DARİO MORENO
Deniz ve mehtap sordular seni neredesin?
İnsan ondan dinleyince deniz ve mehtabın böyle sorular sorabileceğine inanıyor.
Aniden duruyor. Gözlerini açarak, "Bu şarkıyı en güzel kimden dinledik, biliyor musunuz?" diye soruyor.
"Dario Moreno," diye yanıtlıyorum.
"Ah dostum... Bir harikasınız siz! Tebrik ederim."
Rakısından bir yudum alıp usulca ağzında çalkalıyor. Bektaşi gibi hallenerek, midesine ininceye kadar içkinin geçtiği her santimin tadını çıkarıyor. Dudaklarını afiyetle yaladıktan sonra anlatmaya devam ediyor.
(...)
"Konuyu dağıtmayayım... Dario askerlik vazifesini yerine getirdikten sonra Ankara Gar Gazinosu'nda Fransız şansonları, Arjantin tangoları okumaya başlıyor. Güzel de programlar yapıyor... Fakat maalesef o devirde de tıpkı bugünkü gibi sanatçının pek kıymeti yok; eline geçen para orta sınıf bir otelde kalmasına dahi kâfi gelmiyor. Ankara'nın arka sokaklarında, konaklayabileceği ehven bir yer aramaya koyuluyor. Nihayet kıyıda kenarda kalmış bir otelin iki kişilik odasında bütçesine uygun bir yatak buluyor. Otelciye müstakbel oda arkadaşının kim olduğunu sorunca, 'Geç gelir, her gece içer; şair miymiş neymiş,' cevabını alıyor. Başka seçeneği bulunmadığından mecburen o odaya yerleşiyor. Bizim Dario biraz pimpirikliydi, laf aramızda... İlk gece tedirginlikten uyuyamıyor. Vakit gece yarısını geçiyor. Saat ikiye doğru oda arkadaşı çıkageliyor. Sarhoş... Fakat efendi birine benziyor. Dario yatakta doğrularak kendini tanıtıyor: 'Ben Gar Gazinosu şantörlerinden Dario Moreno.' Genç adam karşılık veriyor: 'Ben de Tercüme Kalemi'nden Orhan Veli.' "
Şaşırıyor, keyifleniyor, imreniyorum. Vasili tepkilerimden hoşnut, kahkahası kadehinin ağzından sekip benimkinde çınlıyor.
"Kısa sürede kaynaşıyorlar. Orhan Veli evliya gibi bir adamdı... Kimi gün Dario ona yeni bir tangosunu okuyor, kimi gün o oda arkadaşına, diline doladığı bir şiirini... Orhan Veli fena halde âşık o sıralar... Sık sık şu mısraları tekrarlıyor:
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerin kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce."
"Efendime söyleyeyim... Muhabbet eni konu kıvamını bulmuştu ki, meyhanenin kapısı aralandı. Eşikte dal gibi ince, uzun boylu, vücuduna nispetle ufak kafalı, açık alınlı, deruni bakışlı bir adam zuhur etti. Kısa saçları, koyu renk paltosunun omuzları kardan bembeyaz olmuştu. Peşi sıra içeri bir de sokak köpeği girdi. Birlikte kapı ağzında bir müddet silkelendiler. Adam kaşkolünü çözünce sarkık dudakları ve çiçek bozuğu suratı meydana çıktı. Koço, 'Hos geldiniz Orhan Pasam. Seref verdiniz. Safalar getirdiniz,' diyerek ihtimamla karşıladığı müşterisini, bitişiğimizdeki masaya buyur etti. Köpek de masanın altına kıvrılıverdi.
Orhan Paşa, 'Bana bir kadeh rakı ver sadece Koço canım,' dedi. 'Cumhuriyet'te Sait'le Rıfat bekliyor. Tipi biraz hafiflesin, yanlarına geçeceğim.'
İnsanın içine nüfuz eden, ergenvari, akortsuz fakat müthiş tesirli bir sesi vardı. Köpeğin başını okşarken ilave etti: 'Yalnız kabul buyurursan eğer, bu gece Sarı Kız'ı sana emanet bırakacağım.'
Koço, kaşla göz arasında müessesenin ikramı olarak leziz bir meze tabağı hazırladı. Rakı refakatinde masaya bırakırken, 'Hay hay Orhan Pasam,' dedi. 'Emanetiniz basim üstüne. Elbet bu havada Sarı Kız'ı ayazin koynuna bırakmayiz. Peki, bizler için bir siir çikar mı acaba bu gece ceketinizin cebinden?'
Buğulu camekânın gerisindeki efsunkâr manzarayı seyretmekte olan Orhan Paşa'nın sarkık dudaklarından, asla unutamayacağım şu mısralar döküldü:
'Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.'
Sustuk kaldık... Her birimizin bir beklediği mevcuttu. Esasında sükût anlarında onu düşlüyorduk. Lakin itiraf etmekten de, ümit etmekten de imtina ediyorduk. Koço'ya refakat ederek kadehlerimizi topyekûn Orhan Veli'nin mısralarına kaldırdık.
(...)
Koço gramofona bir Dario Moreno plağı koydu..."
Merhaba!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder