30 Mayıs 2021 Pazar

OKUMANIN FAYDASI

 




   "Bir bahçeyle bir de kitaplığınız varsa, başka bir şeye gereksinme duymazsınız."

KONFÜÇYÜS


***


   Amerikalı felsefeci, psikolog John Dewey'in doksanıncı doğum gününde, bir gazeteciyle yaptığı röportaj sırasında söz kitaplara gelmiş. Gazeteci sormuş:
   "Yıllardır kitap okuyorsunuz. Okuduğunuz onca kitabın size ne faydası oluyor?"
   John Dewey, okuduklarının yaşamına ne denli katkısı olduğunu şu cümleler ile anlatmış:
   "Dağlara tırmanmama yardım ediyor."
   Gazeteci:
   "Dağlara tırmanmak mı? Dağlara tırmanmanın ne faydası var?"
   Filozof sözlerini şöyle açıklamış:
  "Tırmanacağınız diğer zirveleri görebilmek için, dağlara tırmanmak gerekir. Bundan vazgeçtiğiniz an, kaç yaşında olursanız olun, yaşamınız sona ermiş demektir." (ÜNAL ERSÖZLÜ - Yeryüzü Misafiri)


***


"Sümerler ne demiş?
Mademki biliyorsun, neden öğretmiyorsun?
Boş vakitte çürüyorsun, neye yaradın?
Bazı insan, çok okur, okur, okur.
Ama okuma seninle gidecek.
Paylaşmazsan kime ne faydası var?"


MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ






Merhaba!

23 Mayıs 2021 Pazar

DENİZ VE MEHTAP SORDULAR SENİ

 


DARİO MORENO


   Deniz ve mehtap sordular seni neredesin?
   
   İnsan ondan dinleyince deniz ve mehtabın böyle sorular sorabileceğine inanıyor.
   Aniden duruyor. Gözlerini açarak, "Bu şarkıyı en güzel kimden dinledik, biliyor musunuz?" diye soruyor.
   "Dario Moreno," diye yanıtlıyorum.
   "Ah dostum... Bir harikasınız siz! Tebrik ederim."
  Rakısından bir yudum alıp usulca ağzında çalkalıyor. Bektaşi gibi hallenerek, midesine ininceye kadar içkinin geçtiği her santimin tadını çıkarıyor. Dudaklarını afiyetle yaladıktan sonra anlatmaya devam ediyor.
   (...)
  "Konuyu dağıtmayayım... Dario askerlik vazifesini yerine getirdikten sonra Ankara Gar Gazinosu'nda Fransız şansonları, Arjantin tangoları okumaya başlıyor. Güzel de programlar yapıyor... Fakat maalesef o devirde de tıpkı bugünkü gibi sanatçının pek kıymeti yok; eline geçen para orta sınıf bir otelde kalmasına dahi kâfi gelmiyor. Ankara'nın arka sokaklarında, konaklayabileceği ehven bir yer aramaya koyuluyor. Nihayet kıyıda kenarda kalmış bir otelin iki kişilik odasında bütçesine uygun bir yatak buluyor. Otelciye müstakbel oda arkadaşının kim olduğunu sorunca, 'Geç gelir, her gece içer; şair miymiş neymiş,' cevabını alıyor. Başka seçeneği bulunmadığından mecburen o odaya yerleşiyor. Bizim Dario biraz pimpirikliydi, laf aramızda... İlk gece tedirginlikten uyuyamıyor. Vakit gece yarısını geçiyor. Saat ikiye doğru oda arkadaşı çıkageliyor. Sarhoş... Fakat efendi birine benziyor. Dario yatakta doğrularak kendini tanıtıyor: 'Ben Gar Gazinosu şantörlerinden Dario Moreno.' Genç adam karşılık veriyor: 'Ben de Tercüme Kalemi'nden Orhan Veli.' "
   Şaşırıyor, keyifleniyor, imreniyorum. Vasili tepkilerimden hoşnut, kahkahası kadehinin ağzından sekip benimkinde çınlıyor.
   "Kısa sürede kaynaşıyorlar. Orhan Veli evliya gibi bir adamdı... Kimi gün Dario ona yeni bir tangosunu okuyor, kimi gün o oda arkadaşına, diline doladığı bir şiirini... Orhan Veli fena halde âşık o sıralar... Sık sık şu mısraları tekrarlıyor:

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerin kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce."






