27 Ekim 2019 Pazar

DÜŞÜNCE NAMUSU




   

FAKİR BAYKURT


  Nâzım'la Vera, evlendiklerinin ikinci yılında Roma'ya giderler. İtalyan PEN Kulübü, Nâzım'la ilgili bir toplantı düzenlemiştir. Nâzım, coşar, şiirler okur. Konuşur. Bu toplantı aynı zamanda orada iki dilli basılan Memleketimden İnsan Manzaraları' nın kutlamasıdır. 
   Roma'da öğrenim gören iki Türk gelip kendilerini tanıtır. Nâzım gençlerle ilgilenir. "Türkiye'de ne var, ne yok? Bana biraz yeni yazarlardan, kitaplardan söz eder misiniz?" der. Gençlerden biri Yılanların Öcü' den söz eder.
   Vera, notlarını yazdığı defterden okuyor:
   "Konusu nedir bu romanın?"
   Gençler anlatıyor.
   "Getirebilir misiniz onu bana? Okur geri veririm!"
   O kitap o gece otele geldi. Nâzım, okumaya başladı. Ben uyandım o hâlâ okuyor. Ertesi sabah kahvaltıdan önce okudu. Sonra okudu. Program çok yüklü. Yine bir toplantıya katılması gerekiyor. Bıraktı öyle. Ertesi gece sabaha kalmadan bitirdi. Kahvaltıda kitap elinin altında:
   "Veracığım, bu delikanlı dünyaya benim baktığım gibi bakıyor. İşi de benim bıraktığım yerden almış. Ama başka türlü yazıyor. Yetenekli olduğu belli. Bizim hükümet böyle yazarlara çok baskı yapar, bilmem dayanabilir mi? Dayanamazsa ya bırakır yazmaz ya da alkolik olur. İki halde de Türk yazınına yazık olur."
   Nâzım'ın korktuğu olmaz, Fakir bütün sürgünlere, açığa almalara, cezaevlerine tıkmalara karşın çalışkanlığıyla, direnciyle, bilgeliğiyle "Fakir Baykurt Destanı" nı yazar. Gerçekten bir destandır onun yaşamı kahramanı kendi olan. (HİDAYET KARAKUŞ - Cumhuriyet Kitap)



***



  Bir yazınızda dikkat çektiğiniz Borges'in "Şair başına gelen her şeyi kendine verilmiş bir şey olarak görmelidir; bahtsızlığı bile," sözünüzü yazının her türü için geçerli sayabilir miyiz?

   Yazı da sanat gibi, bir kişilik yansımasıdır. "Üslup, insanın kendisidir" sözü doğruluyor bunu. Yazının hangi türü olursa olsun, iki satırlık mektupta bile kişiliğinin izleri vardır. Mutlu yazar yoktur; şair, bir şiiri yazmak için iç gerilimlere girer; her çağda onun bunun sözcüsü olmamayı seçtiği için hiçbirinin yaşamında rahat bir döneme rastlanmaz. İnsan sevgisini, gerçeği coşkularla, lirik bir söylemle dile getiren Nâzım Hikmet bile, toplumu etkileyici gücünü köreltmek için hapsedilmiştir. Sabahattin Ali, yazdıklarından dolayı canından olmuştur. Düşünürler için de geçerlidir bu. Yasaları çiğneyip kralın buyruğunu yerine getirmeyen Thomas More'un, kütüklerde başı kesilmiştir. Borges'in deyimiyle "başına gelen her şeyi kendine verilmiş bir şey olarak gördüğü"nden duygularını dile getirmeyi düşünce namusu saymıştır. (KADİR İNCESU - BirGün Gazetesi)

   

ADNAN BİNYAZAR



***



   ...Eksik olmasınlar, yaşamı, özgürleştirme eylemine dönüştürmeye çalışan eğitim kurumlarından geldiğimiz için, düşman belledi, etmediklerini komadı bize egemenlerimiz. Onların çabaları boşa gitmesin diye kanıma banarak, karşılıkları ödenerek yazılmıştır ürünlerim...


