyordu sanki sofanın. Evin üst katında, denize bakan yönündeydi odası. Evin karaya bakan yönünde iki oda daha vardı. Birini yaşlı bir öğretmen kiralamıştı. Öbüründe evini kiraladığı kadın kendi oturuyordu. 

   Üst kata çıkan merdivenlere bir türlü gitmiyordu ayakları. Konuşmak, dertleşmek, eski aşklarını anlatmak, yaşamak istiyordu kısacası. Bir kımıldama oldu sofada. Hiç dikkat etmemişti, baktı, denize bakan pencerenin kenarında birinin oturduğunu gördü. Karaltı ayağa kalkınca tanıdı: Evin kadınıydı.

   Kadın yavaşça:

   - Benim, dedi. Sinemaya mı gittin?

   Kadına doğru yaklaştı:

   - Dolaştım. Sinemaya gitmedim.

   - İyi etmişsin..

   - Bu aylı geceler deli ediyor beni, dedi..

   Kadın iç çekti:

   - Kimi etmiyor ki?

   - Ay büyürken uyuyamıyorum! Silip alıyor gözümden uykuyu..

   (NECATİ CUMALI - Ay Büyürken Uyuyamam)


                                                                                                                                                 


  Merhaba!

12 Eylül 2021 Pazar

"B" GEZEGENİ

 



 ...Teknolojik gelişmeler hayatı "kolaylaştırıyor" belki ama ya hiçbir emek vermeden elimizde/soframızda bulduklarımız! Ya üretim süreçlerinden her gün biraz daha ve hızla uzaklaştığımız yiyip içtiklerimiz, giyip eskitmeden vazgeçtiklerimiz...
   (...)
   Sahi, yaşadığımız şu hayata dışarıdan bakmaya ne dersiniz? İşte Şiva'nın* dedikleri: "Kısa bir süredir Dünyadayız ama oyun oynayan çocuklar dışında mutlu birilerini görmedim. Yani sahip çıkmanız gerekenler o kocaman binalarınız, arabalarınız ya da etrafa savurup durduğunuz plastik eşyalarınız değil. Soluduğunuz hava, kokladığınız çiçek, içtiğiniz suya sahip çıkmanız gerekiyor..."
   Haydi subaşına/yeşilin sakinliğine varma vaktidir. Deniz kıyısında çakıl taşlarının üzerine uzanıp ya da bir dereciğin şırıltısına kulak verip ya da efil efil ses veren rüzgârın peşine düşüp Orhan Veli'yle elele gökyüzünü boyamanın vaktidir.
   (...) 
  Bir civcivin yumurtadan çıkışına, bir karpuz çekirdeğinin fideye dönüşüp o incecik dalında kocaman karpuzlar büyütüşüne, haziranda kiraz dalının yere doğru eğilinceye dek neler yaşadığına tanık olmaya varsanız, dünyamızı her gün daha çok tehdit eden plastik adaları/dağları için de kaygılısınız demektir. (Y. BEKİR YURDAKUL - Cumhuriyet Kitap)

   *Zaman Yolcusu Kreta - "Tüketme, Tükenme / GÜLŞAH ÖZDEMİR KORYÜREK 


***


   (...) Büyük şehirlerin gecekonduları beton bloklara döndükçe insanların yalnızlığı, bireysel yaşamları mutsuzluk nedenleri oluyor. Hayvanlar ve doğa daha çok değer kazanıyor. Birçok insan kedisi, köpeği ya da balkonunda yetiştirmeye çalıştığı çiçekleriyle sosyal medyada var olmaya, sosyalleşmeye çalışıyor ama bu gerçek bir yaşamın karşılığı değil.
   Son dönem yayınlanan kitaplardaki hüzün belirgin bir hal alıyor. Bu da yaşadığımız hayatların sonucu diye düşünüyorum. Hızla mutsuzluğa evrilen bir toplumun en çok ihtiyaç duyduğu şey belki de okuma aralarında atacağı kahkahalar ama öyle olmuyor, bazen bir parça ironi bile bizi mutlu etmeye yetiyor. Ama hüzün yaşamlarımızı ele geçirmiş. Gene de her şeye rağmen bizi bize anlatan öykülerin satır aralarında nefes alıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumdan uzaklaşıyoruz ve okumalarımız geleceğe daha umutlu bakmamızı sağlıyor. (KADİR IŞIK - BİRGün Kitap) 


***


Ve her zaman olduğu gibi, her zor durumda, kitaplar bana yardımcı oldu.
Beni kurtarmadı ama "evet" yardımcı oldu.
Çünkü seni kendinden başka kimse kurtaramaz.  


