31 Aralık 2017 Pazar

DOST ŞİİRLER




İMKÂNSIZ DOSTLUK

Değil kardeşim, dal yeşil değil, gök mavi değil.
Bilsen! Ben hangi âlemdeyim, sen hangi âlemde!
Aklından geçer mi dersin aklımdan geçen şeyler?
Sanmam! Yıldız ve rüzgâr payımız müsavi değil;
Sen kendi gecende gidersin, ben kendi gecemde;
Vazgeç. Kardeşim, ayrıdır bindiğimiz gemiler!


CAHİT SITKI TARANCI







DOST

İnan kardeşim inan
Gök mavidir, dal yeşil
Omuzun omuzumda
Nefesin nefesimde
Gökyüzünü yıldız yıldız
Dilim dilim bölüşürüz yeryüzünü,
Payına düşen dertler
Payıma düşer
Sen benim günümdesin
Ben senin gecende,
Bir ucu sende denizin
Bir ucu bende
İnan kardeşim inan
Aynı suda yüzer bindiğimiz gemiler.


CAHİT IRGAT









  ...Gece güzel başlamıştı. Avni Arbaş'ın atölyesinde rakılı şaraplı bir geceydi. Hep tanıdık. Ya sanatçı ya eğitimci kişilerdik bu çilingir sofrasında. Cin gibi zeki bir adamdı Hasan Âli Yücel. O güne dek hiç karşılaşmamıştık. Rakı bitmiş şaraba başlanmıştı. Konu dönmüş dolaşmış memlekete gelmişti. Eğitim meseleleri, sanat meseleleri, özgürlük meseleleri... Epey olmuştuk. Hasan Âli Yücel'e damdan düşercesine 'Sizin başka işiniz yok muydu ki Maarif Vekilliğine gelir gelmez attığınız imzalardan biri de benim konservatuvardan kovulmam içindi' diye sitem ettim... O da: 'İyi olmuş. Çok iyi etmişim!.. Şimdi sanatçısın, Paris'te kalsan ne olurdun? Maaşlı devlet oyuncusu.' diye cevap verdi. (Çok Yaşasın Ölüler - CAHİT IRGAT)



HASAN ÂLİ YÜCEL



   Konservatuvardan Hasan Âli Yücel'in imzaladığı bir kararla ayrılan Cahit Irgat'a Can Yücel  bir ağıt yazmıştı:


CİHAT İÇİN CAHİT

Cahit ki bu hasta düzende sağlıklı bir kanserdi
Cahit ki haksızlığa karşı üreyen hücrelerdi.
Yorgun develer gibi çöktüğü Dormen şölenlerinde bile
'Siz paranızı, ben kendi kendimi yerim' derdi.

Cahit zaten azalarak yaşayanlardan değil
Çoğalarak ölenlerdendi.



CAN YÜCEL









Dostluk dediğin güzel bir kitap
Hava gibi
Su gibi 
Ekmek gibi
Vazgeçilmez bir tad
Dostluk dediğin eşsiz bir kitap
Sevmediğin sayfaları varsa
Atla
Sayfayı kökünden yırtmak şart mı



BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU












Merhaba!





















24 Aralık 2017 Pazar

DOĞRU TARAF





Fotoğraf: ABED EL HAŞLAMON


   Kudüs direnişinin sembol ismi 16 yaşındaki Fevzi el-Cuneydi'nin İsrail askerleri tarafından götürülürken çekilen fotoğrafının resmini çizen İtalyan ressam ve gazeteci Alessia Pelonzi, dayanışmanın bu zor ve karanlık günlerdeki en önemli şey olduğunu söyledi.



ALESSIA PELONZI

   "Çocuğun İsrailli askerler tarafından götürülüşünü gösteren çok güzel, çok trajik bir fotoğraftı. O kadar etkilendim ki hemen bununla ilgili bir şey çizmem gerektiğine karar verdim. Sanatımla ilgili bir şeyler anlatmak istedim ve aklıma gelen ilk şey resmin ortasına Filistin bayrağının renklerini koymak oldu."





