28 Mayıs 2017 Pazar

ÇOCUKLAR, TRENLER, KİTAPLAR


    Yıl 1933:

 "...Römer Meydanı'nda, üstelik de Goethe'mizin HAKİKAT ve ŞİİR eserindeki adalet sembolü havuzun orada, akşam dokuzda toplandılar. Çalı-çırpı, tahta ve ağaç parçalarını üst üste yığıp hazırlık yapmışlar ve bir benzin bidonu getirmişlerdi. Ne sefil, ne rezil bir görüntüydü anlatamam. Dur daha bitmedi... bir köylünün öküz arabasını kiralamışlar. Kitaplar, iki öküzün çektiği salaş arabada geldi. Arabanın peşinde, öğrenciler, öğretmenler, okutmanlar, profesörler... Çok ama çok utanarak yazıyorum Gerhard, benim gibi işinden atılmama gayreti içinde olan, çoğunu senin de tanıdığın nice öğretim üyesi... Sonra ne göreyim, çocuklarımızı vaftiz eden Papaz Otto var ya, hani şu Öğrenci Yardımlaşma Derneği'nin fahri üyesi, işte o, bizim papaz, öküz arabasının tepesine çıktı ve pek coşkulu bir konuşma yapıp, ilk kitabı o fırlattı ateşe. Düşün artık, papazları bile kendilerine benzettiler!"



 "...Kitap yangınını seyretmek için Opera Meydanı'nda binlerce kişi toplanmıştı. Meydanın ucundaki üniversitenin kütüphanesinden aldıkları kitapları öğrenciler el arabalarında getirdiler. Daha uzaklardaki kütüphanelerin kitapları kamyonetlerle taşınıp, yere yığıldı. Bizim ahlak seviyelerini yükseltmek, ufuklarını açmak için ömrümüzü harcadığımız yüksekokul öğrencilerimiz, kitapları elleriyle yaktıkları ateşe tek tek atmaya başladılar. Çoğunun üzerinde SA veya SS üniformalarının benzeri kahverengi gömlekler vardı. Ben meydana bakan binalardan birinin üst katında elimde dürbün, yüreğimde utançla dikiliyordum pencerenin önünde. Hem kaçmak istiyordum oradan, hem de bu dehşet verici gösteriye şahit olmak ki, bir bilim adamı olarak insanlığın aklını yitirdiği o meşum ana tanık olayım. Bir taraftan da radyodaki yayını dinliyordum. Spiker, Hitler'e benzetmeye çalıştığı dramatik sesiyle, yakılanların 'Almanya'yı yansıtmayan, Nasyonal Sosyalist ideolojiye aykırı kitaplar' olduğunu tekrar edip duruyordu. Derken çocuklar ellerindeki kitapları ateşe fırlatmaya başladılar. Aynı anda bağırıyorlarmış da... Ateşe Sigmund Freud'un kitaplarını atıyorum... Ateşe Albert Einstein'ın kitaplarını atıyorum... Ateşe şunu atıyorum, bunu atıyorum diye... Ben onların sesini duyamıyordum ama canlı yayına bağlı spiker, her birini tekrarladığı için biliyorum... Karl Marx... Emile Zola... Maksim Gorki... Marcel Proust... Jack London... Ernest Hemingway... Albert Einstein... İnanması zor ama 1929 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmış olan Thomas Mann'ın kitapları bile... Yazarları Yahudi, komünist veya nihilist oldukları bahanesiyle ama aslında Hitler hoşlanmadığı için yakılan binlerce kitap! Alevler göğe yükseliyordu ve bizim yetiştirdiğimiz, ah Paul yetiştiremediğimiz demek daha doğru olur, çocuklar ateşin alevleri arasında düşünce gücünü yaktıklarının farkına bile varmadan, coşkuyla tepiniyorlardı. Kitaplardan oluşan ateş denizinden etrafa kıvılcımlar, küller savruluyordu. Benim de yüreğim yanıyordu, Paul. Yanımdaki insanlardan utanmasam ağlayacaktım. Fakat tuttum kendimi, çünkü o anda aklıma kitaplarını yaklaşık yüz sene önce yaktığımız şairimiz Heinrich Heine'nin sözleri geldi; 'bugün kitapları yakanlar, yarın insanları da yakar' demişti ya, içimde o günleri de göreceğimize dair bir his var. Gözyaşlarımı işte o günlere saklıyorum, insanlığın yitişine doyasıya ağlamak için!..



