25 Ekim 2015 Pazar

ÇOCUKLARA KIYMAYIN EFENDİLER




   Ah en zengin sofra çocukların gülüşlerinin olduğu sofra değil midir Agafya?
   Çocukların gülüşleri, narın ikiye ayrılması gibidir, kırmızı kırmızı gülüşler dökülür sofraya, birçok nar tanesi nasıl dökülürse bereketiyle eve...Düşer eline, yemeye kıyamayacağın kadar güzel gülüşler...

ERTÜRK AKŞUN
(Agafya)







   "1946'larda TBMM'de Toprak Kanununa karşı çıkanlardan birkaç milletvekili, Hasanoğlan'a geliyor. Üretilen dedikoduların belgelerini toplayacaklar.Birkaç gün derslere girip çıkıyorlar, kız erkek ilişkilerine bakıyorlar, havadan orakla çekice benzediği keşfedilen! yapıları gözden geçiriyorlar. Enstitüleri karalamaya yetecek tutamak bulamıyorlar. Ayrılacakları gün biraz erken kalkıp sabah hayatını da gözlüyorlar. Öyle 'kaldır kolları, indir kolları' biçiminde bir kültürfizik çalışması yok! 1200 öğrenci geniş bir alanda daire olmuşlar. Ortada mandolinler, sazlar ve kocaman bir davul, zeybek oynuyorlar. Oyun başı, 'Kollar' deyince, 1200 kişi kolları kaldırıyor; 'sek!' deyince sekiyor, 'çök!' deyince çöküyor. Halay horon hep böyle birlik halinde oynanıyor. Sonra türkülere geçiyorlar. 1200 kişi hep bir ağızdan aynı türküyü söylüyor: 'Atımı bağladım nar ağacına.'
   Hemen Tonguç'a koşuyorlar: 'Yahu, bunlar her gün bu oyunları böyle oynarlar mı?' 'Oynarlar.' 'Türküleri söylerler mi?' 'Söylerler.' 'Bu Enstitülerden kaç tane var?' '20-21.' 'Hepsinde de sabahlar böyle mi başlar?' 'Evet, böyle başlar!'
   'Hımmmm' diyorlar. Hım diye diye Ankara'ya koşup kara kazanların altını ateşliyorlar."

FAKİR BAYKURT
(TÖS Gazetesi-20 Nisan 1968)





   Okulda öğrendiklerini köylerde uygulamaya başladılar. Köylüye kooperatif kurdurdular. Köye su, elektrik getirdiler. Köylüye modern tarımı, hayvancılığı öğretmeye başladılar. Motor ve teknik bilgilerini köye taşıdılar. Köylüye her konuda yardımcı oldular. Hastaya iğne yaptılar. Köylünün saban demirini onardılar; evinin temelini attılar, çatısını çattılar. Köyde zihniyet değişmeye başlamıştı. Yüzyıllardır köylünün sırtından geçinenler bu uyanışa izin veremezlerdi. "Böyle giderse çobanlık yapacak kimse bulamayacağız" diye dert yanıyordu bir ağa. 
   Önce Hasanoğlan Müdürü Rauf İnan görevinden alındı. Tonguç "Bir kez kelle verirseniz bir daha önünü alamazsınız" diye uyarmıştı İnönü'yü. 1947'de Tonguç görevden alındı. Arkasından Hasan Ali Yücel'in bakanlığına son verdiler. Köy Enstitüleri programı değiştirildi; tarım ve teknik program uygulanmaz oldu. Tüm Enstitü müdürleri değiştirildi. Öğretmenlerin okulla bağları koparıldı. Hasan Ali'nin yerine gelen Reşat Şemsettin Sirer "Tonguç'un belini kıracağım" diyordu. İki seneden az görevde kalmasına karşın Enstitüleri bitirdi, köy çocuklarının çanına ot tıkadı. Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyetin aydınlanma kurumlarını kendi eliyle boğmuştu. Aydınlanma çocuğu daha serpilip gelişemeden bağırta bağırta boğulmuştu. İşlenen bir cinayetti.
   Sonuç çok acı oldu. Köyler akın akın kentlere geldi. Onları kentlerde din tüccarları bekliyordu. Dini politikaya alet edenler kente yeni gelenleri avuçlarının içine aldı ve başımıza iktidar oldu. Tonguç'un belini kıracakken Cumhuriyetin beli kırıldı.(Aydınlık Gazetesi)


   Karalama kampanyalarına rağmen Köy Enstitülerinin  toplumsal bellekteki olumlu izi silinemedi ve mezunlarının sesi yurdun dört bir yanında duyuldu.
   Yoksul köylü çocuklarının devrimci, toplumcu, halkçı, aydınlanmacı birer Cumhuriyet aydınına dönüşmelerinin ve kendileri gibi kuşaklar yetiştirmelerinin öyküsü kuşaktan kuşağa aktarıldı.
  