   "Sadece Filistin değil birçok bölgede yaşananlarla ilgili herkes bilgilendirilmeli. Bu bütün dünyayı ilgilendiren bir konu. Bu insan haklarına saygıyla ilgili. Birkaç ay önce Filistinli aktör Kamel el-Basha ile röportaj yapmıştım. Basha, sadece kendi halkı için değil, aynı zamanda herkes için birşeyler yapmanın ve kim olursa olsun dünyadaki herkese hizmet etmenin onun en önemli hedeflerinden biri olduğunu söylemişti.
   Dünyanın daha iyi bir yer olması için bu mesajı her sanatçının benimsemesi gerekir.
  Her trajedi, her savaş ve her adaletsizlik resnedilmeli ve anlatılmalı. Dünyada yaşanan acıların ve güzelliklerin tasvir edilmesi için elimden geleni yapmaya devam edeceğim.
   Önemli olan doğru tarafı seçmek." (Aydınlık Gazetesi)











 ALEKSANDR SERGEYEVİÇ PUŞKİN


...Puşkin; soylu bir aileden gelmesine karşın "liberal" fikirleri daha ilk şiirlerinde dile getirdiğinden Besarabya'ya sürülüyor. O yılların toplumsal yapısında kölelik düzeninin kalıtımı küçümsenmeyecek ölçüde güçlüdür; kilisenin desteğiyle sürdürülür; soyluların uçsuz bucaksız topraklarında çalışan köylüler köle kimliğinden ötede kişiliğe kavuşamazlar.
   Puşkin'i bu düzene karşı çıkması için kimse zorlamamıştı; ama soylu olmasına karşın hangi şeytan dürttü şairi? Bu ünlü yazar neden dili olmayanların dili olmaya çalıştı?
   Soyluluğun rahatı bir yerine mi batmıştı?
 Puşkin, Fransız devriminin ve İnsan Hakları Bildirisi'nin coşkular yarattığı bir dünyanın aydınıdır. Tarihi biçimlendirecek olan, yeni düşüncelerin ve akımların insanıdır, şairidir, yazarıdır. Puşkin, biliyor ki doğruyu aramak ve söylemek kendisine düşer. Kendisine düşeni yapıyor. (İLHAN SELÇUK - Düşünüyorum Öyleyse Vurun)










  "Maddi ve manevi varlığımın bütün hücreleriyle topluma borçluyum. Sınıf değiştirerek, kendi paçamı kurtarıp rahata kavuşmak elimde değil. Bir atasözümüz var: 'Her koyun kendi bacağından asılır.' Evet doğru, her koyun kendi bacağından asılır ama koyun olduğu için... İnsanlar koyun değil ki... Hiçbir insan yalnız kendi bacağından asılmaz; her asılanla biraz da biz asılırız, her açla açız. Her tutukluyla tutukluyuz. Mutluluk, başkaları mutsuzken, yalnızlıkla olmaz, toplulukla olur. Aç insanlar olduğunu bilirken, lokmalarım rahatlıkla boğazımdan geçmiyor; soğukta titreşenler varken, odamdaki sobamda ısınamıyorum." 


AZİZ NESİN
(Ben de Çocuktum)













Merhaba!

17 Aralık 2017 Pazar

PAYLAŞIM SORUNU





Fotoğraf: BORA BİLGİN (Sandaletli Seyyah)




   Köy çocuklarıydık, bizim oyuncak trenlerimiz yoktu ki! Olmasındı. Bizim, gerçek trenlerimiz vardı. Ekspres, posta, karma... Hepsi bizim trenlerimizdi. O koca demir yığınının kıvrılarak gelişi, lokomotifin yürek ürperten homurtusu, göğe savrulan kömür kokulu dumanları, uzun uzun çalan ıslığı ve uzayıp giden demir raylar canlı resimlerimiz oldu. 
   Ekspresimiz lükstü, çok da aceleciydi. Durmasıyla kalkması bir olurdu. Yolcuları da havalı mıydı ne? Posta trenimiz vardı. Bekleyeni çoktu; ondan mıdır nedir, azıcık da nazlıydı. Geciktikçe gecikir, gözümüz yolda kalırdı. Karma trenimiz garibandı. Önden iki vagonda yolcu -biletleri ucuzdu-, arkadaki vagonlarda yük ve hayvan taşırdı. Trenin ne zaman geleceği, ne zaman gideceği hiç belli olmazdı. Beş saat, on saat, hatta bir gün geç geldiği bile olurdu... (CAFER DOĞAN - BirGün Gazetesi)









   Aydın olmak ne demektir? Devrimci ve demokrat olmak demektir; ilerici olmak, çağdaş olmak demektir.
  Dünyaya gelen her dört çocuktan üçünün yeteneklerini geliştirmelerine engel olan sosyal adaletsizliği yok etmek; ülkelerin yönetimlerini para gücünün eline bırakan düzenleri değiştirmek; adaletin soysuzlaştırılmasını engellemek; gökten inme sanılan ayrıcalıkları tanımamak; ırkçılığı, yoksulluğu ve sömürüyü ortadan kaldırmak için elinden gelen ne varsa yapmak ilericiliğin kuralıdır. Yerel yenilgilere karşın insanlığın gittikçe daha aydınlık olacağına inanmak; geçici gerilemelerin aldatıcı görüntüsüne kapılmamak; ve kişiliğinden ödün vermemek...
   İşte ilericilik budur.
   Çağdaşlık da budur.   


