27 Aralık 2020 Pazar

SAMED BEHRENGİ

 



   Samed Behrengi 1939'da, Azerbaycan'ın yoksul bir köyünde, sayısını bilmediği kadar çok kardeşinin bulunduğu bir evde doğar. Doğduğunda, annesinin yanı başında ne bir doktor ne de bir ebe vardır. Fukara doğar yani. Ve fukaralık o günden sonra Behrengi'nin yakasını bırakmaz, yaşama gözlerini açtığı günden itibaren onun yakasından elini çekmez. İlk ayakkabısına altı yaşında, ilkokula başlayacağı hafta sahip olur. Kim bilir o ilk ayakkabıya sahip olduğunda ne kadar çok sevinmiştir? Okul yoluna düştüğünde bir gözü ayakkabıda bir gözü de okulun onun önünde açacağı yeni ufuklardadır. İlkokulu birincilikle bitirir.

   1957'de, öğretmenlik okulundan 18 yaşında mezun olur olmaz, İran'ın en fakir köylerinde öğretmenlik yapmak için gönüllü olur. Bildiği bir yaşamın içine eğitmen olarak dönmesi Behrengi için büyük bir başarıdır. Behrengi, doğup büyüdüğü Azerbaycan'ın o fakir köylerine geri dönmüştür. Kendi yaşadığı o yoksul köylere, yüzleri yanık çocukların içine girip, neyi varsa sunmaya hazırdır. Masallarının kahramanlarının yanına gitmektedir. Onlar, Behrengi'ye yazması için büyük bir güç verecektir.

   Behrengi yoksul köy yollarına düştüğünde yine tek bir çift ayakkabısı vardır. Bu bir çift ayakkabının uçlarına baka baka, ilk ayakkabısı olduğunda sevindiği günü düşünerek köye ulaşır. İçinde birikenleri savurmak istercesine bir of çekerek, yalın ayak dolaşan çocuklara bakmaktadır. Çocuklar ve yalın bir yaşam karşısında durmaktadır, hiç örtünmeden hem de.

  18 yaşındaki bu genç, Azerbaycan'ın henüz elektrik girmemiş fakir köylerinde öğretmenlik yapmaya, çocuklara okuma yazma öğretmeye başlar. Öğretmenlik yapmak için gittiği bazı köylerde bırakın sırayı, karatahtayı, okulun kendisi bile ortada yoktur! Nerede bir boş mekân varsa orasını derslik olarak kullanır ve çocukların eğitimini hiç aksatmaz. Dedik ya, fukaralık yakasından elini hiç ama hiç çekmez Behrengi'nin. Samed Behrengi, zorluklardan yılmayan biri olduğu için çözüm üretmesini bilir. Azeri çocuklarına "dünyanın en güzel masallarını" anlatmaya başlar. Masallarında derenin ötesindeki nehri, nehrin ötesindeki denizi hayal eden kara balık; bir karga ailesiyle dost olan küçük çocuklar; karıncalarla, güneşle konuşan bir şeftali ağacının öyküsü vardır. Düşünce dünyası her koşulda zengindir. Büyük hayalleri vardır Behrengi'nin. O hayallerini nasıl ki masal kahramanlarına benimsetiyorsa köy çocuklarına da benimsetir.

  Yaşamın ve zorlukların karşısında yılmayı değil, tam tersine güçlü olmayı öğretir. Sadece okuma yazmayı değil, zorlu hayatta, nasıl karşı konulması ve direnilmesi gerektiğini de kavratır çocuklara. Hayalinin en büyüğü sosyalist bir ülkenin yaratılmasıdır ve bu yüzden her işinin sosyalist kültüre hizmet etmesi için çabalar. (KEREM PORAZAN - Milliyet Blog/2010) 