   "Efendime söyleyeyim... Muhabbet eni konu kıvamını bulmuştu ki, meyhanenin kapısı aralandı. Eşikte dal gibi ince, uzun boylu, vücuduna nispetle ufak kafalı, açık alınlı, deruni bakışlı bir adam zuhur etti. Kısa saçları, koyu renk paltosunun omuzları kardan bembeyaz olmuştu. Peşi sıra içeri bir de sokak köpeği girdi. Birlikte kapı ağzında bir müddet silkelendiler. Adam kaşkolünü çözünce sarkık dudakları ve çiçek bozuğu suratı meydana çıktı. Koço, 'Hos geldiniz Orhan Pasam. Seref verdiniz. Safalar getirdiniz,' diyerek ihtimamla karşıladığı müşterisini, bitişiğimizdeki masaya buyur etti. Köpek de masanın altına kıvrılıverdi.
   Orhan Paşa, 'Bana bir kadeh rakı ver sadece Koço canım,' dedi. 'Cumhuriyet'te Sait'le Rıfat bekliyor. Tipi biraz hafiflesin, yanlarına geçeceğim.'
    İnsanın içine nüfuz eden, ergenvari, akortsuz fakat müthiş tesirli bir sesi vardı. Köpeğin başını okşarken ilave etti: 'Yalnız kabul buyurursan eğer, bu gece Sarı Kız'ı sana emanet bırakacağım.'
   Koço, kaşla göz arasında müessesenin ikramı olarak leziz bir meze tabağı hazırladı. Rakı refakatinde masaya bırakırken, 'Hay hay Orhan Pasam,' dedi. 'Emanetiniz basim üstüne. Elbet bu havada Sarı Kız'ı ayazin koynuna bırakmayiz. Peki, bizler için bir siir çikar mı acaba bu gece ceketinizin cebinden?'
   Buğulu camekânın gerisindeki efsunkâr manzarayı seyretmekte olan Orhan Paşa'nın sarkık dudaklarından, asla unutamayacağım şu mısralar döküldü:

'Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.'

  Sustuk kaldık... Her birimizin bir beklediği mevcuttu. Esasında sükût anlarında onu düşlüyorduk. Lakin itiraf etmekten de, ümit etmekten de imtina ediyorduk. Koço'ya refakat ederek kadehlerimizi topyekûn Orhan Veli'nin mısralarına kaldırdık.
   (...)
   Koço gramofona bir Dario Moreno plağı koydu..."
    


 



Merhaba!

17 Mayıs 2021 Pazartesi

GERÇEK DEVRİMCİLİK

    



     Bir devrim, adımlarını yavaşlatırsa çöker; bilir bunu Oktay Akbal. Ve hep bunu anlatmaya çalışmıştır yazılarında:

   "Bir onuncu yılını düşünüyorum Türkiye Cumhuriyeti'nin, bir de bugününü... Halkçıyız, laikiz, cumhuriyetçiyiz, devrimciyiz, ama bunların hepsi kâğıt üstünde, ağızdan çıkan parlak lâflarda! Devrimciyiz demek, bir kez yaptık bu devrimi, artık her şey bitti demek değil. Atatürk, devrimciyiz derken çağın gereklerine uymasını bilen sürekli bir devrimciliği anlatmak istemişti. Tek bir devrimle kırk elli yıl 'devrimci' olarak geçinilmez. Ardı ardına devrimler yapmak, ilerlemek gereklidir ileri bir toplum için... Ama biz 'devrimciyiz' demişiz. 1923 Cumhuriyetinin ilk adımlarıyla yetinmişiz, hatta o ilk aşılan mesafenin gerisine bile düşmüşüz..."  (OKTAY AKBAL - Atatürkçülük Savaşı, Uygarlık Yayınları)