MEHMET BAŞARAN



***



Usul usul geceleyin
Sirenler duyarsan derin
Kapını gökyüzüne dayayıp da bekle
Yolunu şaşırmış bir yıldız düşer belki üstüne
Başını yastığa göm
Yüreğini ayışığına ayarla
Yorganına sıkıca sarın
Derin bir nefes al
    Ve sakın ağlama...


AHMET ERHAN










Merhaba!


20 Ekim 2019 Pazar

BOZKIRIN TEZENESİ




   Öyle iki cümleyle özetlenecek bir büyüklük değil Neşet Ertaş. Çocukluğumdan, gençliğimden beri hayal hanemi, kalbimi, dünyamı oluşturan bir yaralı gönül, bir yakıcı arzu, bir çaresiz avaz. Sesten öte yaşantı, yaşantıdan öte bir coğrafyanın kültürü, bir halkın hayatı, bütün Abdalları hançeresinde buluşturan bir büyük Abdal. Bu sesin şiirini yazabilsem, diye çırpınıp döndüğüm bir hazine. Yunus'un 13. yüzyılda söylediği "Bana rahmet yerden yağar / Benim yüzüm yerde gerek" dizeleri gelmiş, Neşet'te "Beni deyip geldiniz, basıp geldiğiniz yollarda benim yüzüm serili" olmuştur. (ŞÜKRÜ ERBAŞ - Cumhuriyet Gazetesi)







   "Devlet Sanatçılığı bana teklif edildi. Ben,'hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık gibi geliyor' diyerek teklifi kabul etmedim. Halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından verilen üstün hizmet ödülünü kabul ettim" diyen Neşet Ertaş, 2010 yılında da UNESCO tarafından "Yaşayan İnsan Hazinesi" seçilmiştir. 



  


   Almanya'da verdiği bir konser sonrası, Türkiye'ye dönerken bir trafik suçundan dolayı Yugoslavya'da hapse düşer. Dil bilmez, yol bilmez... Önüne gelene mektup gönderir fakat kimseden cevap gelmez. Bir gün Yaşar Kemal'den bir posta gelir. Ertaş'ın hapishanede olduğunu öğrenen ve çok üzülen Yaşar Kemal "İnce Memed" romanını göndermiş ve kapağını da "Bozkırın Tezenesi'ne geçmiş olsun" diye imzalamıştır. O günden sonra, Bozkırın Tezenesi lakabı halk ozanıyla adeta bütünleşir.



  


   Ertaş, 2000 yılında İstanbul'da verdiği konserle, "Toprağımın insanları merhaba!" diyerek Türkiye'deki sahne hayatına geri döndü. Olağanüstü yeteneği, geleneğe hâkimiyeti, gelenekten kopmadan yeniye bağlılığıyla her zaman gündemde kaldı. Bir gün bir programda sunucu "Yeni türküler neden sizinkiler gibi kalıcı olmuyor?"  diye sorduğunda, Ertaş "Biz çekmediğimiz derdin türküsünü yapmayız kızım. Bu ses ıraktan gelmez, yürekten gelir. Yürekten gelmeyen ses, yüreğe işlemez" der. (SELDAĞ ÖZALP - Aydınlık Gazetesi)









Merhaba!


13 Ekim 2019 Pazar

SORUN NEREDE?




   Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun 2018 tarihli "Dünya Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu" başlıklı raporu beklenmedik olmayan ama ürkütücü bulguları ilan etmektedir. En temel mesajı yetersiz beslenme ve ondan kaynaklanan sorunların 2014 yılına kadar düşüş gösterse de 2014 yılından itibaren hızla artmaya başlamasıdır. 2017 yılında yetersiz beslenmeden mustarip insan sayısı 821 milyona ulaşmıştır. Yaklaşık 151 milyon çocuk gelişim ve büyüme geriliği yaşamaktadır. Cılızlık ve aşırı zayıflıktan ölüm ve hastalık tehlikesiyle karşı karşıya kalan 5 yaş altı çocuk sayısı 50 milyon iken aynı yaş grubuna dahil 38 milyon çocuk ise obezite ile baş etmektedir.
   Bölgelere göre açlığın derinliğinin haritası çıkarılmış; buna göre açlık konusunda liderlik şaşırtıcı olmayacak bir şekilde kadersiz kıta Afrika'ya aittir. Afrika genelinde 2017 yılında tüm nüfusun beşte biri yetersiz beslenmektedir. Doğu Afrika'da oran % 31'e çıkmaktadır. Afrika'yı nüfusunun % 11'i yetersiz beslenen Asya takip etmektedir. Böylece insanlığın doğduğu iki kadim kıtanın açlık konusunda önderliği kimselere bırakmadıklarını anlamış oluyoruz.
  Sorun nerededir? FAO raporu pek çok unsuru sıralamaktadır, iklim değişikliği, iç savaşlar, siyasi çalkantı, ormansızlaşma, erozyon ve ekilebilir topraklarda azalma, aşırı yoksulluk ve daha pek çok unsur.
   FAO açlığın ve yetersiz beslenmenin altında yatan birbiri ile ilgisiz görünen faktörlerin tamamını saymaktadır ancak tüm bu faktörleri bir araya getiren temel sorunu es geçmektedir. Olumlu ancak yetersiz bir uyarıdır. 
   Aslında FAO'nun işaret etmekten sakındığı temel soruna başka biri, Fidel Castro yıllar önce işaret etmişti. 1983 yılında Bağlantısız Ülkeler Yedinci Zirve Konferansı'nda yaptığı uzun ve çok önemli konuşma Türkçeye de çevrildi ve Onur Yayınları tarafından Dünya Bunalımı başlığı ile kitap olarak basıldı. Kitabı okuduğumda çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Castro bizim için hep büyük bir devrimciydi, Latin Amerika'nın devrimci ruhu ve Amerikan emperyalizminin ana karasının çok yakınında olan ancak ona sonuna kadar kafa tutan dizginlenemez bir isyandı. Bu konuşma bize aynı zamanda deruni bir aydın ve analizci olduğunu da göstermektedir. Kitabın temel tezlerinden birkaçını, hatırımda kaldığı ölçüde sıralamak gerekiyor. Castro daha o zamanlarda bile aşikâr olan kapitalist dünyanın gıda, tarım ve çevre krizinin altını çizerken birbiriyle bağlantılı birkaç süreci teşhis etmekteydi. Bir kere birbirinden ayrı bir gıda, bir tarım ve bir çevre krizi yoktur, bu üçü tek bir sistemik sorunun birbiriyle ilintili dışavurumlarıdır. İkincisi, zengin ülkelerde aşırı ve dengesiz beslenmeden doğan hastalıklar artarken, azgelişmişlerde düşük ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan hastalıklar cirit atmaktadır. Üçüncüsü FAO'nun daha o yıllarda terennüm ettiği "gıda krizi" olgusu ise kökenlerinden koparıldığında sanki herkes için geçerliymiş gibi görünen bir gıda yetersizliğine ve ona bağlı olarak açlığa işaret etmekteydi. Oysa Castro çok açık bir şekilde küresel tarım ve gıda endüstrisinin üretim seviyesinin insan nüfusunu defalarca doyurabilecek düzeyde olduğunu belirtmekteydi. Sorun az veya düşük üretim değildir, sorun tam da üretilenin insanlar ve toplumlar arasında nasıl paylaşıldığı ile ilgilidir. "Biri yer, biri bakar" rejimi sorumludur. Aslen sorun insanların küçük bir kısmının üretilen gıda ve tarımsal ürünün büyük bir bölümüne el koyması ve diğerlerine sofrada yer vermemesidir. Çok açık... (SERDAL BAHÇE - soL Haber)



       


"Ancak ölüm eşitler bizi"
Diyordu Şirazlı Sadi
Yağma yok!
Biz sağken eşitleyeceğiz
Gülümüzü ve ekmeğimizi
Gülden ve ekmekten
Ancak ölüm ayırır bizi.

MEHMET BARIŞ












Merhaba!