   Bir sabah İran Azerbaycanı'nda köylüler Aras Irmağı'ndan genç bir adamın cesedini çıkardılar. Kısa sürede boğulanın kimliği halk arasında yayıldı. Ünü İran'ın dışına taşmış, İtalya'da Buluni altın ödülünü kazanmış bir masal yazarıydı Samed Behrengi. Öyle krallar, prensesler, saraylar, hazineler, perilerle işi yoktu Behrengi'nin. O, çocuklara daha küçükken evren üzerinde düşünmek, öğrenmek, araştırmak, "Bu evrende başka türlü bir yaşam olmalı" inancını vermek alışkanlıklarını yaratmaya çalışırdı. Bu yüzden de sevmezdi onu iş başındaki yönetim. Gizli polis Savak peşini bırakmazdı. Ölüsü Aras'tan çıkarılınca, 29 yaşında ünlü bir yazarın kaldırıp kendini ırmağa atmış olabileceğine kimse inanmadı. Hele arkasından Behrengi'nin çocuk masalları üzerine konulan yasaklar ve sansürler gelince, halk arasında, ecelin çağdaş masalcıya acımasız bir elle sunulduğu kanısı yerleşti. 
   Samed Behrengi'ye altın ödül kazandıran Küçük Kara Balık masalını okudum geçenlerde bir öğle üstü. Radyo, evrende başka türlü bir yaşam olabileceğini düşünmeyen, kendi küçük dünyaları ve geri düşünceleri için de hepimizi zincire vurmak isteyen politikacıların artık ezberlenmiş, iyice can sıkan sözlerini yayıyordu gürültü ile. Ne kötü masalcıydı bunlar! Oysa Samed Behrengi'nin Balık Nine'si etrafına topladığı 12 bin yavru balığa Küçük Kara Balık'ın macerasını anlatırken, küçük kafalarda ne çağdaş idealler, küçücük yüreklerde ne pembe ümitler yaratıyordu!
   Yaşam, bana sunulduğu gibi tatsız olmamalı diyordu, Küçük Kara Balık. Evren, insanın yaşadığı çevreden ibaret olamazdı. Yaşam, şu yaşayıp geldiğimiz, böylece sürüp gidecek bir ömür olamazdı. İçinde yaşadığım şu dere akıp gittiğine göre ötelerde bir yerde bir şeye kavuşuyor olmalı diyordu Küçük Kara Balık.
   Durmadan öğreniyordu Küçük Kara Balık. Öğreniyor ve gücünün arttığını, korkusunun azaldığını görüyordu. Nasıl yaşamak gerektiğini, kendisine öğretilen yaşam biçiminin nasıl hainlikler, tuzaklar ve çıkarcı pazarlıklarla dolu olduğunu artık çok iyi biliyordu. Samed Behrengi'nin Küçük Kara Balık'ı günün birinde, derenin ırmağa ve ırmağın denize kavuştuğu yerlerdeki yeni yaşamların sevincini en büyük coşkuyla duyduğu sırada bir karabatak tarafından yutuluyor ve kara kuşun midesini hançeriyle yararak, onunla beraber, yükseklerden, o çok özlediği, düşlerinin dünyası açık denize gömülüyordu.
   Şöyle bitiyordu Samed Behrengi'nin masalı:
   "On iki bin küçük yavru balık iyi geceler dileyerek yatmaya gittiler. On bir bin dokuz yüz doksan dokuz küçük balık iyi geceler diledikten sonra yuvalarına gidip uzandılar, hemen de uykuya daldılar. Balık Nine'de uyudu. Ama küçük bir kara balığın gözüne uyku girmedi. Bütün gece boyunca hep denizi düşündü, düşündü..." 
   Bir masal, on iki bin küçük balıktan bir küçük balığın uykusunu kaçıracak kadar etkili olsa da hoşuna gitmez kurulu düzen yanlılarının. Böyle masalları anlatanlar düşmandırlar. Masal, uyku getirsin, tatlı düşler görülsün, çocuklar bizim istediğimiz gibi büyüsün diye anlatılır. Masallar uyutmamaya başladı mı insanları, dört açılır gözleri egemen yöneticilerin, kim zehirliyor bunları diye. Aslında aradıkları, kendi verdikleri zehrin etkisini yok eden panzehirin nereden bulunduğudur. Bu nedenle, kurulu düzen yanlılarının , tutucu politikacıların ve yöneticilerin en büyük düşmanı, uyandırıcı sözler ve fikirlerdir.
   Dünyanın en namuslu masalcılarından Samed Behrengi'nin Aras Irmağı'ndan çıkarılan ölüsü, Küçük Kara Balık'ın kendisini yutan karabatağı en can alıcı yerinden hançerlediğini anlatıyor bize. (SADUN TANJU - Kutsal İnekler)








Merhaba!    