    Özbay, kitaptaki* tüm yazarların buluştuğu noktayı çalışmasının sonunda kendi görüşünü de katarak pekiştirir:
 
    Devrim bir defalık bir olay değildir, bir süreçtir; Cumhuriyet devrimi, temelinde bir "aydınlanma" devrimidir ve yüzü sola dönüktür; Atatürk'ün ölümünden beri Cumhuriyet sağa kaymakta, kendi kendine ihanet etmektedir. Gerçek bir aydınlanmacının yüzü ister istemez sola dönecektir. Zira kapitalizm bir siyasal/ekonomik iktidar olarak -hele günümüzde- toplumun en bağnaz kesimleriyle iş birliğine girerek gücünü sürdürmektedir. (ERENDİZ ATASÜ - Cumhuriyet Kitap)

    *Edebiyatımızın Ustalarının Gözünden Atatürk ve Devrimin Yönü - TAYLAN ÖZBAY, Telgrafhane Yayınları 


***


   İdeolojik olarak, emperyalizm karşıtlığı kolay değildir. Slogan atarak olmaz. Bu yönde iç cepheyi güçlendirmek, milleti bilinçlendirmek, akıl, bilim, emek ve üretim seferberliği yapmak gerekir. Kapitalizme karşı olmadan, yüzünü sola dönmeden, ulusal ölçekte yurttaşlığı, sınıfsal ölçekte yoldaşlığı benimsemeden, antiemperyalist olunmaz. Etnikçiliği sosyalizm, mezhepçiliği komünizm, hemşericiliği Marksizm sananlardan antiemperyalist çıkmaz. Emperyalizmin işbirlikçisi çıkar. Liberal, kapitalizm yanlısı, sağ siyasetler; ortaçağ artığı, feodalizm kalıntısı kimlikleri kullanır, milleti birbirine düşürürler. Emekçi halkı birbirine kırdırırlar. Liberal sol gibi (ne demekse o), AB'den demokrasi, ABD'den özgürlük bekleyerek antiemperyalist olunmaz. İşbirlikçi olunur.
   Politik düzlemde, hem NATO savunucusu hem AB destekçisi hem de antiemperyalist olunamaz. Üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerini tartışmak gerekir. Emperyalist devletlerin, onları besleyen ve onlardan beslenen çok-uluslu şirketlerin, dev ölçekli tekellerin, pazar, hammadde, ucuz işgücü gereksinimini, bu amaçla yaptıkları işgalleri eleştirmeden, emperyalizme karşı mücadele edilemez. 
  Türkiye'de solcu, devrimci olmanın yolu; millici, ulusalcı olmanın yolu; öncelikle ve özellikle Kuvayi Milliyeci, Müdafaa-i Hukukçu, Cumhuriyetçi olmaktan geçer. Atatürk'ü sahiplenmeden ne millici olunur ne devrimci. Siyasal ve toplumsal düzlemde, ulusalcı olmayan solculuğun, solcu olmayan ulusalcılığın başarı şansı yoktur.
   Gençler, ekonomi politik diyorlar. Bizler, siyasal iktisat deriz. Eskiler iktisadı siyasi derler. İşte bu çok iyi bilinmeden, kapitalizm ve onun en ileri aşaması olan emperyalizm kavranamaz.
   (...)
  Kısacası, vatanın taşına toprağına, havasına suyuna, emekçisine, köylüsüne sahip çıkmadan millici olunmaz. Emeği, eşitliği, bağımsızlığı, aydınlanmayı savunmadan solcu olunmaz. Emperyalizme karşı olmak, sınıf bilinci ve ideolojik berraklık gerektirir. (BARIŞ DOSTER - Cumhuriyet Gazetesi)






Merhaba!   

