Anımsa, 'sahte cennetler' demişti Baudelaire
oysa ne haşhaş ne afyon
uyuşturabilir insanı
modern zamanların uyuşturduğu kadar
bu ilgisizlik, bu cehennem
gözler ekranlara kilitli, hepimiz
kendi tabutumuza bakar gibiyiz.
TUĞRUL TANYOL
***
Anımsa, 'sahte cennetler' demişti Baudelaire
oysa ne haşhaş ne afyon
uyuşturabilir insanı
modern zamanların uyuşturduğu kadar
bu ilgisizlik, bu cehennem
gözler ekranlara kilitli, hepimiz
kendi tabutumuza bakar gibiyiz.
TUĞRUL TANYOL
***
Türkiye'nin 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül Darbesiyle çemberine sokulduğu piyasa ilişkileri, kültürel alanı, özellikle edebiyatı metamorfoza uğrattı. Topluma ve insana duyarlı edebiyatın yerini, büyük sermaye yayınevlerinin pazarladığı bestseller edebiyat aldı. Kapitalist zihniyete uygun bireycilik, akıl ve ilerleme düşmanı Postmodernizm, estetik ve ahlaki referansları kaybolmuş bu edebiyatın temel özelliklerini oluşturdu. Yeni kuşaklar, gerçekçi edebiyatın varlığından habersiz bırakıldı. (ATİLLA KÜÇÜKKAYIKÇI - BİRGün Gazetesi)
***
"Burjuvalaşmış teknik karşısında ezilen, yok olan insanlar benim insanlarım olmuştur. Ben, aydınlık, umut dolu, okuduğum zaman bana yaşama sevinci, kötülüklerle savaşabilme gücü veren romanları seviyorum. Üst yanı fasa fisooooo."
EDGAR MORIN
(...) Covid-19 pandemisi sosyal, psikolojik, ekonomik ve kültürel bir kriz hâlini aldı. Morin'in deyişiyle hepsinin toplamından oluşan devasa bir kriz yarattı. Morin'e göre Covid-19'un yarattığı megakriz, küreselleştirilen Batılı paradigmanın içine düştüğü buhranın bir sonucu. Biyosferi bozan, toplumu insancılığın dışına iten, ilerleme adı altında ekolojik felaketlere yol veren, siyaseti ve ekonomiyi de bu kervana takan paradigmayı, Covid-19 pandemisi sırasında biraz olsun düşünme fırsatı yakaladık. Fakat Morin, bunun yeterli olmadığını ve yolumuzu değiştirmek için çabalamamız gerektiğini söylüyor. Peki bunu nasıl başarabiliriz?
Doğanın sahibi ve efendisi olmadığımızı anlamamız gerekiyor
Büyük bir yaşam krizi yaratan Covid-19 pandemisi sırasında, 'eski normal'e dönüp dönemeyeceğimizi tartıştığımızı anımsatan Morin, bunun da bir kriz hâline geldiğini, asıl tartışmamız gerekenin ise neoliberal kapitalist sistem ve onun hayatımıza yerleştirdikleri olduğunu belirtiyor. Olağanlaştırılan krizlere ve özgürlük-güvenlik ikilemine, tüketim kültürüne, dijitalleşmeye, ekonomi-ekoloji çelişkisine yoğunlaşma zorunluluğundan bahsediyor. Bu tartışmaların sağlıklı bir zihinle yürütülebilmesi, devrim ya da toplum projesinden önce, yazarın ifadesiyle bir yol değişikliği sayesinde mümkün olabilir.
Morin, yeni bir politik-ekolojik-ekonomik-sosyal yoldan söz ediyor. Bunun merkezine ise toplumu insancıllaştırmayı ve yeniden canlandırılacak bir hümanizmi koyuyor. Yazarın yol tasavvurunda şunlar yer alıyor:
- gıda, tarım ve doğa politikaları,
- büyümenin ekoloji temelli sürdürülmesi,
- refahın herkesi kapsayacak şekilde planlanması,
- uzmanlığın ve liyakatin esas alınması,
- ekonomik oligarşilerin iktidarının frenlenmesi,
- yurttaş katılımlı demokrasi reformu,
- dayanışma siyaseti,
- benmerkezciliği terk edip sorumluluğu hatırlatma,
- insan topluluğuna üye olma bilinci uyandırma,
- göçmenleri ve yerli halkları koruma,
- doğaya uygun yaşama,
- su politikası üretme,
- birliği ve çeşitliliği beraberce savunma,
- dünya kimliği yaratma,
- tehlike ve tehditlere karşı kişileri uyanık tutacak umudu yeşertme.
