İranlı şair akademisyen Prof. Dr. Asgar Ferdi anlatıyor:
Nazım Hikmet'le tanışmam İran'ın meşhur yazarı Samed Behrengi'nin bir çocuk kitabı aracılığıyla oldu. Behrengi kitabında Nazım'ın bir şiirini tercüme ederek yayımlamış, ben oradan okudum ve çok beğendim. Çocuktum ama çok sevdim. Acaba bunun aslını bulabilir miyim diye de araştırmaya girdim. Nazım aşkıyla Türkçeye merak sardım. 12 yaşındaydım. Sonra Nazım'ın şiirleri basıldı İran'da. Türkiye'de hukuk okumuş olan, Onat Kutlar'ın da yakın arkadaşı Celâl Husrevşahi ile en büyük çevirmen Rıza Seyit Hüseyni ortak çalışmayla " Güneşi İçenlerin Türküsü" nü kitaplaştırdılar. Onu okumuştum. Sonra Nazım'ın diğer kitaplarının peşine düştüm.
Türkiye'den kamyon şoförleri gelip giderdi Tebriz'e, mal getirip götürürlerdi. Tebriz'deki buğday silosunun önünde uzun kuyruklar halinde beklerlerdi, onları görürdüm. O şoförlerden yardım isteyerek getirtebileceğimi düşündüm kitapları. Bir kış günüydü. Şoförler sıralarını beklerken ateş yakmış, ısınıyorlardı. Nazım'ın kitaplarını okumak istediğimi ve parasını vererek getirtmek istediğimi söyledim. Hiç unutmuyorum, şoförler bana bir çıkıştı. " Vay sen o vatansız komünistin kitaplarını nasıl istersin. Nasıl Türksün? " diye... Küfür bile ettiler. Sonradan anladım ki bunlar sağcı... Nazım'ı da sevmiyorlar. Canım sıkılarak ve şaşkınlık içinde onların yanından ayrılırken, biraz ileriye gitmiştim ki birisi arkadan ıslık çalarak beni durdurdu ve yanıma geldi. Sessizce beni kamyonun arkasına çekti ve " Sen Nazım'ı nereden tanıyorsun? " dedi. Ben de şiirlerini okumak istiyorum dedim. Adının Murat olduğunu söyledi ve " Ben sana bulurum " dedi, telefonumu aldı. Heyecanla evin yolunu tuttum. Para vermek istedim almadı, " Gelince ararım " dedi. Neredeyse bir yıl geçti haber çıkmadı. Tam ümidimi kesmiştim ki bir telefon geldi ve kitapları getirdiğini söyledi. Çok heyecanlandım, hemen onun bulunduğu yere koştum.
Oturduk. Merakla çıkarıp kitapları vermesini bekliyorum... İlk sözü " Bana bir çay ısmarlar mısın, anlatacaklarım var " oldu. Memnuniyetle diyerek bir kahvehaneye götürdüm. Oturduk konuştuk. Elinde de benim kitapların paketi... Merakla anlatacaklarını dinlemeye başladım. Anlattıkça da şaşkınlığım arttı.
" Senin kitabını İstanbul'da kitabevlerini tek tek gezerek sordum, bulamadım. Gittiğim bir kitabevinde durumu anlattım, telefon numaramı aldılar, bulacaklarını söylediler. Bir gün sonra aradılar, 'Kitaplar hazır gel al' dediler. Ertesi gün gittiğimde daha kapıdan girer girmez polisler gözaltına aldı. Neye uğradığımı şaşırdım. Karakola götürüp sorguladılar. Bana durmadan 'Sen bunları nereye götürüyorsun. Kimlerle temastasın. Yabancılarla mı, hangi örgüte bağlısın? diye soruyorlardı.
'Abi ne örgütü, TIR şoförüyüm. İran'dan birisi rica etti, ben de ona götürüyordum' diyorum, onlar da 'TIR şoföründe Nazım Hikmet'in toplu kitapları ne arıyor. Bunların yasak olduğunu bilmiyor musun?' diyorlar. Ne desem kâr etmiyor. İlla beni bir yerle ilişkilendirecekler.
Mahkemeye çıkana kadar üç ay tutuklu olarak Bayrampaşa Cezaevi'nde yatmış. Hale bak... Benim yüzümden başı belaya girmiş, haberim yok. Şaşırdım kaldım. 13 yaşındayım, ne diyeceğimi bilemiyorum... Yıl 1976.
Bizim şoför ahdetmiş, bu kitapları illa bulacak... Bu arada cezaevinde de solcu olmuş. Duymuş ki bu kitaplar Bulgaristan'da bulunur. Ambardan özellikle Bulgaristan'a yük almış. Oraya gitmiş. Sormuş soruşturmuş dört gün bunun için uğraşmış ve sonunda yedi cilt kitabı bulmuş. " Çocuğa söz verdik yerine getirelim " diye...
Başına gelenlerden sonra olur da Türkiye'de kamyonu aranır diye, kitapları plastik torbayla sıkıca sarıp sarmalıyor, arabanın altında bir yere de zulalıyor. Sonra Türkiye'den Tebriz'e yük bularak geliyor.
Murat Can... 30 yaşındaydı o zaman. Sonra çok sıkı dost olduk. Her gelişinde görüştük. Tebriz'in her yerini gezdirerek borcumu ödemeye çalıştım. Gerçekten kahraman bir adam. Düşünebiliyor musunuz? Bir çocuğa söz verdim diye başına gelmedik kalmıyor ve inat edip kitapları alıp bana getiriyor...(ERCAN DOLAPÇI - Aydınlık Gazetesi)
İnsanlar sizi çağırıyorum:
kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.
NAZIM HİKMET
" O günler aklıma geldikçe hep gülümserim. Mutlu olmak için çok şeye sahip olmanın gerekmediği zamanlarda çocuktum ben. Şimdiki gibi değil! Bugün insanlar, başkalarının sahip olup, kendilerinde olmayanlar yüzünden inanılmaz mutsuzlar. Bizim de pek bir şeyimiz yoktu. Zaten o zamanların Yugoslavya'sında kimse zengin değildi. Annem, babam, kardeşim, büyükannem ve ben kooperatif bloklarında yaşıyorduk. Ne yüzme havuzuna ücret öderdik, ne basketbol sahasına. Belki de bunlar mutlu bir çocukluk geçirmemin nedenleriydi, çünkü hep birilerinin bizi sevip kolladığına inanmıştım."
SLAVEN BİLİC
" Hayatta tam zevk ve saadet, ancak gelecek nesillerin varlığı, şerefi için çalışmakla bulunabilir..."
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Merhaba!