   Pamukpınar Köy Enstitüsü'nde yetişen Emin Özdemir'in "Gençler Anadolu'ya" parolasını  iliklerinde duyan 17 yaşında bir genç olarak başladığı köy öğretmenliği büyük bir düş kırıklığıyla sonuçlanır. Cehaletin elinden güzel bir kız çocuğunu kurtaramaz, okuldan zorla alınıp evlendirilmek üzereyken çocuk intihar etmiştir. Çok güzel, etkili konuşan Emin Bey, cenazenin başında köylülere tek bir söz söyleyemez, tutulur kalır, yere tükürür sadece.


EMİN ÖZDEMİR






Merhaba!

18 Ekim 2015 Pazar

FUTBOLA DAİR







   1938'de Niğde'de askerliğini yapan Mehmet Raşit Öğütçü, 'yabancı rejimler lehinde propaganda yapmak ve isyana teşvik' suçlarından tutuklanarak beş yıl hapis cezası alır. Önemli suçları arasında Maksim Gorki ve Nâzım Hikmet okumak da vardır.
   Bursa'da çile dolduran Öğütçü, esaretinin ikinci yılında cezaevine düşen yeni bir mahkûmla tanıştırılır. Avluda, karşısında topuklarını bir asker gibi birleştirerek elini sıktığı kişi, kendisini okuduğu için suçlandığı Nâzım Hikmet'ten başkası değildir. Cezaevinde kısa sürede dost olurlar.
   Öğütçü, şiirlerini takma isimlerle çeşitli dergilere yollar. Nâzım, onu düzyazı ve romana teşvik eder. Bursa'daki hapishane bahçesine ilginç anılar düşer.
   Avluda futbol oynamaya hevesli olanlardan biri de Nâzım Hikmet'tir. Hikmet, futboldaki kişisel başarısını bir şiirle özetler:

   "Futbolda eski kurdum.
   Fenerbahçenin forvetleri 
   mahallede kaydırak oynayan birer piç kurusuyken
   ben
   en ağır hafbekleri yere vururdum.
   Futbolda eski kurdum..."

   Oysa Mehmet Raşit'in bu konuda söyledikleri daha farklıdır:
   "...İşe uzun boylu, sarı saçları kıvır kıvır, kırk yaşlarında mavi gözlü şair de karıştı. Hem de takımın en zor yerinde oynuyordu: "Ortahaf." Şiirleri kadar usta ya da nefesli olmadığı için, onu ve defansı geçer, onu çıldırtırdık.
   Mehmet Raşit, Nâzım'ın futbolculuğunu yerden yere vursa da onun hayattaki duruşu ve edebiyattaki ustalığına hayrandır. Önerilerini dinleyecektir. 1943'te İkdam Gazetesinde bir öyküsü yayımlanır. Bu öyküsünde ilk defa bir mahlas kullanacak ve bunu bir daha değiştirmeyecektir."Asma Çubuğu" adlı öykünün altında Orhan Kemal imzası bulunur! (ERK ACARER- BirGün Gazetesi)
   









BRUNO METSU


   Dünya futbol tarihinde söylenen bazı söylemler futbolun sadece futbol olmadığını gösterir... Nitekim, 15 Ekim 2013'te hayatını kaybeden, bir dönem Senegal Milli Takımı'nın teknik direktörlüğünü üstlenen Bruno Metsu da bu sözlerin sahiplerinden biriydi. 2000 yılında Gana'daki görevinden ayrılıp ardından Senegal'le anlaşarak, 2002 Dünya Kupası'nda boy gösteren Fransız Metsu, finallerde Fransa'yı eleyince, özellikle ülkesinden tepkilere maruz kaldı. Aldığı tepkilerin ardından açıklamalarda bulunan Bruno Metsu, "Ben kalbi siyah olan bir beyazım" ifadeleriyle özellikle ırkçılığa karşı sağlam bir duruş sergilemiş ve gönülleri fethetmişti. Beyaz Büyücü lakaplı futbol adamı, futbolculuk kariyeri boyunca Fransa dışında forma giymezken, teknik direktörlük kariyerinin son 12 yılını ise Arap ve Afrika ülkelerinde geçirdi. (HÜSEYİN KAYA-Aydınlık Gazetesi)


Al Wasl'lı futbolcular, Metsu kansere yakalanıp görevi bırakınca gollerine böyle sevinmişlerdi.