Morin'in yol tasavvuru, ütopya ve gerçekçilik sınırında bulunuyor, umudu ve sevgiyi içeriyor. Bir megakriz ortamında yazarın önerileri, belki uzak geçmişten kalan romantik öğeler barındırıyormuş izlenimi verebilir. Fakat her büyük kriz ânında dönüp geçmişe baktığımız dikkate alındığında, tüm bunları es geçemeyiz...
(ALİ BULUNMAZ - BİRGün Kitap)
***
"Çalışmak bizi üç büyük kötülükten uzak tutar: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk."
(VOLTAIRE, Candide ya da İyimserlik)
(...) Candide, dünyanın en güzel gerçeklerinden birini, çalışmayı, emeği yücelten, üstelik insanlardan can sıkıntısını, kötü alışkanlıkları ve yoksulluğu alıp götüren bir gerçeği, İstanbul'da, yaşlı bir Türk bahçıvandan öğrenir: "Bahçemiz ile uğraşmamız gerekir."
Bu özlü söz geniş anlamda ele alınırsa Voltaire'in okurlarına verdiği bir ahlak dersi olarak kabul edilebilir: Bahçemizi ekelim, temiz kentler inşa edelim, insanlar için yararlı ürünler yetiştirelim, kıraç toprakları tarıma açalım, kısacası Voltaire'in Ferney'de yaşadığı gibi bir yaşam sürelim. Üst tarafı ile ilgilenmeyelim.
Yaşam ne çok iyi ne çok kötüdür. Yaşamı böylece kabul etmek ve olanaklarımız ölçüsünde iyileştirmemiz gerekir. Nasıl mı? Çalışarak, ahlaklı, mütevazı ve sabırlı olarak.
Gerçek bilgelik insanın kendisini (iç bahçesini) tanımaktan ve kendi doğal çevresini değiştirmeye çalışmaktan başka bir şey değildir... (ZEYNEL KIRAN - Cumhuriyet Kitap)
Merhaba!
Öyle bir yere varmış ki yolumuz;
Siirt'le Beytüşşebap arası.
Bıçak açmıyor ağzımızı.
Dağlar tekin değil
Köyler yakın değil
Su mudur, rüzgâr mıdır akan,
Belirsiz aşağıdan
Kanlı bir hançer gibi çıkıyor ay.
Vay benim vay halime vay!
Sanki "dur!" diyecek bir yerden birisi
Ya bu kurt sesi, ya bu kuş sesi!..
CEMAL KIRCA
Diyarbakır'da, bir öğle sonu, daracık eski sokakların arasından geçerek şimdi (1970 yılı-k.n.) Trahom Hastanesi olarak kullanılan binayı görmeye gittim. Cahit Sıtkı bu evde doğmuş ve genç yaşta burada uzun zaman hasta yatmıştı. Amacım, aynı zamanda bir "köklü aile" evi görmekti.
Pirinçcizadeler soyundan gelen Cahit Sıtkı'nın evi, insanı derhal saran bir mistik güzellik içindeydi. Kocaman bir iç avlu, havuz, ağaçlar ve çiçekler, dört tarafı kuşatan odalar, merdivenler, teraslar ve nakışlar.. Yakıcı kavurucu Diyarbakır öğlesinden kaçıp da bu iç avludaki serinliğe varış, bir mutluluk duygusu veriyordu insana.
Cahit Sıtkı Tarancı, Camiikebir Mahallesi'ndeki kalın ve yüksek duvarlarla çevrili evin serin odasında şöyle duygulanırdı:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Merhaba!