  


   Paylaşım, mutluluğun bereketidir.
 Paylaşım kavramı çağımızda toplumsal mutluluk felsefesinin ortadireğidir, nesnel anlamı elle tutulurcasına maddeleşmiştir, alınteriyle yaratılan üretimini hakçasına paylaşmasını bilemeyen ülkelerde mutluluk değil bunalım türemektedir. 
  İnsanoğlu paylaşım mutluluğunu paylaşım kavgasına dönüştürdükçe bunalımdan kurtulabilir mi?                                  (İLHAN SELÇUK - Düşünüyorum Öyleyse Vurun)










Her beşik bir cenaze: zorba çağı.
Kelepçeler takılır kepçeler boşaldıkça.
Cesaretin sustuğu yer: esaretin doğduğu yer.
Kestirme adalette kesik baş çok olur.
Bin olur zindana girmiş bir ozan.
Kralın tahtı kansa bahtı da kan.
Ya kırbaçtan düşer her taç, ya açlardan.


TALÂT SAİT HALMAN





















Merhaba!

10 Aralık 2017 Pazar

YAŞAMIN ANLAMI




   Ölçüyü her zaman kendi elinde tutan kişi, gerçek ağırlığını unutur. Bir sanatçıyı, bir komutanı ve bir iktidar insanını arzu ve isteklerinin sürekli gerçekleşmesi kadar hiçbir şey zayıflatamaz, ancak başarısızlığında öğrenir sanatçı eserleriyle gerçek ilişki kurmayı, ancak yenildikten sonra öğrenir komutan hatalarını, ancak gözden düştükten sonra öğrenir politikacı gerçek siyasi kavrama yeteneğini. Sürekli zenginlik insanı gevşetir, sürekli alkış ruhsuzlaştırır...



STEFAN ZWEIG










 ...İnsanlar kolaylık isterler. Sıkıntı, yorgunluk gereksizdir. Düz olmalıdır yürüdüğümüz yollar. Edebiyat da. Hatta düzenden, yerleşmiş düzenden yana olan yazarlar hiç istemezler başka yazarların, şairlerin bilinen patikaların, asfaltların dışında dolaşmalarını, ormanlara girmelerini, dikenli yollardan geçmelerini... Taşkent'teki bir toplantıda Yevtuşenko "Şairin görevi ormanları düzene sokmaktır" demişti kendisini alışılan yolların dışına çıkmakla suçlandıran bir Rus yazarına... İnsanlığın nice balta kesmez ormanları var, içinde dışında, doğal olarak karşısında bulduğu, çoğu kez de kendi yarattığı... Edebiyat güçlüklerle çarpışacaktır, şair yazar yeni yeni şifreler çözecektir, şifreler kuracak, yaratacaktır. Barthes'ın sözündeki gibi...



ROLAND BARTHES


   "Yaşamın anlamını öğrenmeden yaşamaya başlamayacağım" der yazar kendi kendine. Bu anlamı aramak için de yazar yazar... Bir ömür boyu... Sorun, bulmak değildir zaten, aramaktır. Okurlarını da kendisiyle birlikte düşündürerek, duygulandırarak, kısacası yaşatarak... (OKTAY AKBAL - Yaşasın Edebiyat)