AYŞE KULİN 
(Kanadı Kırık Kuşlar)






... 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM'de kabul edildi... Ulus gazetesi yasayı şu başlıkla duyuruyor: "Memlekette Büyük Eğitim Hamlesi". O yıllarda Avrupa'da trenler faşizmin emrinde toplama kamplarına insan taşırken, bizim trenler eğitim görecek çocukları taşıyor. Köy Enstitüleri ulaşımın kolay olduğu tren yollarının kenarında kuruluyor... (HAYATİ ÖZCAN  / NURCAN AKKUL - Aydınlık Gazetesi Köy Enstitüleri eki)



   Tercüme Bürosu'nca 28 Şubat 1940 - 1946 sonuna kadar 496 eser Türkçeye çevrildi. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Ali Yücel'in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı. Teklif, Elektra, Faust, Kırmızı ve Siyah, Vadideki Zambak, Benim Üniversitelerim, Goriot Baba, Figaro'nun Düğünü, Nora, Şamdancı, Harp ve Sulh, Venedik Taciri, Germinal gibi kitapları okuyan bu öğrenciler, Zoraki Tabip, Kibarlık Budalası, Bir Yaz Gecesi Rüyası gibi oyunları da oynuyorlardı. (Prof. Dr. KEMAL KOCABAŞ - Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Başkanı)


   Bütün bu gayretlerin sonucu köy enstitülerinde okuma öğrenciler arasında büyük oranda alışkanlık haline geldi. Okuyan insan aynı zamanda düşünce üreten insandır. Üretilen düşünceyi hoş görmeyenler, zararlı görenler elbet vardı. Ne yazık ki böyleleri 1946 seçimlerinden sonra karar verir duruma geldiler. İlk yapılanlardan biri okumayı kısıtlamak, özgür düşünmeye engel olmak olarak düşünüldü, uygulamaya geçildi. Kitaplar hapsedildi, yakıldı ve SEKA (Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A. Ş.) 'ya gönderildi. (MUSTAFA AYDOĞAN - Köy Enstitüleri Sistemi)







Merhaba!

19 Mayıs 2017 Cuma

BAĞIMSIZLIK UĞRUNA





Resim: NED PAMPHİLON




   Mustafa Kemal, Mondros Ateşkesi'nden 2 hafta sonra, 13 Kasım 1918 günü, 55 parçalık işgal donanması Sarayburnu açıklarından İstanbul Boğazı'na giriş yaparken Haydarpaşa Garı'nda trenden yeni iniyordu. Kendisini bekleyen Fransız bayraklı Enterprise isimli istimbota (sonradan Kartal istimbotu) binerken yanındaki yaveri Cevat Abbas'a döndü ve ağzından 3 kelimelik bir cümle çıktı: "Geldikleri gibi gidecekler." (CEM GÜRDENİZ - Aydınlık Gazetesi)









   3 Mart 1931'e kadar devam eden üç aylık gezi esnasında, Mustafa Kemal'le Hasan Âli arasında oldukça anlamlı bir diyalog gerçekleşir. Mustafa Kemal bir gün yanında bulunanlara "Türk milleti ne zaman kendini kurtulmuş sayabilir?" diye sorar. Yanındakiler doğal olarak görüşlerini bildirirler. Sonra Hasan Âli söz alır; "Paşam," der; "Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak hale gelirse o zaman kurtulmuş olur." Mustafa Kemal kendisine, "Bu çocuğun ileri attığı, üstünde bizi derin derin düşündürmeye değer bir fikirdir." diyerek takdirlerini bildirir.