8 Mayıs 2021 Cumartesi

ACI MİZAH

 


NURETTİN ARTAM


   Nurettin Artam, okulda öğretmenim olduğu gibi, meslekte de ustam oldu. Savaş yıllarında bir "Radyo Gazetesi" vardı, devletin sesi demekti. Bu radyo gazetesini her akşam canlı olarak Nurettin Artam okurdu. Bu yüzden olacak onun adıyla değil de "Radyo Gazetesi" diye anarlardı. Sanıyorum her akşam, saat sekiz oldu mu radyonun başına geçer, devletin sesini bangır bangır söylerdi.
   (...)
 1950'de CHP iktidardan düşünce hoca da biraz sıkıntıya düşmüştü. Gerçi parti hocayı Eskişehir'den aday göstermişti ama zaten 34 milletvekili ile Meclise giren CHP'liler arasında hoca yoktu. Ulus'ta "Yankılar" köşesinde yazdıklarından aldığı para ile emekli maaşına kalmıştı. Karpiç'te, yuvarlak masada, Aka Gündüz'le birlikte içerken yüzünde ince bir acının izleri görülürdü. Sakin, sessiz görünümü ardında sinirli halini gizlerdi. Olabildiğince kibar ve nazikti. Çevresinde oluşan nezaketsizliğe kızar, elinden geldiğince iğneli bir sözle yanıtlardı. Birine kızınca küser, aylarca konuşmazdı. Çetin Altan o yıllarda genç bir gazeteciydi. Gençliğinden olacak eski ustalara takılırdı. Hocaya da takılmış küstürmüştü. Çetin, böbreğinden rahatsız, taş düşürüyordu. Bundan ötürü de günlerdir yuvarlak masaya uğramaz olmuştu. Hoca bir gün,
   "Nerelerde, gözükmüyor?" diye sordu.
   "Taş düşürüyor."
   "Hay Allah," dedi. "Şu taş, kısmı süflisine düşecek yerde, kısmı ulvisine düşseydi de rahat etseydik."
   Bu güzel nükte Çetin Altan'a anlatıldığında, "Çok sevdim," demişti. "Taş eğer kafama düşse yaramı kendi elleriyle saracağını biliyorum."
   (...)
   Hocanın şairliği de vardı. Arada hece, aruz şiirler yazardı. Hatta Halı diye bir şiir kitabı da yayınlamıştı. İki dizesi vardı ki okuya okuya herkese ezberletmişti:

Kadehim düştü elimden halıya
Halı sarhoş gibidir kaç gecedir

   Çetin Altan durur mu, hemen bir benzetme yapmış, iki dizeye şöyle bir biçim vermişti:

Kadeh elde gene düştük halıya
Sarhoşum dut gibiyim kaç gecedir



ÇETİN ALTAN & AZİZ NESİN


   Aziz Nesin ile Sabahattin Ali birlikte bir mizah dergisi (Marko Paşa) çıkarmayı kararlaştırdılar. Sabahattin Ali'yi polis izlediği için Aziz Nesin de "polis takibine" uğramaya başladı. 
   Bizde mizah dergileri, o zamana kadar, yabancı dergilerin taklidi gibiydi. İlk kezdir ki Aziz'le Sabahattin bize özgü, ulusal diyebileceğimiz mizah türünü bu dergide gösterdiler. Öyle başarılı olmuşlardı ki, dergi günlük gazetelerden fazla satıyordu. Haftalık derginin tirajı 60-70 bine kadar çıkmıştı. Durmadan CHP iktidarına çattıkları için bu dergiden iktidarın huzuru kaçmıştı. Savcılık ilk fırsatta Marko Paşa'yı kapattı. Sabahattin Ali de bir kovuşturma bahane edilerek Üsküdar Cezaevine kondu. Aziz Nesin daha sonra dergiyi Malum Paşa, Merhum Paşa adları ile yeniden çıkarmak istedi ise de fırsat vermediler. Durmadan kapattılar.
  Dergisi kapandıktan sonra Aziz Nesin uzun süre işsizlik dönemi geçirdi. Adı da solcuya çıktığı için o dönemde Babıali basınının hiçbirinde iş bulamadı.
  "Azizname" adlı taşlamasından ötürü kovuşturmaya geçmişlerdi. Hakkında bir de tutuklama vardı. Polis onu her yerde arıyordu:
  "Tutuklanmam için emir alan polis beni arıyordu. Büyük geçim sıkıntısı çektiğim o günlerde, cezaevine girmeden önce, tutuklu kalacağım sürece iki çocuğumun geçimini sağlayacak parayı bulmaya çalışıyordum; ondan sonra da gidip polise teslim olacaktım. İstanbul polisi büyük bir çabayla beni altı ay aradı. Polis beni bulamadı. Çünkü o kaçak gezdiğim günlerimi İstanbul'un genel kitaplıklarında, mizah konusunda çalışarak geçiriyordum ki, kitaplıklar polisin uğradığı, uğramayı akıl edeceği yerler değildi."
 Yöneticilerinin anlayışsızlığı yüzünden bazı ülkeler birçok şeyden nasibini alamaz. Sadece ekonomiden, özgürlüklerden, çağdaş düşünceden değil; mizahtan bile nasibini alamaz. Yöneticilerin anlayışsızlığı mizahı bile köreltir. Sanki bu ulus, Nasrettin Hoca'yı bilmemiş, Bektaşi fıkralarını tanımamış gibi. Onun için en yetenekli mizah yazarlarımız bu anlayışsızlıktan çok çekmişlerdir. (MEHMED KEMAL / Haber Peşinde 50 Yıl - Afa Yayınları))