   Epeyce eskiden iki kez başka bir ülkede çalışmam için teklif geldi. İkisini de hiç düşünmeden reddettim. Ben bu halkın çocuğuyum ve halkıma hayranım. Dünyada böyle renkli, canlı, hareketli bir ülke, böylesine politize, keyifli, her olaya ilişkin bir fıkrası bulunan, uyanık ve çarıklı erkânıharplerden oluşan bir halk bulamazsınız. Bektaşi fıkralarını, Nasreddin Hoca'yı, Neyzen Tevfik'i hatırlayın. Yurdışında bir lokantada bir masadan kahkahalar yükseliyorsa, çok büyük olasılıkla o masadakiler Türk'tür.
   Hayat dediğiniz nedir ki? Yiyip içmek, uzanıp televizyon seyredip, yalnızlığınızı beslediğiniz köpeklerle gidermek mi?
   İnsanı insan yapan mücadeledir. Bu mücadele bazen doğaya karşıdır, bazen diğer insanlara. İnsanı geliştiren bu çabalardır.
  Geçen yıl bir yemekte 30 yılı aşkın süredir İsviçre'de yaşayan bir Türk ailesiyle sohbet etme imkanım oldu. Yanılmıyorsam 12 Eylül Darbesi sonrasında yurdışına çıkmak zorunda kalmışlar; sonra da oraya yerleşmişler.
   Yaşamlarını sordum. Rahattılar. İyi para kazanıyorlardı. Ne yaptıklarını sordum. Çalışıyorlar, geziyorlar, evlerinde televizyon seyrediyorlarmış. Her gün aynı şey. Hiç heyecan yok. Uğrunda mücadele edilen bir amaç yok. Türkiye'yi konuştuk. Başka ülkelerdeki insanların sömürülmesinden elde edilen kaynakların bir bölümüyle sağlanan rahatlık onları rahatsız etmiyordu. Sıkılıp sıkılmadıklarını sordum. Sıkılıyorlarmış; ancak İsviçre'nin sağlık sistemi iyiymiş. Dostlarının olup olmadığını sordum. Oralarda öyle dost filan olmadığını anlattılar. Hele politika konuşanlara filan pek sıcak bakmazlarmış. İnsanlar yalnızlıklarını alkolle, depresyon ilaçlarıyla, besledikleri köpeklerle ve bazen uyuşturucuyla gidermeye çalışıyormuş.
   Durgun göllerde tembel sazanlar yetişir. Hırçın akan soğuk suların balığı ise alabalıktır.
  Emperyalist ülkenin sömürüsünden pay alan sazanlar yerine, emperyalizme karşı mücadele eden alabalık olmak daha zevkli. (YILDIRIM KOÇ - Aydınlık Gazetesi)











     
Resim: SEMA ÇULAM




Zehmetle yeyilen acı soğan, minnetle yeyilen baldan şirindir.










Merhaba!




3 Aralık 2017 Pazar

BEDREDDİN YAŞIYOR MU HÂLÂ?




  "Bir Tiran'ın hak ettiği yargı, iktidarının yıkılışıdır. Çarptırılacağı ceza da halkın özgürlüğünün uygun gördüğü cezadır. Halklar, şimşeği çakarlar, yargıları budur onların. Halklar kralları itham etmezler, işlerini bitirirler sadece, hiçe indirirler onları!"

MAXIMILIEN ROBESPIERRE







   "Bedreddin yaşıyor mu hâlâ?"
   Çelebi Mehmet böyle soruyor kendi kendine, ya da lalasına, yani veziriazamına. Şair böyle düşlemiş. Koskoca padişah korkusunu yenememiş, halkın bilinçlenmesinde, iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı anlamasında güçlü bir ışık yakmış adamın ölüp gittiğine inanamıyor. Belki de sezgiyle biliyor, büsbütün yok olamaz böyleleri. İster as, ister kes, ister doğra, ister binlerce parçaya böl. Çoğalırlar, çoğalırlar, binlere, on binlere, milyonlara dağılırlar...


OKTAY AKBAL
(Yaşasın Edebiyat)


  ...Hilmi Yavuz Birinci Mehmet'i konuşturuyor:
  "Bedreddin yaşıyor mu hâlâ?" sorusu içini kemirmektedir halkın isyanını kanla boğan padişahın... Veziriazamına soruyor: 

bedreddin yaşıyor mu hâlâ?

ben ki yazmalara ve bala 
hükmedendim; ihaneti gül diye
resmedendim; denizin gönderine ölümü
çektirendim ben, lala

bedreddin yaşıyor mu hâlâ?

dersin ki onu, mülhidlerini
ormandan ayırmak olası değil
boynu laleden geçilmez
saçları taflandır ve çağla
ve alnı ak ketende yaban çileği
dağılan onlardı, lala

bedreddin yaşıyor mu hâlâ?

kuşlarla akan ipeği
göllerde uçan çiniyi
ve sevdayı, umarsız kına çiçeği
gibi bölüşen onlardı, lala

bedreddin yaşıyor hâlâ


HİLMİ YAVUZ










Cellat uyandı yatağında bir gece
"Tanrım" dedi "Bu ne zor bilmece
Öldürdükçe çoğalıyor adamlar
    Ben tükenmekteyim öldürdükçe..."


ATAOL BEHRAMOĞLU











Merhaba!