27 Eylül 2020 Pazar

CEMAL SÜREYA: ŞAİR

 


  Cemal'in ikinci Papirüs dönemi. İlk dönemde yaprak biçiminde çıkarmıştı dergiyi; bir süre sonra da yayınına ara vermişti. Şimdi İstanbul'da daha kalın, daha doyurucu bir dergi hazırlığındaydı. Birlikte kolları sıvadık. Cağaloğlu'nda Eser Han'da küçük bir oda tuttuk. Evlerden getirilen bir-iki eşyayla döşedik. Yazılar hazırlandı. Dizgiye verilecek. Toplam basım gideri 1500 lira. Ceplerde 50 lira ya var ya yok.

   Bir gün Edip (Cansever) geldi. Çıkarken yerdeki ufacık, eski püskü bir halıya ilişti gözü. "Bu iyi bir şeye benziyor," dedi. Kapalıçarşı'da ortağı Jak'la bir antikacı dükkânı vardı. Halı da satıyorlardı. "Jak'a söyleyeyim, gelip baksın," dedi.

  Yarım saat sonra Jak damladı. Halıya baktı. "Siz bunun üstüne basıyor musunuz?" diye sordu şaşkınlıkla. Halıyı katladı, aldı gitti. Biraz sonra da yardımcıları Hakkı geldi. Elinde 2000 lira. Uzattı: "Halının parası."

   Hayır, ilk sayının parası!

   Cemal, "Halıya teşekkür ilânı koyalım dergiye," dedi. (ÜLKÜ TAMER - Aydınlık) 


 

Fotoğraf: ARA GÜLER


   Cemal Süreya sanatın özellikle de şiirin dünyaya güzellikler sunmak olduğunu en iyi bilen şairlerden biriydi. Nereden mi biliyorum? Yazdığı şiirler dışında deneme, eleştiri ve çevirileriyle de aynı güzellikleri insanlara sunmaya çalışmasından.

   Çok ünlü bir şair olarak başka alanlarda ürün vermesine gerek yoktu Cemal Süreya'nın. Şiirleriyle ülkenin en sevilen şairlerindendi. Başka ülkelerde okunmak, tanınmak gibi istekleri de yoktu; böyle dünyevi başarılara gönül indirecek biri değildi. Kadıköy'de oturmak, haftada bir Cağaloğlu'na inip Gazeteciler Cemiyeti'nde arkadaşlarıyla buluşmak yeterli genişlikte bir dünya sağlıyordu ona. 

   Gazete dergi yazıları yazmak, dergiler yayımlamak onun en heyecan duyduğu işlerdendi. "Kaç dergi çıkardın?" sorusunu "17 dergi batırdım" diye yanıtlamıştı. Kimi için arabasını satmış, kimi için değerli bir kilimi ama hep "batırmış". (TURGAY FİŞEKÇİ - Cumhuriyet Kitap)


***


"Şiir yazanlarla şairleri birbirine karıştırmamak gerekir. Bütün sanatlar gibi şiir sanatı da içtenlik ister."

(AFŞAR TİMUÇİN - Edebiyat Estetiği)




Merhaba!

20 Eylül 2020 Pazar

ZAMANA DAİR - 1


   Ünlü düşünür Aziz Augustinus İtiraflar adlı eserinde zaman nedir sorusuna şöyle yanıt verir:
   "Bunu bana kimse sormasa bile biliyorum ama biri sorarsa nasıl açıklayacağım bilmiyorum."



***



İşte ben hep böyle garip mahzun,
Bir şey beklermişcesine yaşıyorum.
Bazan öyle günlerim oluyor ki, Elâgözlüm,
Ne oldu, nasıl bitti şaşıyorum..
Bazı bilmem, gün nasıl başladığında,
Kayıp kayıp gidiyor dünya bıkkın bakışlarımdan.
Yaşıyorum, yaşıyorum da bitmiyor,
Bir tutam sakız oluyor ağzımda zaman..


TURGUT UYAR
(Fotoğraf: İSA ÇELİK)



***



   "Zaman, tasavvurumuzdaki projelerin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Bekleyen biri için ondan daha yavaş, hoşlanan biri için de ondan daha çabuk geçen bir şey yoktur.
   Büyüklüğü ile sonsuzluğa kadar uzanır; küçüklüğü ile sonsuz parçalara bölünebilir. Herkes onu ihmal eder; herkes onun kaybolmasından üzüntü duyar. Gelecek nesillere aktarılmaya layık olan ne varsa, onları karanlıklara gömer ve gerçekten büyük olan hareketleri de yaşatır. İnsanın en kıymetli hazinesi zamandır."










Merhaba!

13 Eylül 2020 Pazar

SANATÇI HALLERİ





ORSON WELLES


   Orson Welles, bir karakış akşamı, söyleşi için davet edildiği salona ulaştığında, salonu ancak onda biri dolu bulmuş karşısında... "Ben..." demiş, "Orson Welles'im... Yazarım, ozanım, besteciyim, ressamım, tiyatro sanatçısıyım, karikatüristim, set dekoratörüyüm, sanat eleştirmeniyim, seslendirme sanatçısıyım, kostüm tasarımcısıyım, öykü yazarıyım, radyo oyunları yazarıyım, prodüktörüm, senaristim, yönetmenim... Karşımda, sizler ne kadar azsınız!" (TARIK DURSUN K. - Geçti Akşam Suları)



***




LUDWIG VAN BEETHOVEN


   Ludwig van Beethoven, Appassionata Sonatı'nı besteledikten sonra bir akşam notaları yanına alıp, kendisine arada bir sınırlı maddi destek sağlayan Prens Lobkowitz'in evine gitmişti. Kötü bir rastlantı, o akşam prensin evinde o sıralarda Viyana'yı işgal etmiş bulunan Fransız ordusunun ileri gelen subayları yemekteydi. Israrları reddedemeyen Beethoven mecbur olmuş, yemek masasına oturmuştu. Fransız subaylar bir süre sonra ondan piyano çalmasını rica ettiler.
 Ne var ki, Beethoven bunu hiç istememişti ve isteği reddetti. Fransız subayların ısrarları giderek tehdide dönüşmekteydi. Sonunda Beethoven kalktı ve oradakilere hiç çekinmeden şu sözleri söyledi:
 "Siz soylular, prensler, prensesler, kontlar, subaylar... Siz öyle doğduğunuz için bu sıfatları taşıyorsunuz. Konumunuz bir rastlantıdan ibaret. Başka bir özelliğiniz yok ve sizden o kadar çok var ki... Ama Ludwig van Beethoven yalnızca bir tane var..."
  Sonra kalkarak çıktı. Ev sahibinin gitmemesi için yaptığı ısrarlı ricalar sonuç vermedi. Beethoven o geceki fırtınalı, yağmurlu havada evine gitmek için bir araba bulmak ümidiyle yürüdü, yürüdü... O sırada elinde bulunan notalar ıslanıp mahvolmuş, bir kısmı uçmuş gitmişti. Besteci daha sonra sonatı yeniden notaya alacaktı. (LEVENT ÖZÜBEK - soL GAZETE)  



***



Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım. 

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir..

Üstü kalsın..



CEMAL SÜREYA


   59 yaşında koskoca Darphane Müdürü ve Maliye Müfettişi öldü. O yıllardaki moda deyişle, bir dikili ağacı bile yoktu.
    O şimdi bir yerlerden övünüyordur bunun için.
    Cemal Süreya'yı sevmekle güzel bir sevinç yaşayabilir insan okurken. Biz tanırken o sevinci yaşadık.
    Son şiirinin adı "Üstü Kalsın". Sanki son yudumda bir ders verirmiş gibi...
  "Üstü Kalsın" diye bir şiir yazarsan, çok geçmeden ölmeyi bilmek gerekir. Yok, eğer ölmez de yaşamayı sürdürürsen, madara olursun. (NECATİ TOSUNER - BirGün Gazetesi)



***



ATAOL BEHRAMOĞLU'dan
TARIK AKAN'a

Onu bir şeye benzet deseler
Derdim ki farksızdı yanardağdan
Dışardan sakin, dingin, suskun
İçi ateşle dolup taşan




TARIK AKAN


   Benim için ağır bir kayıptı, hep eksikliğini hissettim ve hissedeceğim. Tarık Akan iyi bir oyuncu ve iyi bir insandı. Bazı insanlar önemlidir ama hiç değerli değildir, Tarık ise hem önemli hem de değerliydi. İlke adamıydı, düşüncelerinin arkasında durmayı bildi. Tarık'ın unutulduğunu zannedenler cenazesinde şaşkınlığa uğradılar. Unutulmaz böyle insanlar... (MÜJDAT GEZEN - Cumhuriyet Gazetesi) 



***



"Sanatçının büyüklüğü, sahneye çıkarken değil, sahneden inerken anlaşılır."