    

Merhaba!

1 Mayıs 2021 Cumartesi

BİR GÜN MUTLAKA - 2

 



   Tekel eylemleri sırasındaydı; o dönemin Başbakanı "Ayaklar baş olursa dünya başımıza yıkılır" demişti. Yıkılır mıydı? Önemli olan bu değildi herhalde. Önemli olan yürütmenin başına anayasal bir seçimle gelmiş kişinin emekçileri "ayak", kendisini ise "baş" olarak görmesiydi. Ayaklar ayak olarak kalmalıydı, başlar ise baş. Peki kimin ayak kimin baş olacağına kim karar verecekti? Ya da bir gün ayaklar ayak olmaktan, emir almaktan, pasif kalmaktan, yükü taşımaktan usanırlarsa ne olacaktı? Ama bu sorular da önemsizdi. Önemli olan o zaman Başbakanın anayasa önünde eşit vatandaşlık ülküsünün bir yalan olduğunu itiraf etmiş olmasıydı. Ekonomik eşitsizlik var ise siyasi eşitlik iddiası martavaldan öte bir şey değildi. 

   İnsan sadece insan olduğu için değerlidir, değerinin bilincine varabilmek için bir başkasıyla kıyaslamak gerekmez. Kıyaslama başladığında sahte ahlak başlar. Sırf bu nedenle Marx kapitalizmin eşitsizliği karşısında eşitlik isteyen reformistlerin aslında burjuvazinin düşünsel ufkunu aşamadıklarını belirtmişti. Önemli olan eşitsizliğe karşı eşitlik kartını öne sürmek değildir; önemli olan eşitlik veya eşitsizlik kavram ve kaygılarını ortadan kaldıran bir toplumsal kurguya ulaşmaktır. Diğer bir ifadeyle derdimiz "ayakları" "baş" yapmak değildir, derdimiz "ayakları" ayak, "başları" baş yapan sistemi ortadan kaldırmaktır. Bunu başardığımızda her bir onurlu insanın kendisini kimseyle kıyaslamadan elinden geldiğince gönüllü katkıda bulunabileceği ve ortak sofradan, başkalarının ne kadar aldığına bile bakmadan, ihtiyacı kadar alabileceği bir toplum ortaya çıkacak ve sahte ahlak yok olacaktır. (SERDAL BAHÇE - soL Haber)



Ne gümüş iğne ne ipek iplik

yama tutmaz bu yırtık


Vakit geldi Tarih Dede

al makası eline

şu mavi atlastan biç

şu kızıl kadifeden


Kuş kondur üzerine


MEHMET BARIŞ





Merhaba!