"Tut ki o neoliberal masalları yuttuk. İyi, hoş, güzel de... Devekuşu gibi kafamızı kuma gömsek bile, kokusu burnumuzun direğini kıran mevcut düzenin pisliklerini ne yapacağız?"
"Hadi diyelim ki Afrika'yı sildik haritadan... Nasıl olsa yakında hepsi AIDS'ten, açlıktan ya da kabile savaşlarında ölecek. Brezilya'daki milyonlarca sokak çocuğunu da unuttuk... Zaten polis onları tek tek 'itlaf' ederek nesillerini kurutuyor. Hindistan'daki nüfus patlaması için tasalanmamıza bile gerek yok... Yarın nasıl olsa Pakistan'la kapışırlar, nükleer teknoloji sayesinde o mesele de kökünden hallolur! Irak gibi yaramazlık yapanlara da bir iki bomba salladık mı, işler yoluna girer... Emperyalizmin politikası bu!"
"Peki, ucuz Üçüncü Dünyacılık yapmayalım... hay hay... Ya Avrupa'nın göbeğindeki kırk milyon işsizi ne yapacağız? Enikonu çürüyüp umutsuzluğa kapılarak, yarın faşist partileri iktidara getirmelerine nasıl engel olunacak? Böyle bir şey hiç mi etkilemez o sözümona uygar Batı'yı? Kentlerin varoşlarına yığılan yerliyabancı göçmenlerin, başka umut kapısı kalmadığı için fanatik dinci ya da etnik kimliklere sarılıp çağımızın Romalarının yoz saltanatına son verecek olmalarının da mı hiç önemi yok? Alttakilerin umutsuzluğunun er ya da geç her şeyi yakıp yıkarak barbarlığı getireceğini kimse gömüyor mu?"
"Sonracığıma... İnsanlığın yarıdan çoğu açlıktan kırılırken, zengin ülkelerin üretim fazlası tarım ürünlerini, bir de üstüne para verip imha etme saçmalığını daha ne kadar sürdüreceğiz? Çevrecilerle dalga geçmekten, uyarılarını hafife almaktan vazgeçmek için gezegende, insanlar dahil tüm canlı yaşamın yok olmasını mı bekleyeceğiz?"
Konferansın uzamakta olduğunu gören Devrim, muzipçe sözünü kesti: "Aman baba, sen de nelerle uğraşıyorsun, ne gereksiz şeylere kafa yoruyorsun." Erdinç, bir an için Devrim'in ciddi olmasından ürkerek donup kaldı, sonra oğlunun alaycı ifadesini görünce rahatladı. "Haklısın," dedi aynı muziplikle, "Artık tüm insanlığın kaderiyle ilgilenen benim gibi birkaç 'komünist fosil' dışında kimse kalmadı, çok şükür." Birden yüzü asıldı. "En çok neye kızıyorum, biliyor musun? Düzeni fütursuzca savunan o sinik yazarların çoğu eski solcu. Her şeyin farkındalar, bile bile yalan söylüyorlar. İnsanı aptal yerine koymalarına, çokbilmiş edalarla mevcut düzeni insanlığın kaderi olarak kabullendirme gayretkeşliklerine deli oluyorum."
(YİĞİT BENER - Eksik Taşlar / Everest Yayınları)
***
"Yoksulların, açların karnını doyurduğum zaman benim bir aziz olduğumu söylüyorlar.
Ama yoksulların neden yiyecekleri olmadığını,
açların neden aç olduğunu sorduğum zaman da benim bir komünist olduğumu söylüyorlar."