AYDIN BOYSAN







Merhaba!

6 Eylül 2020 Pazar

BUDALA İNSAN BUDALA






   "Bak şu güneşe, herkese eşit veriyor ışığını. Yalnız çalışana daha çok veriyor. Çünkü çalışan insan o ışıktan daha çok yararlanıyor. Bak biz çapaladık bağımızı. Güneş toprağın içine değin sızar, oradaki canlıları, toprağın daha verimli olması için çalıştırır. 
   Yalnız güneş mi? Rüzgâra bak. Her bağa eşit eser. Toprağın yüzünü kurutur, ağaçların havasını çoğaltır. Kimseye haksızlık etmez. Estiği zaman o hepimizindir." (HİDAYET KARAKUŞ - Anne Beni Bekleme)


***




   Wakan-Tanka, Kızılderili dilinde 'Büyük Sır' anlamına geliyormuş.
   Minicik bir kitap, bu ad altında Kızılderili deyişlerini toplamış. Şöyle başlıyor:
   "Bildiğimiz tek şey, dünyanın insana ait olduğu değil, insanın dünyaya ait olduğudur."
   'Büyük Sır' şöyle bitiyor:
   "Toprak yaratıldığında üzerinde sınır çizgileri yoktu, onu bölmek insanlara düşmez."


***




   Savaşla şiddetin, açla açıkta kalanın son bulduğu, başta kadın-çocuk, genç, yaşlı herkesin özgürce yaşayıp kendini gerçekleştirdiği, doğayla uyumlu, adaletli bir yaşamın kurulduğu dünyaya dönük özlem her geçen gün artıyor. (M. SADIK ASLANKARA - Cumhuriyet Kitap)


***


   Günümüz insanı, önce para, sonra daha fazla mülk, daha çok şatafat, üstüne mümkünse iyi bir koltuk, eğer uygunsa bir de daha çok şöhret için, kendi ruhundan o kadar çok şey veriyor ki.
   Anlatması zor. Alman filozof Schopenhauer'ın yıllar önce söyledikleri, insanlığın değişmeyen aynasında, bu nedenle hâlâ tazeliğini koruyor:
   "Dışarıdan bir şeyler kazanabilmek için, içeriden bir şeyler yitirmek, yani şan şöhret, mevki, ün kazanmak için, huzurunu, boş zamanını ve bağımsızlığını bütünüyle ya da önemli ölçüde feda etmek büyük bir budalalıktır."
  Hırslarının peşinden koşan insanoğlu, bir yanıyla ne çok masum ve insansa; diğer yanıyla ise değişmeyen, uyanmayan, anlamayan, algılamayan bir budala.
    İnsan, doğanın sesini anlamaktan, çok derinlerde bir yerde; örneğin bir sonbahar yaprağının ağaçlardan kopuşunu izlerken, bir derenin akışını dinlerken, onu hissetmekten ne çok uzaklaştı. Oysa serin rüzgârların eşliğinde toprağa dokunmak, ağaçların, bitkilerin sesini dinlemek, doğayla bütünleşmek, onun bir parçası, ondan bir parça olduğunu hissetmek, hep iyi gelir insana. Günümüzde çoğu zaman kendini kötü hisseden insana. Doğanın zekâsında acı yoktur çünkü. Her şey öylesine uyumlu, öylesine mükemmel ki, insan aysbergin altına bakınca, şaşırır kalır. Ama dünyanın aklını da anlamak gerekir. Çünkü Schopenhauer'ın dediği gibi:
    "Aklı olmayana, dünyanın tüm aklının bir yararı dokunmaz." (ÜNAL ERSÖZLÜ - Yeryüzü Misafiri)





Merhaba!