6 Ekim 2019 Pazar

GUTENBERG GALAKSİSİ





JACK LONDON


   Jack London 1876'da doğduğunda Amerika büyük bir ekonomik krizle boğuşuyordu. Elbette emekçi sınıflara kesilen bu fatura nedeniyle London ailesi de büyük bir yoksulluk içindeydi. Oyuncaksız geçen çocukluğunda aç kaldığı günlerle birlikte sahip olduğu "dükkândan alınma" ilk fanilanın hikâyesini otobiyografik romanı John Barleycorn'da anlatan London, bu yoksulluktan ve aile içi krizlerden kitaplar aracılığıyla uzaklaşacaktı. Okuma hırsına yetişemeyen Oakland Yerel Kütüphanesi'nden tüm aile bireyleri için birer üyelik kartı çıkarttıran bu tutkulu çocuğun dünyasında artık macera romanları, denizaşırı yolculukları ve keşifleri anlatan kitaplar ve (kendisi de bir şair olan kütüphane memurunun temin ettiği) Anna Karenina, Madam Bovary gibi büyük eserler vardı. Kitaplar milyonlarca kişiye verdikleri soluğu bu çocuktan da esirgememişlerdi. (ALİ C. TOPRAK - Cumhuriyet Kitap)



***




MARK TWAIN


   Mark Twain, düşünen insana, kendi iç dünyasına inmenin yolunu gösteriyor:
   Bir defasında hocama dedim ki:
   "Bir kitap okudum ama zihnimde kitaptan hiçbir şey kalmadı."
   Bana bir hurma uzattı ve dedi ki:
   "Bunu ağzında çiğneyip ye."
   Yedikten sonra sordu:
   "Şimdi sen büyüdün mü?"
   "Hayır" dedim.
   Bunun üzerine dedi ki:
   "Büyümedin ama o hurma vücuduna dağıldı; et oldu, kemik oldu, sinir oldu, deri oldu, tırnak oldu,  hücre oldu... Okuduğun kitap da öyle dağılıyor: Bir kısmı kelime dağarcığını zenginleştiriyor. Bir    kısmı bilgi ve irfanını artırıyor, bir kısmı ahlakını güzelleştiriyor. Bir kısmı yazı ve konuşmada  üslubuna incelik katıyor. Bir kısmı hayata farklı bakmanı sağlıyor. Bir kısmı içindeki sevgiyi, merhameti artırıyor. Bir kısmı özgüvenini perçinliyor, düşünmeni, sorgulamanı tetikliyor, olaylar  karşısında nasıl davranman gerektiğini öğretiyor. Her ne kadar sen bunların farkında olmasan da...    Kitap okumak bir şeye yaramaz, çünkü kitap okumak çok şeye yarar! O kadar çok şeye yarar ki neye  yaradığını söylemek imkânsızdır: 
   İyi dostlar, iyi kitaplar, bir de huzurlu bir vicdan...
   İşte mutlu hayat!" (ADNAN BİNYAZAR - Cumhuriyet Gazetesi)



***





UMBERTO ECO


  Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın'da, yazının doğrudan doğruya vücuda bağlı iletişim teknolojisi, vazgeçilmez bir icat olduğunu, tarih öncesinin tekerlekleri gibi yüzyıllardır tahtından inmediğini söyleyen Umberto Eco, "çünkü" diyor:
   "Yazı elin uzantısıdır, neredeyse biyolojiktir, modern icatlar ise biyolojik değildir... İnsan kendine özgü bir şekilde olağanüstü bir yaratıktır. Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı vs. Fakat aynı zamanda hemcinslerine savaş açmaktan, yanılgıya düşmekten, çevresini yok etmekten vs. bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine bayağı salaklığı koyduğunuzda terazi neredeyse dengede kalır."
   Kendisi de bir okuma eylemi olan e-kitap, kitabın rakibi oldu ama okumak için gereken en rahat maddi ortamı kitap verir.
   "Görüntü uygarlığına girdiğimizi zannetmiş olsak da, bilgisayar bizi gerisin geri Gutenberg galaksisinin içine soktu ve herkes okumak mecburiyetinde artık" diyen Eco noktayı koyuyor:
   "Kitap tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız... Kitap, bilginin ve düş gücünün tekerleğidir." (ÖNER YAĞCI - Cumhuriyet Gazetesi)










Merhaba!