20 Aralık 2020 Pazar

ÇALINMIŞ ZAMANLAR




   

   Tahir Alangu, ülkücü bir yazarın, Ömer Seyfettin'in romanını 25 yılda yazdı, çalınmış zamanlarda... Öğretmendi, Anadolu'da dolaşıyordu, sonra İstanbul'a geldi ve onun gibi titiz bir öğreticinin bütün zamanlarını dolduracak kadar uğraşı varken, yaşamından saatler çalarak, Ömer Seyfettin biyografi romanını yazdı. Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman'ı yazdı, tercümeler yaptı, gazetelerde edebiyat eleştirileri yazdı ve öldü işte bir eli öpülesi adam daha... (1973'te öldü Tahir Alangu)
   Dostumdu Tahir Alangu.
   Ömer Seyfettin biyografi romanının kapak içindeki sunuş yazısı bana ondan bir hatıradır:
   "Aman ne zor imiş burçak yolması / Burçak tarlasında Tanju, adam olması."
   Nasıl da bilirdi bu ülkede halk yararına iş yapanların, ülkücülerin çilesini... Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman adını taşıyan üç ciltlik antolojisinin önsözüne şöyle yazmıştır:
   "Haklarında ne hüküm verilirse verilsin, eserlerini, yaşama şartlarının çetinliği pahasına vermek zorunda kalanlara karşı duyduğum hayranlığı ifade etmek isterim."
   Türkiye'de yazarın ikinci bir iş yapmadan sanatı ile geçinme olanağını bulamadığını iyi bilirdi. Bilirdi ki, iyi güzel, çağdaş, ülkücü, halk yararına, halkı yücelten ne varsa sanatta, edebiyatta, hepsi de çalınmış zamanlar ürünüdür. (SADUN TANJU - Kutsal İnekler)



TAHİR ALANGU


   Ben muntazam günlük tutan biriyim. Tahir Alangu diye bir edebiyat hocamız vardı Galatasaray Lisesi'nde. Onun sayesinde oldu bunlar. Tahir Alangu bizim sınıfa ilk derse girdi. Lise 1'deyiz önümüzde edebiyat kitapları var. "Kaldırın o kitapları mollalar" diye girdi sınıfa. Elinde bir Sait Faik kitabı. Koydu birinin önüne, okuyun dedi. Yan sınıfta "Küfe Melahat" var. O da edebiyat hocası. O sınıftan hiç yazar çıkmadı. Bizim sınıftan Nedim Gürsel, Selim İleri, ben, bir de Osman İlter vardı Şahap Sıtkı İlter'in oğlu çok genç öldü, o da çok iyi bir yazar olacaktı. Bunları Tahir Alangu'ya borçluyuz. "Küfe Melahat" ın sınıfında olsak mefâilün fâilâtün. (FERHAN ŞENSOY - Söyleşi: ENVER AYSEVER / Cumhuriyet Gazetesi) 







Merhaba!

13 Aralık 2020 Pazar

SALGIN, AÇLIK, İKLİM KRİZİ; SAVAŞ VE BARIŞ

 


   Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, BM Genel Kurulu'nda düzenlenen Covid-19 Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, "Zengin ve güçlü ülkelerin aşı izdihamında fakir ülkelerin ezilmesine müsaade edemeyiz." dedi. Salgının üzerinden neredeyse bir yıl geçtiğini ve "tünelin sonundaki ışığın daha parlak hale geldiğini" belirten Ghebreyesus, pandemiden sonra ise dünyayı daha zorlu sorunların beklediği uyarısında bulundu. Ghebreyesus, "Yoksulluk ve açlığın aşısı yok, eşitsizliğin ve iklim değişikliğinin aşısı yok." diye konuştu. Pandeminin küresel bir kriz olduğuna dikkati çeken Ghebreyesus, çözümün de adil ve küresel olması çağrısı yaptı. (AA)


***


   Marksist sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeni Slavoj Zizek: "İğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyoruz"  

   Bu salgının gelecek gerçek krizin yalnızca küçük bir testi olduğunu söyleyen Zizek, "Toplum iğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyor. Umut etmek istiyorsak, eski hayatımızın bittiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normal icat etmeliyiz. Üçüncü dalga bir akıl hastalığı dalgası olacak" diyor. 