   KURTULUŞ  OVALI - soL Haber:

 ...İlginç bir şekilde Deniz Gezmiş'i hiç tanımamış olan Nazım Hikmet'in 1960'ların başında yazdığı iki şiir sanki Deniz Gezmiş'e yazılmıştır. Birisinde Nazım Hikmet bir kahin gibi Deniz Gezmiş'e "Delikanlım" diye seslenmiş, diğerinde ise Deniz'e " Hoşça kal Kardeşim Deniz" diyerek veda etmiştir;

   Delikanlım! İyi bak yıldızlara, onları belki bir daha göremezsin...
   Belki bir daha yıldızların ışığında kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin...
   Delikanlım! Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
   Yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir.
   Delikanlım! Sen ki, ya bir köşe başında kan sızarak kaşından gebereceksin, ya da bir darağacında can vereceksin.
   İyi bak yıldızlara onları göremezsin belki bir daha.



   DENİZ GEZMİŞ (1970) ve NAZIM HİKMET (1941) Bursa Cezavi'nde aynı koğuşun aynı penceresinde


Bir şeyler anlattın bize / Hoşça kal kardeşim deniz
Denizliğin kaderinden / Hoşça kal kardeşim deniz
Biraz daha umutluyuz / Hoşça kal kardeşim deniz
Biraz daha adam olduk / Hoşça kal kardeşim deniz
İşte geldik gidiyoruz / Hoşça kal kardeşim deniz  







  ...Cumhuriyete, Mustafa Kemal'e, uygarlığa sahip çıkmak için paraya, güce veya üniformaya ihtiyaç yoktur. Tek ihtiyaç boyun eğmemek ve ruhen teslim olmamaktır. O da umut etmeyi gerektirir. Umudun olduğu her anda ve yerde mutlaka bir çözüm vardır. Umutsuzluk ise savaşmadan kaybetmektir. (CEM GÜRDENİZ - Aydınlık Gazetesi)








Merhaba!

14 Mayıs 2017 Pazar

KİTAP ÖZGÜRLÜKTÜR




RÜDİGER SAFRANSKİ

   "Romantik: Bir Alman Sorunsalı" adlı kitabında Rüdiger Safranski şunları söylüyordu:
  "İnsanlar yaşamının değerini edebiyatın ışığında arttırmak, ona bir yoğunluk, dramatiklik ve atmosfer kazandırmak ister."
   Bu anlamda edebiyatın herkese gerekli olduğuna inanırım.
  Okumak insanı sıradanlıktan kurtarır; edebiyat ise duygusal/düşünsel olarak kendini, varoluşunu anlamlandırmanın yolunu açar. Bu, bir tür, insan ruhunda "devrim"dir.
   Edebiyatsız bir hayat yavandır, anlamsızdır, sıradandır.


FERİDUN ANDAÇ








  "Okuyan insan düş kurar, zihni çalışmaya başlar, soru sorar. Soran insan, artık sürünün koyunu değil, bir bireydir. İnsan, okudukça birey olur. Ben topluma diyorum ki, 'Lütfen kitap okuyun. Televizyon dizilerinden, internetten biraz uzak durun.' Zaman öyle bir kavramdır ki, zamanı komşudan isteyemezsiniz. Bakkal da satmaz, turşusunu da kuramazsın.Zaman gitti mi gitti. Onun için zamanımızı iyi kullanalım. Oturun kitap okuyun ve düş kurun. 


MUZAFFER İZGÜ








 ...Köy Enstitüleri, kaba saba elbiseli, korkunç ter kokulu köy çocuklarını Faust'la tanıştırmış, Shakespeare, Goethe, Gogol, Balzac okutmuş, Talip Apaydın'ın deyişiyle onlara "öğrenme mutluluğu, öğrenme heyecanı, öğrenme merakı uyandırmıştır." Onları özgürleştirmiştir. 


TALİP APAYDIN







 ... Otokrasiden diktaya bütün baskı rejimlerinin kitap düşmanlığı, yazana nefret ve okuyana hışım ortaklığı, rastlantı değildir.
   Sözlerle düşünürüz. Kitaplar, söz dağarcığını genişleterek düşüncenin, hayalin ufkunu açar, mantığı geliştirir ve sonunda, özgürleştirir. Mutlaka özgürleştirir. Baskı rejimlerinin en çok korktuğu da budur... (MİNE G. KIRIKKANAT - Cumhuriyet Gazetesi)










Merhaba!

