Yıl 1933:
"...Römer Meydanı'nda, üstelik de Goethe'mizin HAKİKAT ve ŞİİR eserindeki adalet sembolü havuzun orada, akşam dokuzda toplandılar. Çalı-çırpı, tahta ve ağaç parçalarını üst üste yığıp hazırlık yapmışlar ve bir benzin bidonu getirmişlerdi. Ne sefil, ne rezil bir görüntüydü anlatamam. Dur daha bitmedi... bir köylünün öküz arabasını kiralamışlar. Kitaplar, iki öküzün çektiği salaş arabada geldi. Arabanın peşinde, öğrenciler, öğretmenler, okutmanlar, profesörler... Çok ama çok utanarak yazıyorum Gerhard, benim gibi işinden atılmama gayreti içinde olan, çoğunu senin de tanıdığın nice öğretim üyesi... Sonra ne göreyim, çocuklarımızı vaftiz eden Papaz Otto var ya, hani şu Öğrenci Yardımlaşma Derneği'nin fahri üyesi, işte o, bizim papaz, öküz arabasının tepesine çıktı ve pek coşkulu bir konuşma yapıp, ilk kitabı o fırlattı ateşe. Düşün artık, papazları bile kendilerine benzettiler!"
"...Kitap yangınını seyretmek için Opera Meydanı'nda binlerce kişi toplanmıştı. Meydanın ucundaki üniversitenin kütüphanesinden aldıkları kitapları öğrenciler el arabalarında getirdiler. Daha uzaklardaki kütüphanelerin kitapları kamyonetlerle taşınıp, yere yığıldı. Bizim ahlak seviyelerini yükseltmek, ufuklarını açmak için ömrümüzü harcadığımız yüksekokul öğrencilerimiz, kitapları elleriyle yaktıkları ateşe tek tek atmaya başladılar. Çoğunun üzerinde SA veya SS üniformalarının benzeri kahverengi gömlekler vardı. Ben meydana bakan binalardan birinin üst katında elimde dürbün, yüreğimde utançla dikiliyordum pencerenin önünde. Hem kaçmak istiyordum oradan, hem de bu dehşet verici gösteriye şahit olmak ki, bir bilim adamı olarak insanlığın aklını yitirdiği o meşum ana tanık olayım. Bir taraftan da radyodaki yayını dinliyordum. Spiker, Hitler'e benzetmeye çalıştığı dramatik sesiyle, yakılanların 'Almanya'yı yansıtmayan, Nasyonal Sosyalist ideolojiye aykırı kitaplar' olduğunu tekrar edip duruyordu. Derken çocuklar ellerindeki kitapları ateşe fırlatmaya başladılar. Aynı anda bağırıyorlarmış da... Ateşe Sigmund Freud'un kitaplarını atıyorum... Ateşe Albert Einstein'ın kitaplarını atıyorum... Ateşe şunu atıyorum, bunu atıyorum diye... Ben onların sesini duyamıyordum ama canlı yayına bağlı spiker, her birini tekrarladığı için biliyorum... Karl Marx... Emile Zola... Maksim Gorki... Marcel Proust... Jack London... Ernest Hemingway... Albert Einstein... İnanması zor ama 1929 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmış olan Thomas Mann'ın kitapları bile... Yazarları Yahudi, komünist veya nihilist oldukları bahanesiyle ama aslında Hitler hoşlanmadığı için yakılan binlerce kitap! Alevler göğe yükseliyordu ve bizim yetiştirdiğimiz, ah Paul yetiştiremediğimiz demek daha doğru olur, çocuklar ateşin alevleri arasında düşünce gücünü yaktıklarının farkına bile varmadan, coşkuyla tepiniyorlardı. Kitaplardan oluşan ateş denizinden etrafa kıvılcımlar, küller savruluyordu. Benim de yüreğim yanıyordu, Paul. Yanımdaki insanlardan utanmasam ağlayacaktım. Fakat tuttum kendimi, çünkü o anda aklıma kitaplarını yaklaşık yüz sene önce yaktığımız şairimiz Heinrich Heine'nin sözleri geldi; 'bugün kitapları yakanlar, yarın insanları da yakar' demişti ya, içimde o günleri de göreceğimize dair bir his var. Gözyaşlarımı işte o günlere saklıyorum, insanlığın yitişine doyasıya ağlamak için!..
AYŞE KULİN
(Kanadı Kırık Kuşlar)
... 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM'de kabul edildi... Ulus gazetesi yasayı şu başlıkla duyuruyor: "Memlekette Büyük Eğitim Hamlesi". O yıllarda Avrupa'da trenler faşizmin emrinde toplama kamplarına insan taşırken, bizim trenler eğitim görecek çocukları taşıyor. Köy Enstitüleri ulaşımın kolay olduğu tren yollarının kenarında kuruluyor... (HAYATİ ÖZCAN / NURCAN AKKUL - Aydınlık Gazetesi Köy Enstitüleri eki)
Tercüme Bürosu'nca 28 Şubat 1940 - 1946 sonuna kadar 496 eser Türkçeye çevrildi. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Ali Yücel'in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı. Teklif, Elektra, Faust, Kırmızı ve Siyah, Vadideki Zambak, Benim Üniversitelerim, Goriot Baba, Figaro'nun Düğünü, Nora, Şamdancı, Harp ve Sulh, Venedik Taciri, Germinal gibi kitapları okuyan bu öğrenciler, Zoraki Tabip, Kibarlık Budalası, Bir Yaz Gecesi Rüyası gibi oyunları da oynuyorlardı. (Prof. Dr. KEMAL KOCABAŞ - Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Başkanı)
Bütün bu gayretlerin sonucu köy enstitülerinde okuma öğrenciler arasında büyük oranda alışkanlık haline geldi. Okuyan insan aynı zamanda düşünce üreten insandır. Üretilen düşünceyi hoş görmeyenler, zararlı görenler elbet vardı. Ne yazık ki böyleleri 1946 seçimlerinden sonra karar verir duruma geldiler. İlk yapılanlardan biri okumayı kısıtlamak, özgür düşünmeye engel olmak olarak düşünüldü, uygulamaya geçildi. Kitaplar hapsedildi, yakıldı ve SEKA (Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A. Ş.) 'ya gönderildi. (MUSTAFA AYDOĞAN - Köy Enstitüleri Sistemi)
Merhaba!