   Kitabınızda, bir felaket kapitalizminin panzehiri olan bir "felaket komünizminden" bahsediyorsunuz. Şöyle yazıyorsunuz: "Devlet, maskeler, test kitleri ve ventilatörler gibi temel malzemelerin üretimini organize etme, otellere ve diğer tatil yerlerine el koyma, yeni işsizlerin geçimlerini sağlama gibi konularda çok daha aktif bir yol üstlenmekle kalmamalı, bütün bunları piyasanın mekanizmalarından vazgeçerek yapmalı."

  Her şey ya çok daha kötüye gidecek ya da çok daha iyi olacak. Bu tamamen bize bağlı. Covid-19 öylece kaybolmayacak. Aşılara rağmen, insanoğlunun da davranış ve yaşam biçimini değiştirmesi gerekecek. Ama beni en çok kaygılandıran şey, çok başka bir şey. Sibirya'daki sıcaklığı gözlemlediniz mi? Temmuz ayında 35 derecenin üzerinde sıcaklıklar ölçüldü. Bundan gerçekten korkmalıyız. (Söyleşi: Tomasz Kurianowicz, Çeviri: Nurcan Dikme Yaşar, BirGün Gazetesi)   


***


   Silahlı çatışmalar, iklim krizi dünyada açlıkla karşı karşıya kalanların sayısını her geçen gün artırmaya devam ediyor. Yapılan araştırmalar, Covid-19 salgını ile birleşen çatışmaların ve ekonomik krizin gıdaya erişim sorununu rekor seviyeye çektiğini gösterdi.

   Birleşmiş Milletler'e (BM) bağlı kuruluşlar, 20 ülkede yaklaşık 250 milyon insanın önümüzdeki dönemde gıda krizi ve hatta kıtlık tehdidi altında olduğu konusunda uyarıda bulundu. BM Gıda ve Tarım Örgütü raporlarında, "Krizde veya daha kötü seviyelerde akut gıda güvensizliği ile karşı karşıya kalan insan sayısı çarpıcı bir şekilde artış gösterdi" dendi. Örgüt, çatışma, gıda fiyatları ve geçim kaynaklarını etkileyen Covid-19 salgınının etkilerinin sorunu daha da kötüleştirdiğini söylüyor. Dünya Gıda Programı ise şiddet ve çatışmaların Batı Afrika'nın Orta Sahel bölgesinde 7,4 milyon insanı şiddetli açlığa sürüklediğini bildiriyor. 


    Yeni yayımlanan raporlar, Yemen'deki açlığın rekor seviyeye ulaştığını gösteren sayıları da gözler önüne serdi. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), BM Dünya Gıda Programı (WFP) ve UNICEF Yemen'deki açlık için uyarıda bulundu. Yemen için Yeni Gıda Güvenliği, kıtlık benzeri koşulların yeniden başladığını, açlık sınırında yaşayan insan sayısının artışa geçtiğini belirtti. 
   Raporda, 2021 yılının ilk yarısında Yemen'de, açlık kriziyle boğuşan kişi sayısının 3,6 milyondan 5 milyona çıkacağı yönünde uyarı da yer alıyor. BM ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde yaklaşık 22 milyon insanın, geçen yıla kıyasla endişe verici bir artışla gıda güvensizliği ile karşı karşıya olduğunu ifade ediyor.
     Dünya Gıda Programı'nın raporları Güney Madagaskar'daki açlığın boyutlarını da gözler önüne serdi. Artan açlık, bölge nüfusunun yaklaşık yarısını etkilerken krizle karşılaşan çoğunluğu, kadınların ve çocukların oluşturduğu vurgulanıyor. Bir raporda ise beş yaşın altındaki çocukların neredeyse yarısı kronik yetersiz beslenmeden mustarip olduğu için Madagaskar'ın şimdiden dünyanın en yüksek bodurluk oranına sahip olduğu bilgisi yer aldı. (BirGün Gazetesi) 