7 Mayıs 2017 Pazar

TÜM İNSANLARIN MUTLULUĞU İÇİN




 
"Oğlum kalem defter dediğin aynıdır. Önemli olan senin neler yazacağındır. At, binicisi kadardır, unutma!"



OSMAN ŞAHİN
(Ölümün Süt Dişleri)






Paranla şeref kazanma, şerefinle para kazan ki; paran bittiğinde, şerefin de bitmesin!



NICANOR PARRA







   Kapitalist sistemin enerjisi açıklar ve borçlardan gelir. Açık ve borçluluk, sermayenin piyasa ihtiyacını karşıladığı gibi, aynı zamanda da insanların sisteme karşı sadık olmasını, başka bir ifade ile insanın köleleşmesini sağlar. Şöyle ki, ekonomik kapasitesinin üzerinde bir yaşam sürmek isteyen insana sistem borç kapılarını açarak, aslında üretimde yapılan hırsızlığı borç olarak vererek bireyi hem sahte mutluluğa atar, hem de sistemin sadık koruyucusu haline sokar. (Prof. Dr. İZZETTİN ÖNDER - soL Haber)








NİKOLAY GAVRİLOVİÇ ÇERNİŞEVSKİ

   Lenin, 1905 ve 1917'deki iki devrim arasında kendisini sürgünde ziyaret eden ve Çernişevski'nin kitabının (Nasıl Yapmalı? - NİKOLAY GAVRİLOVİÇ ÇERNİŞEVSKİ) okunamaz olduğunu söyleyerek kendisine takılan genç Bolşeviklerle tartışırdı. Kitabın derinliğini ve bakış açısını anlayamayacak kadar genç olduklarını söyleyerek onlara çok sert tepki gösterirdi. 40 yaşına kadar beklemeleri gerekiyordu, o zaman Çernişevski'nin felsefesinin basit gerçeklere dayandığını anlayacaklardı. Bu basit gerçekler şöyleydi: Biz Adem ve Havva'dan değil maymunlardan geldik, yaşam kısa süreli bir biyolojik süreç, bu nedenle her birey mutluluğu yaşamalı. Açgözlülüğün, nefretin, savaşın, egoistliğin ve sınıfın egemen olduğu bir dünyada bu mümkün değil. Bu nedenle bir toplumsal devrim gerekli. (TARIK ALİ - The Guardian / Çeviri: MERVE ARKAN - soL Haber)








Yok sayılmak var hesapta,
listelerden düşülmek...
Unutma
kahkahanı dolu tutacaksın,
hep tetikte olacak 
emniyeti açık bir kahkaha.


SENNUR SEZER











Merhaba!

1 Mayıs 2017 Pazartesi

EMEK VE MÜCADELE




  "İnsanlar her şeyin fiyatını gayet iyi biliyor, ama değerini asla... 
Şunu unutuyorlar ki, fiyatı belirleyen belki insanlar ama değeri belirleyen emektir."

ERTÜRK AKŞUN
(On Sekiz Saat)






Ve elbette ki sevgilim, elbet
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...


NAZIM HİKMET






   Bırakınız birileri buna Don Kişotluk desin. Senyorun yeldeğirmenleriyle mücadele edecek gücü yoktu. Ama mücadele hırsı vardı, bu hırs ancak sınıfsal kavramlarla ortaya çıkar. Biz her şeyin bir anda olmasını bekledik, bizim kuşak. Ama sonra dank etti.
   Sovyetler Birliği'nin sönümlenmesi meselesi... Molotov'da söylüyor: "Sosyalizmi kurduk mu kurmadık mı?" Onlar da kafalarında bunu tartışıyor.
   Ama 70 yıl iktidarda kaldılar. Spartaküs'ünki 7 gün sürdü, Paris Komünü 70 gün sürdü, Sovyetler Birliği 70 yıl sürdü. Bundan sonraki belki 700 yıl sürecek. 
  Ama bir şey öğrendim. Mücadele sabır işidir. Sabırlı olmayan daima yanılır mücadelede...


   
TEVFİK ÇAVDAR






"Devrimler sona erdiği zaman farkına varılır ki, insanlık tartaklanmış ama yol almıştır."



VİCTOR HUGO
(1793 Devrimi))







Merhaba!