   Savaş yüzünden genç yaşında Sırbistan'dan ayrılmak zorunda kalan Ergiç, işçi olan babasının da etkisiyle futbolun yeni düzenini hep sorguladı. İsviçre Basel'de taraftarın sevgilisi oldu. Bursa'da 4 büyüklerin egemenliğini kırıp şampiyonluk gördü. "Neden hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? Forma reklamı görülmüyor diye. Para, futbolun dengesini bozuyor..." Böyle buyurmuştu Bursa'nın en baba adamı İvan. Sponsor ve menajerleri hep reddetti, elinden geldiği kadar futbolun endüstrileşen kısmından uzak tuttu kendini. Bursa, Şampiyonlar Ligi'ne çıkınca kente gelen Manchester United'ı seyredebilsinler diye okullardan gizlice 630 çocuğu kale arkasına yerleştirdi. Onun için "Bir çocuğun Bursa'da Manchester United'ı izlemesinden daha önemli bir şey olamaz"dı. Çocukların velilerinden biri biletin kaynağını araştırıp bulunca bunun duyulmasından hayli rahatsız olmuştu. (BirGün Gazetesi)




İVAN ERGİÇ






   Halka en yakın yer neresi? Çizgi. Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalının önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım."




"Futbol borsada değil arsada oynanır."

METİN KURT








Merhaba!

11 Ekim 2015 Pazar

ŞİİR VE ÖLÜM




Ne o, kımıldamaz oldun, taş kesildin, ne o.
Yeller duruverdi
Duruverdi ses.
Nereye gittin ha, kınalı kuzum, çabucak nereye gittin
Ölüme deme.


FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA







   "Şiir, çağının seslerinin yankısını taşır. Kahkahalar, çığlıklar, ıslıklar... Aşk şarkılarına marşlar karışır, ağıtlara çocuk sesleri. Çok sesli bir korodur şiir, bir orkestra...
   ...Şiir, çağının seslerinin yankısıdır. Sokaklardan kopup gelen seslerin uğultusudur. Zafer şiirlerinde ölen askerlerin analarının ağıdı duyulur. Aç çocuk ağlayışları ve dul kadınların çığlıkları. Bu yüzden ürperir bu şiirleri okuyanlar.
   Çağının seslerinin yankısı duyulur şiirde. Şiirinde güzel seslerin yer almasını isteyen şairin işi zordur. Çünkü açlığı, savaşları durdurmak için uğraşmak zorundadır. O şairlerin seslerini duyarız, çocuk seslerine kulak verdiğimizde."


SENNUR SEZER






   "Bu yüzyılda hayatın bize çizdiği özgürlük ve güzelliklerle dolu yolu yitirdik. Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı. Hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve savaşların içine sürükledi. Hızımızı artırdık ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Çok düşünüyoruz ama az hissediyoruz."


CHARLİE CHAPLİN








Ankara'daki terör eyleminde 100'e yakın ölü ve 150'ye yakın yaralı var.
Ülkede üç günlük yas ilan edildi.
 Teröre lanet olsun!

2 Ekim 2015 Cuma

ACIYI BAL EYLEDİK





kör olasın demiyorum
kör olma da
 gör beni

damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana

sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne

kahrolasın demiyorum
kahrolma da
 gör beni

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL










   "Değerleri ayırt etme bilincine eren bireylerden oluşan toplumlar, değerlerine sahip çıkar. Bu bilince ermedikçe bilim, eğitim, politika, sanat, her alanın sahtesi gerçeğinin yerini alır. Her alanda gerçekleriyle değil, çalıntıları ya da kopyalarıyla gözü boyarlar."

ADNAN BİNYAZAR








   "...Bu kez de İstanbul Tevkifhanesi'nden dağıtım başladı. Benim de içinde bulunduğum bir kısım mahkum Sinop'a, meşhur Sinop Cezaevi'ne postalandı. Bizi vapurla yolladılar Sinop'a. Daha biz varmadan adımız sanımız varmış Sinop'a: 'Komünistler geliyor!'
   Halk rıhtıma yayılmış bize bakıyor. İn miyiz, cin miyiz, neyiz? Baktılar ki adamız, hoşlanmadılar. Hemen dağıldılar..."




Dün iddianame dağıttılar,
Beni de asacaklar...
Bilirsin,
Asılanı soymazlar.
Oraya, iki şey götüreceğim.
Üzerinde 
Ellerinin izi gömleğim
Ve DAVAM.
Ölüm ölümdür, Nasıl olursa olsun.
Fakat
Benim ölümüm
Bayram yerine gide bir çocuk gibi
Sevinçli ölüm...
Üzülme gülüm...

SEYFİ BABA
(SEYFİ TEKDİLEK)








"Hayat üç buçuk ile dört arasındadır. Ya üç buçuk atarsın, ya da dört dörtlük yaşarsın."

NEYZEN TEVFİK








Bugün kırk yıllık çocukluk arkadaşım TUNCER NOYAN SAYIR'ı kaybettik.


Uğurlar olsun!