***


  2020 Nobel Barış Ödülü'ne Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) layık görüldü. Nobel Barış Ödülü madalyası ve sertifikasını genel merkezlerinde alan WFP İcra Direktörü David Beasley şunları söyledi: 

"Gıdanın barışa giden yol olduğunu inanıyoruz"

  Her gece yatağa aç giren 690 milyon insanın açlığını nasıl sona erdirebileceklerinden bahsetmeyi istediğini ancak ellerinde başka bir kriz olduğunu vurgulayan Beasley, şöyle devam etti:
  "Nobel Barış Ödülü bir teşekkürden fazlasıdır, bu bir eylem çağrısıdır. İklim değişikliği, pek çok savaş, açlığın siyasi ve askeri bir silah olarak yaygın kullanımı ve bunların hepsini katlayarak daha kötü hale getiren küresel sağlık salgını nedeniyle 270 milyon insan açlığa doğru yürüyor."
  Beasley, açlığa yürüyen 270 milyon insandan 30 milyonunun hayatta kalabilmek için yardımlarına muhtaç olduğuna dikkat çekti. Dünyada 400 trilyon dolarlık bir servet olduğunu ve salgının zirve yaptığı günlerde bile 2,7 trilyon dolarlık ek bir servet yaratıldığının altını çizen Beasley, "Bizim, 30 milyon insanı kıtlıktan kurtarmamız için 5 milyar dolara ihtiyacımız var" dedi. Beasley, Covid-19 salgınına yönelik ihtiyaç ve talepleri karşılayamamanın açlık salgınına yol açacağını kaydetti. (AA) 


***



Resim: İBRAHİM BALABAN



Bir tas sıcak süttür barış 
ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! ışık! - diye fısıldarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.

(...)

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanları
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış.
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
Tüm evren,
taşıyarak tüm düşlerini
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.   

YANNİS RİTSOS
(Çeviren: ATAOL BEHRAMOĞLU)







Merhaba!

6 Aralık 2020 Pazar

ZAMANA DAİR - 2

 


Yaşamı seviyor musun? Öyleyse zamanı harcama, çünkü yaşamın yapıldığı madde zamandır.

BENJAMIN FRANKLIN



***



"Boş zaman yoktur, boşa geçen zaman vardır."

RABINDRANATH TAGORE



"Sadece iki şey sonsuzdur. Evren ve insan aptallığı. Evrenin sonsuzluğu konusunda emin değilim."

ALBERT EINSTEIN


EINSTEIN & TAGORE



***



   Vakit öldürüyoruz, diyorlardı. Kimin haddine düşmüş vakti öldürmek! "Vakit" onu yaşatmayı bilmeyenleri öldürür; bitkileri, insanları, imparatorlukları, uygarlıkları, çağları hep yok eder.

HALİKARNAS BALIKÇISI (Mavi Sürgün)



***



   Bir de biz insanlar, hep kocaman laflar etmeyi severiz. Hep çok konuşmayı, hep çok tartışmayı, hep çoklukları sevdiğimiz gibi... Bazen de deriz ki: "Zamanı yönetmek büyük sanattır." Ya da "Zamanı yönetmeliyiz." Ah büyük çocuk, güzel insanlık! Zaman zaman kötü, zaman zaman naif insanlık! Ah bu zamanda akan insanlık! Biz zamanı yönetmeyi sandığımızda ya da bu sanata erdiğimizde bile, zaman bizi yönetir aslında... Çünkü çok eskilerden miras kalan kadim bir insanlık sözündeki gibidir her şey: "Yarın ne olacağı belli olmaz." (ÜNAL ERSÖZLÜ - Yeryüzü Misafiri)






Merhaba!