ALBERTO MANGUEL


***


   (...) İnsanın doğaya yabancı, bencil bir canavar olduğuna inanmamızı istiyorlar. Anıları/hafızası olmayan ve imparatorluğun tebaası haline gelmiş olanlar her şeye inanır. Darwin, liberal ideolojinin aparatı haline gelmiş sözde bilim insanları kadar doğadaki rekabete körü körüne önem veren biri değildi. "Hayvanların birçoğu, birbirinin acılarını ve sıkıntılarını paylaşmaktadır. Bay Blyth, Hint kargalarının kör arkadaşlarını beslediğini görmüştür. Bir köpeğin, yakın arkadaşı olan ve sepetinde hasta yatan bir kediyi birkaç defa yalamadan sepetin yanından geçmediğini gözlerimle gördüm. Bu, bir köpekteki acıma duygusunun en güvenilir belirtisidir." Charles Darwin'e göre Hint kargaları, sosyal güvenlik sistemini çoktan icat etmiş gibi görünüyor. İçerisine düştüğümüz bu karanlık ideolojik odadan yine kendimize has icatlarla, en başta da edebiyatla ve şiirle çıkmak zorundayız. Kapitalizmin ve sömürücülerin hizmetine koşulan tüm o atların koşumlarını kesmek zorundayız. İnsanlık, dolu dizgin dört nala geleceğe koşacaksa eğer başka bir formül yok. (ÇAĞDAŞ GÖKBEL - soL Haber)


***


Su vurdukça kıyıların tarihi değişiyor
Bak dünya ne güzel oluyor
Toprakta tahakküm
Hayvanda eyer kalkınca

ELİF SOFYA


***










Merhaba!

5 Eylül 2021 Pazar

İZMİR'E DOĞRU, İZMİR'E DOĞRU!

 

   Enver, düşünde birini gördü. Karayağız bir ata binmişti. Hemen tanıdı Karabiber'i. Üzerindeki de kendisi. Ayakları toprağa değmiyordu atın. Uçuyordu Karabiber. Arkasında bir gök gürültüsü vardı. Birileri vardı peşinde.
   "Aman Allah'ım!"
 Yüzlerce, binlerce mızraklı süvari nal şakırdıyordu peşinde. Mızraklarının ucunda kırmızı beyaz kurdeleler uçuşuyordu.
   Bizimkiler, diye geçiyordu içinden. Bizimkiler bunlar.
   Ve ansızın Afyonkarahisarı'nda gördüğü o yalçın kaya giriyordu düşüne. O duruyordu kayanın doruğunda.
   Enver, 'Sarı Paşam," diye haykırdığını duyuyordu. "Bak, biz geliyoruz..."
  Mustafa Kemal'in başı bulutlara değiyordu sanki. Cigarası elindeydi. Düşünceliydi. Gözlerinde yine şimşekler çakıyordu. O kayanın üzerinde kartal gibi durmuş aşağıda, ovadan akan sele bakıyordu.
   Sabırsızlık dalga dalga büyüyordu. Nereye koşuyorlardı böylece çılgınca?
   Birden ovayı nallarıyla döven atların gümbürtüsündeki sihirli tempoyu yakaladı:
   "İzmir'e doğru!"
   "İzmir'e doğru!"
   "İzmir'e doğru!"
   İleride, ovaların, tepelerin gökle buluştuğu yerde bir mavilik vardı.
   (...)
   Buram buram istiklal kokuyordu geceler. Her yürek, "İzmir'e doğru, İzmir'e doğru!" diye çarpıyordu. "İzmir, İzmir!"

   (DEMET ALTINYELEKLİOĞLU - Kara Zeybek/Artemis Yayınları)




***




   Teğmen Ali Rıza Akıncı, Mustafa Kemal Paşa'nın İstiklal Ordusu'nda çarpıştı. Fahrettin Altay Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu, 2. Tümen, 4. Alay, 2. Bölük Süvari Takım Kumandanı olarak, İzmir'e girdi ve Hükümet Konağı'na Türk bayrağını çekti. 
   Yaşar Aksoy'un yeni kitabı İstiklâl Süvarisi: İzmir'in Kurtuluşu'nda anlatılan, İstiklal Ordusu'nun en altındaki aç, susuz, uykusuz, atı ve tüfeğinden başka hazinesi olmayan ama vatan aşkı ile kavrulan insanların emperyalizme karşı destansı isyanının hikâyesi... Ve İzmir'in Kurtuluşu...
   Dünyada örneği olmayan, tüm yoksulluklara, yoksunluklara karşın yedi düvele meydan okumanın adıydı Kurtuluş Savaşı'mız. Büyük Kurtarıcı Atatürk'ün çabasıyla bir destan yazılmıştı. Şair Ceyhun Atuf Kansu'nun deyişiyle Anadolu'da boy atan "Yedi veren Bağımsızlık gülü" ydü.
   (...)
   9 Eylül bağımsızlığımızın taçlandığı büyük gündür. Konak Meydanı'na giren ilk Türk Süvarisi Konyalı Teğmen Ali Rıza Akıncı, Hükümet Konağı'ndaki Yunan Bayrağını indirip, sonsuza dek dalgalanacak, bağımsızlığımızın sembolü, bağımsızlık gülümüz bayrağımızı oraya dikmişti. (SAVAŞ ÜNLÜ - Cumhuriyet Kitap)







Merhaba!